Kâbe, tarihin bir döneminde Hz. Ýbrahim ve oðlu Hz. Ýsmail (ikisine de selam olsun) tarafýndan taþ ve çamurdan inþa edilen dört köþe bir yapý mýdýr sadece? O yapý ki tarih içinde birçok defa çeþitli sebeplerle tahrip olmuþ, kimi zaman tamir görmüþ, kimi zaman temellerine kadar sökülüp yeniden yapýlmýþtýr.
Özel bir maksatla, özel bir mekâna, özel bir zamanda yapýlan yolculuktur Hac... Ziyaret edilen yer, gerek iklim gerekse tabiat güzelliði bakýmýndan baþka bölgelere kýyasla çok da cazip deðildir doðrusu. Mahþerî bir kalabalýðýn zorunlu olarak ayný zaman dilimleri içinde ayný yerlerde bulunmasýnýn getirdiði izdiham da hesaba katýldýðýnda, Hac seyahatinin baþka herhangi bir yolculuða kýyasla hayli meþakkatli olduðunu söylemek yanlýþ olmayacaktýr.
Ne var ki, ne o haþr u neþri andýran kalabalýðýn izdihamý, ne dýþarýdan gidenler için mevsimin alýþýlmadýk sýcaklýðý, ne yolculuðun sýkýntýsý.. hiçbir þey bir gidenin bir daha, bir daha gitme arzusuyla yanýp tutuþmasýna engel olamýyor! Daha doðrusu dýþarýdan bakanlar için birer “sýkýntý” gibi görünen bütün durumlar, Haccý bütün anlam boyutlarýyla “yaþayanlar” için söze dökülmesi imkansýz bir idrak ve duyuþ olarak ruhlara yerleþiyor.
Lebbeyk’in hikmeti
Özellikle ibadetler söz konusu olduðunda, neyi niçin yaptýðýmýzý belirlemek anlamýnda “illet” tesbiti yapmak mümkün deðildir, ancak bu gerçek, ibadetlerin bize bakan yönünden yansýyan hikmet parýltýlarýný görmemize engel oluþturmuyor.
Mukaddes mekânlara yaklaþma heyecaný içimize düþtüðü andan itibaren kulluðu, teslimiyeti ve itaati en üst seviyede kelimelere döken “Lebbeyk Allâhümme lebbeyk. Ýnne’l-hamde ve’n-ni’mete leke ve’l-mülk, lâ þerîke lek...” cümlesinin her tekrarlanýþýnda dilden kalbe akan ve oradan bütün benliði saran rikkat, baþka herhangi ibadette böylesine sarsýcý ve kalýcý olmuyor.
“Bütün emirlerine gönülden bir boyun eðiþle huzurundayým; sen bütün varlýðýn yegâne yaratýcýsý, sahibi, hakimi, ve Rabbi olarak ne buyurduysan þeksiz-þüphesiz, itirazsýz, sýzlanmasýz kabul edip, teslim oldum. Ýþte bütün adanmýþlýðýmla huzurundayým; emret Allahým... Hamd ancak sanadýr, baþta ‘var edilmiþlik’ nimeti olmak üzere, hayatýmýzýn devamý için, seni layýký veçhile tesbih ve tenzih, sana gereði gibi kulluk edebilmemiz için gerekli bütün maddi ve manevi nimetlerin kaynaðý ancak sensin. Ýçinde benim de bulunduðum bütün varlýk senindir. Hamdde, þükürde, taat ve kullukta, mülk ve varlýkta senin hiçbir ortaðýn yok. Emret Allahým!” anlamýna gelen bu inkýyad (boyun eðiþ) cümlesi, haccýn aklî bir izahý bulunmayan birçok menasiki ile tam bir uyum göstermektedir.
Sadece hacý adaylarýnýn deðil, bütün bir tabiatýn müþtereken terennüm ettiði bu kulluk bildirisi, haccý diðer ibadetler yanýnda “özel” kýlan bir diðer husustur. Efendimiz s.a.v. þöyle buyurmuþtur: “Hiçbir mü’min yoktur ki, telbiye getirsin de, yeryüzünün bir ucundan ötekine saðýnda ve solunda bulunan taþ, aðaç, toprak da onunla birlikte telbiyede bulunmasýn.” (Tirmizî, Ýbn Mâce)
Hac menasiki ve teslimiyet
Kâbe’nin etrafýnda niçin 7 kere dönüyoruz? Arafat Vakfesi dediðimiz “duruþ”un anlamý nedir? Niçin bütün hacýlar belli bir vakitte bir daðýn üzerinde veya eteklerinde bulunmak ve orada belli bir süre geçirmek zorundadýr? “Þeytan taþlama”nýn rasyonel bir anlamý, aklî bir izahý var mýdýr? Harem-i Þerif sýnýrlarý içinde avlanmanýn, aðaç kesmenin, ot yolmanýn… yasaklýðýnýn sebebi ne ola ki?!
Hac ibadetini benzersiz yapan belki de tam burasýdýr. Ýnsaný bu alemden alýp adeta Melekût Alemi’ne götüren bu iklimin her þeyi farklýdýr. Hacýnýn dünyayý soyunarak ihramý giyinmesi, dünya hayatýný çaðrýþtýran her türlü renk, dil, cinsiyet… farklýlýðýnýn, rütbe ve makamlarýn, þöhret ve etiketlerin sýfýrlanmasý ancak hac atmosferinin bütünlüðü içinde gerçeklik ifade ediyor. Yukarýda anlattýðýmýz “Lebbeyk” manifestosu (Telbiye) ancak ihramlý bir kimsenin dilinde bu kadar sahici ve gerçek olabilir!
Haccýn hem mukaddes mekânlarda, hem belli bir vakitte, hem de adeta bir ahiret provasý tarzýnda eda edilmesi hep bu teslimiyeti vurgular gibidir. Bize bu dünyaya baðlanmamamýz, geçici dünyayý kalýcý ahiretle birlikte yaþamamýz gerektiðini ve dünyadayken yüzümüz ahirete dönük olarak yaþamamýzý her vesileyle öðütleyen yüce dinimiz, bunu soyut bir kabul seviyesinde býrakmamýþ, hayatýn içine sokmak suretiyle “gerçeklik” haline getirmiþtir. Ý’tikâf uygulamasý bunun örneklerinden biridir. Dünyadayken dünyadan soyutlanmak, ruhu ve benliði bir süreliðine de olsa dünya taalluklarýndan arýndýrmak, bir “sünnet” olarak yaptýðýmýz i’tikâf uygulamasýnýn hikmet boyutunda yakalayabildiðimiz hususlardandýr.
Ama dünyadayken dünyadan arýnma halinin en üst seviyede gerçekliðe dönüþtüðü süreç, hiç þüphe yok ki Hac ibadetinin yapýldýðý zaman dilimidir. Ýnsanlarýn “bir taraðýn diþleri gibi” eþitlendiði, insanlar arasýndaki her türlü arýzî farkýn ortadan kalktýðý ve layýký veçhile yerine getirildiði zaman insaný annesinden yeni doðmuþçasýna tertemiz/günahsýz yapan Hac ibadeti, bu yönüyle diðer ibadetlerin çok üstünde bir anlam ve öneme sahiptir.
Nitekim Efendimiz s.a.v.’e “Hacý kimdir?” diye sorulduðunda, “Saçý baþý toz toprak içinde olan, koku sürünmeyen kimsedir.” (Tirmizî, Ebu Davud) buyurmasý, Hac ibadetinin hakkýný vermiþ olmak için dünyayý ve onunla ilgili kaygýlarý Hac esnasýnda tamamen içimizden söküp atmak gerektiðini ifade etmektedir.
Kadim zamanlara uzanmak
Hac ibadetinin bizim için bir diðer önemi de, kutlu ve kadim zamanlara þahitlik etmiþ mekânlarýn bizi bürüyüp içine alan atmosferidir. Kâbe’nin ilk inþa edildiði zamanlardan, Hz. Ýbrahim ve Hz. Ýsmail (ikisine de selam olsun) döneminden, zamanýn Efendimiz s.a.v. ve O’nun kutlu sahabesiyle þereflendiði Saadet Asrý’na, yeryüzünde adaletin þahitleri ve bekçileri olarak yaþadýðýmýz uzun asýrlardan günümüze gelene kadar neler yaþandý bu mekânlarda, neler!.. Hac bize, o zamanlarda olmasa bile o mekânlarda bulunma fýrsatý verdiði için de ayrý bir önemi haizdir. Efendimiz s.a.v. bu noktaya dikkatlerimizi çekerek þöyle buyuruyor: “Hac menasikini ifa ettiðiniz yerlerde durunuz. Çünkü siz atanýz Ýbrahim’in mirasý üzeresiniz.” (Ebu Davud)
Hacca gitme fýrsatýný yakalayanlarýn bu noktada bir ön hazýrlýk yapmasý oldukça önemlidir. Milletine mensup olma þerefine nail kýlýndýðýmýz Hz. Ýbrahim a.s.’ýn “tek baþýna bir ümmet olarak” yürüttüðü teblið faaliyeti, bu uðurda maruz kaldýðý eziyetler… Oðlu Hz. Ýsmail a.s.’ýn muhteþem teslimiyeti… Peygamberli zamanlarýn son kývrýmýnda Alemlerin Efendisi s.a.v. ve O’nun güzide arkadaþlarýnýn Mekke’de ayrý, Medine’de ayrý yaþadýklarý… Bütün bunlar bize, insanlýðýn uzun yürüyüþünde aslýnda herhangi bir kesinti olmadýðýný, Tevhid ve adalet sancaðýnýn kadim zamanlardan bu yana elden ele taþýnarak geldiðini anlatýyor. Yeryüzünde insanlar için inþa edilen ilk mabet olan (Âl-i Ýmran, 96) kutlu Kâbe bunun en canlý þahididir; Makam-ý Ýbrahim de öyle...
Kâbe: Bereket ve hidayet kaynaðý
Rasyonel aklýn bütün mekanizmalarýný iþlemez hale getiren bir noktadayýz þimdi. Kâbe, tarihin bir döneminde Hz. Ýbrahim ve oðlu Hz. Ýsmail (ikisine de selam olsun) tarafýndan taþ ve çamurdan inþa edilen dört köþe bir yapý mýdýr sadece? O yapý ki tarih içinde birçok defa çeþitli sebeplerle tahrip olmuþ, kimi zaman tamir görmüþ, kimi zaman temellerine kadar sökülüp yeniden yapýlmýþtýr. (Geniþ bilgi için bkz. Diyanet Vakfý Ýslam Ansiklopedisi, “Kâbe” maddesi, 24/14 vd.)
O halde bu “yapý”nýn özelliði nereden gelmektedir?
Þüphesiz ki zaman da mekân da Allah Tealâ’nýn mahlukatýndandýr. Dolayýsýyla (Ramazan ayý, Cuma günü, Kadir gecesi… gibi) bir kýsým zamanlar ve (Mescid-i Haram, Mescid-i Nebî, Mescid-i Aksa, Ravza-i Mutahhara… gibi) bir kýsým mekânlar, özellik ve deðerini bizzat kendilerinden deðil, taallukatlarýndan alýrlar. “Þerefu’l-mekân bi’l-mekîn” (Mekânýn üstünlüðü, orada bulunanýn üstünlüðünden gelir) sözü buna yakýn bir durumu ifade eder. Yani zaman da, mekân da, kendilerini deðerli kýlan Rabb-i Müteal’in veya O’nun deðer verdiklerinin deðer vermesi ile deðerli olur. Bu sayede madde ile mananýn, fizik ile fizik ötesinin, beþer alemi ile Melekût Alemi’nin kesiþme noktalarý olmak, bu zaman ve mekânlarýn ortak özelliðidir. Kutlu bir zaman olarak Hac mevsimi ve kutlu bir mekân olarak Kâbe de böyledir.
Yüce Rabbimiz þöyle buyurur: “Þüphesiz alemlere bereket ve hidayet kaynaðý olarak insanlar için kurulan ilk ev (mabet), Mekke’deki (Kâbe)dir.” (Âl-i Ýmran, 96)
Acaba Kâbe’nin insanlar için bir “bereket ve hidayet kaynaðý” olmasý ne demektir?
Bu sorunun biri özel, diðeri genel olmak üzere iki cevabý vardýr. Özel cevabý biraz sonraya býrakarak genel cevaba bakalým:
Yukarýda Hz. Ýbrahim ve oðlu Hz. Ýsmail (ikisine de selam olsun) tarafýndan inþa edildiðini söylediðimiz Kâbe, ilgili ayetlerin (Bakara, 125-127; Hac, 26) ifadesinden de anlaþýldýðý gibi, onlardan daha önce mevcut idi. Ýþaret ettiðimiz ayetlerde geçtiðine göre, Yüce Rabbimiz Kâbe’nin yerini Hz. Ýbrahim a.s.’a göstermiþ, o da temelleri üzerine Kâbe’yi inþa etmiþti. Keza Âl-i Ýmran 96. ayette de Kâbe’nin, “yeryüzünde kurulmuþ ilk mabet” olduðunun zikredildiðini yukarýda görmüþtük.
Bu da gösteriyor ki Kâbe, insanlýk tarihi kadar eski bir geçmiþe sahiptir ve ilk yapýldýðý günden bu yana hep hakkýn, hakikatin, tevhidin ve hidayetin merkezi olmuþtur. Rivayetlerden öðrendiðimize göre Kâbe yeryüzünün merkezi olarak, Melekût Alemi’ndeki Beyt-i Ma’mûr’un tam hizasýnda bulunmaktadýr. (Musannef-i Abdürrezzâk, 5/28; Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, 11/417). Yine Efendimiz s.a.v.’in haber verdiðine göre orayý her gün yetmiþ bin melek ziyaret etmekte ve bir giden grup bir daha gitmemecesine bu böyle devam etmektedir. (Buharî, Müslim, vd.). Melekût Alemi’nde meleklerin Beyt-i Ma’mûr merkezinde eda ettiði kulluðu, dünyada da müminler Kâbe’nin etrafýnda ifa etmektedir.
Buna bir de Mescid-i Haram’ýn doðrudan Allah Tealâ tarafýndan “haram bölge” olarak ilan edilmiþ olmasý gerçeðini de ilave ettiðimizde, Kâbe ve çevresinin ayný zamanda bir emniyet ve huzur mekâný olduðunu anlarýz. Avýnýn avlanamamasý, ekininin koparýlamamasý da bu yüzdendir.
Oraya korkuyla giren emin olur; kederle giren ferahlýk bulur, günahla giren arýnmýþ olarak çýkar. Cahiliye Araplarýnýn þirk bataklýðýnda debelendiði en karanlýk zamanlarda bile Kâbe huzur ve güvenin adresi olma özelliðini sürdürmüþ, günlerini didiþmekle geçiren cahiliye Arap kabileleri, Kâbe’ye sýðýnanlara dokunmaz, onun hürmetini ihlal etmekten çekinirlerdi. Kâbe’nin insanlar nezdindeki bu itibar ve hürmeti dolayýsýyla Yemen hükümdarý Ebrehe, kendi memleketinde bir bina inþa etmiþ ve insanlarý Kâbe’den vaz geçirip oraya sevk etmek için Kâbe’yi yýkmaya azmetmiþti. Efendimiz s.a.v.’in dünyaya teþrif ettiði yýl meydana gelen bu olayda Ebrehe ve ordusu Fil Suresi’nde anlatýlan feci akýbete uðramýþtý.
Ýnançtan imana, imandan yakîne
Yukarýda Kâbe’nin insanlar için bir “bereket ve hidayet kaynaðý” olmasýnýn biri özel, diðeri genel olmak üzere iki anlamý bulunduðunu söylemiþtik. Kasdettiðimiz özel anlam, hac ibadetinin müminler için yeniden doðuþ anlamýna gelmesidir. Bu, zayýf inancý imana, imaný da yakîne dönüþtüren bir etkidir; haccýn esrarýndan biri de müminde böyle bir dönüþümü gerçekleþtirmesidir.
Amerikalý zenci müslümanlardan merhum þehid Malcolm X’in, önceleri “ýrkçý bir müslüman” kimliðindeyken, hacca gittiði zaman Ümmet tasavvuruna ulaþtýðý, yaygýn olarak bilinen bir husustur.
Konuyla ilgili olarak pek çok örnek arasýndan seçtiðimiz birisini zikrederek yazýyý nihayetlendirelim:
Muhammed Zâhid el-Kevserî merhumun anlattýðýna göre (Makâlât, 249), Osmanlý zamanýnda Bulgaristan’ýn Þumnu þehrinde eþraftan bir müslümanýn kýzýna bir genç talip olur. Hristiyan iken kýsa bir zaman önce Ýslâm’a girmiþ olan gencin bu talebi konusunda þehrin müftüsüne danýþan baba, görmüþ geçirmiþ, alim ve fazýl müftüden, acele etmemesi tavsiyesini alýr. Zira imanýn kalbe yerleþmesi birden bire olmaz. Ýslâm’a yeni girmiþ kiþi zahiren ne kadar mutmain görünürse görünsün, bâtýnýnýn ne ahvalde olduðunu kimse bilemez.
Adam müftünün bu cevabý üzerine müstakbel damadý hakkýnda övgü dolu þeyler söyleyip, duymak istediðini duyma konusunda ýsrar edince, tecrübeli ve hikmet ehli müftü niçin acele etmemesini söylediðini þöyle izah eder:
“Ben küçükken bir müslüman tarafýndan evlat edinilmiþ, Bulgar asýllý bir kimseyim. Beni evlat edinen zat gerçekten çok iyi yetiþtirdi. Ýlim tahsili için Ýstanbul’a gönderdi ve büyük hocalardan ders alýp yetiþmemi saðladý. Eðitimimi tamamladým ve müftü olarak atandým. Bugüne kadar da din hizmeti olarak bu görevi sürdürdüm. Buna raðmen içimde hep bir vesvese vardý: Acaba eski dinim hak idi de, ben velinimetim olan o zata tabi olarak Ýslâm’ý seçmekte hata mý etmiþtim?
Bu düþünce aklýma gelir gelmez, hemen ardýndan tevbe ederdim. Sonra bu vesvese bana tekrar tekrar gelmeye baþladý. Ben bu düþünceyi içimden atmaya ne kadar þiddetle çalýþsam ve Allah’a sýðýnsam da, bir süre sonra ayný vesvesenin kalbime tekrar gelmesine engel olamýyordum. Ta hacca gidene kadar bu böylece devam etti. Ne zaman ki hac menasikini eda ettim, görülecek yerleri gördüm, durulacak yerlerde durdum ve nihayet Peygamber Efendimiz s.a.v.’in Ravza-i Mutahharasý’ný ziyaret ettim; iþte o zaman o vesvese beni tamamen terk etti, elhamdülillah...
Bütün birikimime, sabr u sebatýma ve Allah Tealâ’ya sýðýnmalarýma raðmen benim gibi birisi böyle durumlar yaþarsa, daha dün müslüman olmuþ birisinin hali nice olur?!”
|