Allah insaný "bir erkekle bir diþiden" yaratmýþ, "birbiriyle tanýþýp anlaþsýnlar" diye "milletler ve kabileler" halinde yaþamalarýný saðlamýþtýr. (Hucurat, 13.)Ýnsanlarýn en önemli tanýþýp anlaþma vasýtasý “dil"dir. Ancak onlarýn birbiriyle tanýþýp anlaþmalarý, yardýmlaþmalarý, birlik ve beraberlik içinde olmalarý için "ayný dili konuþmalarý" yeterli olmamaktadýr. Bu durumda, bu amacý gerçekleþtirmek için "nasýl bir dil" veya "hangi dil" sorusu gündeme gelmektedir. Mevlana "ayný dili konuþanlar deðil, ayný duygularý paylaþanlar anlaþabilir" derken aslýnda bir ölçüde bu sorunun cevabýný vermektedir.
Türkçemizde duygu dünyamýzýn mahalli "gönül" kavramýyla ifade edilir. Gönül terimi dini literatürümüzde "manevi kalp" ve "vicdan” kelimeleriyle de ortak anlamlar taþýr. Hz. Peygamber, "Dikkat edin, bedende bir et parçasý vardýr; o iyi olursa bütün beden iyi olur, o bozuk olursa bütün beden bozuk olur. Dikkat edin, iþte o kalptir." (Müslim, Müsakat, 107.) buyururken maddi ve manevi kalbimizin bizim için taþýdýðý öneme dikkat çekmiþtir.
Farsça "dil" kelimesi de kalp ve gönül anlamlarýna gelir ki, lisan anlamýndaki "dil" kelimesiyle bir araya getirilmek suretiyle Türkçemize ayrý bir zenginlik katmýþtýr:
"Dil dili var içre dilden dile
Dil dilini var dilden dile."
Ýnsanlarýn anlaþýp kaynaþabilmeleri, ortak bir gönül dünyasýna ve gönül diline sahip olmalarýna baðlýdýr. Ýnançlarýmýz, duygu ve düþüncelerimiz, bilgi ve tecrübe birikimimiz, geçmiþ ve gelecek tasavvurlarýmýz gönül dünyamýzý oluþturur.
Bunlar arasýnda uyum ve ahenk olduðu takdirde hem kendimizi hem de baþkalarýný daha iyi anlama imkânýna kavuþuruz. Burada þunu da göz ardý etmemek gerekir ki her insan ayrý bir âlemdir. Allah herkesi farklý özelliklerde yaratmýþ, ayrý yetenek ve kabiliyetlerle donatmýþtýr. Ortak duygu ve düþünce dünyasýnýn buna zarar vermeyecek þekilde yapýlandýrýlmasý gerekir. Ýslam düþüncesi bu meselenin çözümünü "vahdette kesret, kesrette vahdet" yani "birlikte çokluk, çoklukta birlik" ifadesiyle formüle etmiþtir. Bunu özümsedikten sonra insanlarýn birbirini anlamamalarý için bir sebep yoktur. Nef’î’nin ifadesiyle "Ehlidil birbirini bilmemek insaf deðil"dir.
Ýslam "tevhit", "birlik" dinidir. Ýman da öncelikle "kalp ile tasdik" meselesidir. "Dil ile ikrar" daha sonra gelir. Hadis-i kutsi olarak nakledilen "Ben yere ve göklere sýðmam. Ancak mümin kulumun kalbine sýðarým.” (Acluni, II, 99-195.)sözüyle de bu durum anlatýlmak istenmiþtir. Yunus’un deyiþiyle "Gönül Çalab’ýn tahtý"dýr. Biz Allah’ýn varlýðýný ve birliðini "gönülden" kabul etmekle iman edip Ýslam dairesi içerisine gireriz.
Ýnancýmýza göre Allah’ýn varlýðýný, birliðini ve hükümlerini kabul edip kelime-i þehadet getiren herkes mümin ve Müslüman sayýlýr. Ancak imanýn hakkýný verebilecek kývama ermek kolay deðildir. Bunun için Kur’an-ý Kerimde, Hz. Peygamber’e gelip "biz iman ettik" diyen bedevilere "siz henüz gerçek manada iman etmediniz”, þimdilik "teslim olduk deyin" buyrulmuþtur. (Hucurât, 14.) Hz. Peygamber’in "Ýslam aleni; herkesin gördüðü þeylerdir.
Ýman ise kalptedir" deyip eliyle göðsünü göstererek üç kere "takva iþte buradadýr" demesi manidardýr. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III, 135.)Ýmanýn kalbe hakkýyla yerleþmesi için kalbin buna hazýr hâle gelmesi; kötü duygu ve düþüncelerden arýnmasý gerekir. Aksi halde gerçek bir imandan söz edilemez. Zira;
"Padiþah konmaz saraya / Hane mamur olmadan." (Þemseddin Sivâsî)
Kýsaca ifade edecek olursak, kalbimiz dinî yükümlülükleri samimiyetle; caný gönülden yerine getirmek suretiyle temizlenir. Bir hadis-i kutside þöyle buyrulur:
"Kulum, üzerine farz kýldýðým þeylerden daha iyi bir yolla bana yaklaþamaz. Kulum nafilelerle de yaklaþmaya devam eder, nihayet ben onu severim. Onu sevince de iþiten kulaðý, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayaðý olurum; benden bir þey isterse veririm, bana sýðýnýrsa, onu korurum." (Buhari, Rikak, 38.) Her ne kadar burada sadece kulak, göz, el ve ayak zikredilmiþse de hüküm geneldir. Bütün azalar için geçerlidir. Buna konuþan dili de dâhildir.
Kul dinî yükümlülüklerini; farzlarý ve nafileleri yerine getirdikçe ilahî iradeye uygun hareket eder ve konuþur hâle gelir. Böylece Allah’a yaklaþmýþ olur. Bu süreç insanlarý da birbirine yaklaþtýrýr. Onlar için artýk "rivayet muhtelif" ise de "maksut” birdir."Cümlenin maksûdu bir / Ammâ rivâyet muhtelif." (Muhibbî)
Gönlünü kötü duygu ve düþüncelerden arýndýran ve gerçek imana sahip olan, dinî yükümlülüklerini samimiyetle yerine getiren insanlarýn birbiriyle dost olmamasý için hiçbir sebep yoktur.
"Olmaz onlarda hiç fesâd buðzü hased kibrü inâd / Cümle biliþ yok anda yâd birbirine ihvân kamu." (Niyazî)
Gönül dili deyince hep baþkalarýyla konuþup anlaþabilmenin anahtarý hatýra gelmektedir. Aslýnda insanýn kendini anlamasý da gönülden ve gönül dilinden haberdar olmasýna baðlýdýr. Yukarýda gönül kavramýnýn vicdan kelimesiyle yakýn anlamlar taþýdýðýndan bahsetmiþtim. Vicdan geliþimi sürecinden geçmeyen; gönlünün ve vicdanýnýn sesine kulak vermeyen bir kimse iyi ve kötüyü birbirinden ayýramaz, insani duygu ve düþüncelerle tanýþamaz. Vicdan sahibi olan kimsenin gönlü ise kötülüklerden rahatsýz olur, iyi ve güzel olan þeylere özlem duyar. Mevlana’nýn ifadesiyle:
"Gönül, yalan sözden istirahat bulmaz. Suyla yað karýþýk olursa çerâð aydýnlýk vermez.
Doðru söz kalbe istirahat verir. Doðru sözler, gönül tuzaðýnýn taneleridir.
Gönül hasta olur, aðzý kokarsa ancak o vakit doðruyla yalanýn tadýný almaz.
Fakat gönül aðrýdan, illetten salim olursa, yalanla doðrunun lezzetini adamakýllý bilir, anlar." (Mevlânâ, Mesnevî, II, 210 (b. 2735-2738.)
Din hizmeti alýrken ve verirken gönül dili elzemdir. Çýkar, gösteriþ veya sadece vazifesini yapmýþ olmak için sunulan bir din hizmeti nefsani duygulara hitap etmekten öte gidemez. Özümsemeden ve yaþamadan dini anlatanlar, "Yapmayacaðýnýz þeyleri niçin söylüyorsunuz?" (Saf, 2.) sualine muhatap olur. Gösteriþ için ibadet edenler de "yazýklar olsun" (Mâûn, 5-6.) diye azarlanmaktan kurtulamazlar. Dinî yükümlülükler samimiyetle benimsenir, yaþanýr ve anlatýlýrsa bir anlam ifade eder; gönüllerde iman ve takvanýn yerleþmesine katký saðlayabilir.
Gönlün en arý, duru ve temiz duygusu sevgidir. Gönül her türlü çýkardan, beklentiden, kötü duygu ve düþünceden arýndýktan sonra geride sevgi kalýr. Her gönül sevgiye özlem duyar. Bunu dikkate alarak yaþar; duygu, düþünce ve inancýmýzýn merkezine sevgiyi yerleþtirmeyi baþarabilirsek mutlu oluruz. Aksi halde gönül huzuruna eremeyiz.
Ýnananlar için en çok sevilmesi gereken varlýk Allah’týr. (Bakara, 165.) Gönüller de ancak onu hatýrlamak ve anmak suretiyle huzura erer. (Ra’d, 28.) Hz. Peygamber bir sözünde, Allah ve rasulünü her þeyden çok sevip diðer sevdiklerini de Allah için sevenin (...) imanýn tadýný bulacaðýndan bahsetmiþtir. (Buhari, Ýman, 9; Müslim, Ýman, 67.)Tadýnda ve kývamýnda bir dindarlýk için gönüllerimizi böyle bir sevgiyle doldurmalýyýz. Baþkalarýnýn da imanýn tadýndan haberdar olmasý için onlara sevgiyle dolu gönül diliyle hitap etmeliyiz.
Bir kez Allah dese aþk ile lisân
Dökülür cümle günah misl-ü hazân
|