Günümüzde “kalp hastalýðý” en fazla duyduðumuz ifadelerden biri. Bu iki sözcük, çaðýmýzýn en yaygýn ve korkutucu hastalýklardan birine iþaret eder. Hele þahsýmýzla ilgili olduðunda bizleri oldukça tedirgin eden ve asla duymak istemediðimiz ifadeler. Neden? Çünkü bu hastalýða yakalanmak demek, hayatýmýzýn tehlikeye girmesi demektir. Bu anlamda kalp hastalýðý çaðdaþ insanýn korkulu rüyasýdýr desek, her halde mübalaða etmiþ olmayýz.
Kur’an’ýn da kalp hastalýðýndan bahsetmiþ olmasý dikkate deðer bir husustur. Hem konu ilk sayfalarýnda geçer. (Bakara, 11.) Ancak bunun, bahsettiðimiz hastalýkla bir ilgisi yoktur. Ortak yönleri belki de, her ikisinin çaðýmýzda iyice yaygýnlýk kazanmasýdýr. Bir diðer müþterek özellikleri ise öldürücü olmalarýdýr. Birincisi, insanýn maddî varlýðýný ikincisi de manevi varlýðýný ortadan kaldýrmaya aday. Dilimizde “kalbi kararmak” deyimi kullanýlýr. Bu, ikinci anlamdadýr. Yani, insanýn dinî inanç, duygu ve deðerlerini kaybetmesi demektir.
Modern dünya görüþü akla, din ise kalbe vurgu yapar. Kalp ve akýl âdeta iki medeniyeti yani Batý ve Ýslam medeniyetini birbirinden ayýran temel referanslardýr. Modern insan “akýl insaný”, dindar insan ise “kalp insaný”dýr. Aslýnda manevî deðerler sistemi, aklý göz ardý etmez; ancak aklýn yerine kalbi önceler, bu ise kalpten kopuk bir aklî faaliyet deðildir. Aksine Müslümanýn hayatýnda her þey kalple iliþkisi çerçevesinde anlam ve deðerini kazanýr.
Kalp, dinî hayatýmýzýn, imani duyarlýðýmýzýn merkezi; dindarlýðýmýzýn bir nevi aynasýdýr. Ýnsanýn takvasýný ve Allah katýndaki derecesini kalp belirler. Kalp, Peygamber açýsýndan vahyin beþiðidir. (Þu’ara, 194.) Dindar insan açýsýndan, imanýn (Nahl, 106.), huzurun (Fetih, 4.), rahmet ve þefkatin (Hadid, 27.) yataðý; inkârcý açýsýndan da þüphenin (Tevbe, 45.), korkunun (Enfâl, 12.), þirk ve nifak hastalýklarýnýn (Tevbe, 49.) otaðýdýr. Kýsaca kalp, dinî ve insani hayatýn merkezidir.
Kur’an’ýn nazarýnda kalp ya hastadýr yahut da selimdir, saðlýklýdýr. Yani þirk ve diðer günahlardan korunmuþtur. Ancak insanýn günahlara karþý eðilimli olduðu da bir gerçektir. Ýþte bundan dolayý mümin insan, daima þöyle yalvarýr ve yakarýr: “Ey Rabbimiz! Bizi doðru yola eriþtirdikten sonra kalplerimizin inkâra düþmesine izin verme! Bize rahmet ve merhametini lütfet! Çünkü sen sýnýrsýz lütuf sahibisin.” (Âl-i Ýmrân, 8.)
Ebedi kurtuluþa erenler, sadece ve sadece günahlardan arýnmýþ bir kalple Allah’a varanlardýr: “O gün insanoðluna ne malýnýn mülkünün ne de çoluk çocuðunun bir faydasý olacaktýr. O gün ancak Allah’ýn huzuruna (þirkten ve diðer günahlardan) arýnmýþ bir kalple gelenler kurtulacaktýr. (Þu’ara, 88
Bunun için kalp, Ýslami hayatýn merkezi ve mümin insanýn gözü gibi üzerinde titrediði manevi yönüdür.
Kalpler, Allah’ý anmakla huzur bulur. (Ra’d, 28.) Çünkü O, daha üst ve daha ötesi olmayan, sýnýrdan ve miktardan münezzeh yüceler yücesidir. Allah demek, duygu, korku ve ümidin son duraðýna varmak demektir. Gönüller O’nun dýþýnda hangi dünya nimetine yönelirse yönelsin, hangi isteðe ulaþýrsa ulaþsýn; daha iyisi, daha üstünü ve ötesi bulunduðundan hiçbirinde karar kýlmaz. Bunlarla ruhunun özlemini gideremez ve heyecanýný doyum noktasýna ulaþtýramaz. Ýþte mümin insan, bu sebeple sadece Allah’a yönelmekle mutlu olur, inkârcý insan da ýstýraptan kurtulup gönül huzuruna eremez. (M. Hamdi Yazýr, Hak Dini Kur’ân Dili, Rad, 13/28.)
Kalbe arýz olan ufak tefek illetlerin tedavisi mümkündür. Ancak kalp bir mühürlenmeye, damgalanmaya dursun; artýk mührün ondan sökülmesi, damganýn ondan silinmesi mümkün deðildir. (Bakara, 7, 10.) Kalbin mühürlenmesi, gerçeðe karþý körelmesi, hakikati görebilme yetisini kaybetmesi demektir. Ýnsan bu duruma nefsani arzu ve heveslere kendini tamamen kaptýrmak suretiyle düþer. Böyle insanlar, servet, þöhret, þehvetten ya birinin ya da birkaçýnýn tuzaðýna kapýlmýþ kimselerdir. Bütün arzularý, kýsa vadeli görünen görünmeyen haz ve zevklerini tatmin etmektir. Onlar, ilahî hakikatler karþýsýnda laubalidir. Bu sebeple yaratýlýþ ve canlýlardaki incelik ve esrarý görüp anlayamazlar. Çünkü gaflet, þehvet, isyan ve bencillik gözlerini köreltmiþtir. Nitekim ayette buna þu þekilde temas edilmiþtir: “Hayýr! Bilakis onlarýn iþledikleri günahlar kalplerini kirletmiþtir.” (Mutaffifin, 14.)
Eski ümmetleri tükeniþe sürükleyen kalplerinin katýlaþmasýdýr. Zamanýn ilerlemesi ile manevî heyecan ve coþkularýný kaybettiler. Vahyin diriltici ilhamlarýný alamaz oldular. Kur’an onlardaki bu duyarsýzlýðý bizlere ders olsun diye þu etkileyici temsille anlatýr: “Sonra bunun ardýndan kalpleriniz yine katýlaþtý; taþ gibi, hatta daha katý oldu. Çünkü taþ vardýr ki içinden ýrmaklar fýþkýrýr. Taþ vardýr ki yarýlýr da içinden sular akar. Yine taþ da vardýr ki Allah korkusuyla (yerinden kopup) düþer.” (Bakara, 74.)
Yine Hadid suresi 16’da bu muhtemel tehlike karþýsýnda dikkatlerimiz çekilir: “Ýman edenlerin Allah’ý anma ve O’nun tarafýndan gönderilen ilahî hakikatler sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamaný henüz gelmedi mi? Onlar daha önce kendilerine kitap verilenler gibi olmasýnlar. Onlarýn üzerinden uzun zaman geçti de kalpleri katýlaþtý. Onlardan birçoðu yoldan çýkmýþ kimselerdir.”
Ayetin nerede nazil olduðuna dair farklý görüþler vardýr. Sonuç itibarýyla burada bir uyarý söz konusudur. Bunun ilk dönemlere ve ashaptan bazýlarýna yönelik olduðu anlaþýlmaktadýr. Ancak belirtmek gerekir ki, böyle bir uyarý onlara karþý yapýlabiliyorsa, bu uyarýnýn bizim açýmýzdan çok daha anlamlý ve gerekli olduðunda kuþku yoktur. Zira bugün müminler olarak bizler, ne yazýk ki böyle bir kalp katýlýðýný yaþýyoruz. Kur’an’ýn nazil olmasýndan günümüze asýrlarýn geçmesi, duygularýmýzýn gevþemesi, heyecanlarýmýzýn pörsümesine sebep olmuþtur. Ýlahî rýzayý kazanma arzusu eski kuvvetini kaybetmiþ, çünkü kalpler katýlaþmýþ, ürperti ve coþkusunu yitirmiþtir.
Ancak unutmamak gerekir ki, zamanýn geçmesi ve manevi coþkunun zayýflamasý, onun tekrar elde edilemeyeceði anlamýna gelmez. Ümitsizliðe kapýlmayý gerektirecek bir durum yoktur. Bu açýdan Allah’a baðlanma ve kavuþma arzusu, bazý dönemlerde
körelse de sona ermesi düþünülemez. Çünkü O’nun rýzasýný kazanma arzusunun yerini baþka Hiç bir þey dolduramaz. O, bütün neþe ve mutluluklarýn, ebedî saadet ve güzelliklerin gayesidir. Peygamberlerin izini takip eden rabbaniler, hep bu neþe ve iþtiyakla ilahî rýza yolunda yürümüþlerdir. (M. Hamdi Yazýr, Hak Dini Kur’ân Dili, Hadîd, 16.)
Devamýnda gelen ayet, bu konuda ilahî desteðin her zaman müminlerin yanýnda olduðuna iþaret eder. Bu baðlamda “Biliniz ki Allah Teala yeri ölümünden sonra diriltir” ifadeleri gelir. Yani ölümden sonra yeri dirilten Allah, manevi ölümden sonra bizleri tekrar diriltmeye, kalplerimizi yeni bir dikkat ve hayat neþesi ile kendine getirmeye kadirdir. Yeter ki bu konuda bizler, gerekli þartlarý yerine getirelim; ihmalkâr davranmayýp samimi olarak gayretlerimizi sürdürelim.
|