Kur’an’da ahde vefa
Ýnsan, öncelikle "bezm-i elest"de (Bkz. A’raf, 172.) (halk arasýnda deyimiyle "kâlû belâ" da) vermiþ olduðu ahde vefa göstermelidir. Yani Allah’a verdiði sözde durmalýdýr. Zira ahde vefa, söz vermek, sözünde durmak, sevgi ve dostlukta sebat etmek demektir. Nitekim "ahd" kelimesinde hem yemin, hem de kesin söz verme anlamý bulunmasý dolayýsýyla Yahudi ve Hristiyan kutsal kitaplarýna Ahd-i Atik (Tevrat) ve Ahd-i Cedid (Ýncil) denilmektedir. Cenab-ý Hak, Ýsrailoðullarýndan, namaz kýlýp zekât vereceklerine, peygamberlerine inanýp onlarý destekleyeceklerine ve Allah’a kullukta samimi olacaklarýna (Maide, 12.), anaya babaya, yakýnlara, yetimlere, düþkünlere iyilik edeceklerine (Bakara, 83.), birbirlerinin kanýný dökmeyeceklerine, birbirlerini yurtlarýndan çýkarmayacaklarýna (Bakara, 84-85.) dair söz almýþtýr. Fakat Ýsrailoðullarý, Allah’a verdikleri sözü yerine getirmemiþ, ahitlerini bozmuþtur. (Maide, 13.) Kur’an, ahde vefayý, iman ederek Allah ile ahitleþme ve insanlara karþý da sadakat gösterme þeklinde olgun bir mümin vasfý olarak anlatmaktadýr. (Bkz. Mü’minûn, 8.) O halde ahd, ister Allah’a, ister insanlara karþý verilmiþ olsun mutlaka yerine getirilmesi gereken bir vecibedir. (Bkz. Bakara, 177.) Allah Teala ahde vefa gösterenlere þu müjdeyi vermektedir; "Siz bana verdiðiniz ahde sadýk kalýn ki, ben de size verdiðim ahdi ifa edeyim." (Bakara, 40.) Yani Ýslam’a girerek, benim emir ve yasaklarýma uyun ki, ben de sizi vaat ettiðim af ve rahmetimle (cennetimle) ödüllendireyim. (Tefsir, Ýbn Kesir, I, 57.)
Ahde vefanýn bir baþka tezahürü de þöyledir: "Müminler içinde Allah’a verdikleri sözde duran nice erler var. Ýþte onlardan kimi, sözünü yerine getirip o yolda canýný vermiþtir; kimi de (þehitliði) beklemektedir. Onlar hiçbir þekilde (sözlerini) deðiþtirmemiþlerdir." (Ahzab, 23.) Bu ayetin sebeb-i nüzulünü Enes b. Malik þöyle nakleder: Enes b. Malik’in amcasý Enes b. Nadr, Bedir gazvesine katýlamadýðý için çok üzülmüþ ve Hz. Peygamber’e gelerek "Müþriklerle yaptýðýn ilk savaþta bulunamadým. Eðer Allah müþriklerle tekrar savaþmayý müyesser kýlarsa ne yapacaðýmý da görecektir” demiþtir. Nitekim bir yýl sonra Uhud savaþý olmuþ, Enes b. Nadr en ön saflarda yerini almýþtýr. Fakat bir ara Müslümanlar, okçularýn yerini terk etmesinden dolayý daðýlýnca Enes b. Nadr: "Ya Rabbi, þunlarýn yaptýklarýndan özür diliyorum." Diyerek hiç düþünmeden hemen ileri atýlmýþ ve orada þehit düþmüþtür. Enes b. Malik der ki; "Biz onun cesedi üzerinde seksen küsur yara saydýk. Bir kýsmý kýlýç darbesi, bir kýsmý da mýzrak ve ok yarasýydý. Amcamý tanýyamadýk, onu ancak kýz kardeþi halam Rübeyye bt. Nadr parmaklarýndan tanýyabildi. (Tirmizi, Tefsir, 34.) Ýþte Bedir, Uhut ve tüm savaþlarda görüldüðü gibi Hz. Peygamber’i yalnýz býrakmayan, Hz. Hamza, Hz. Mus’ab, Hz. Enes, Hz. Ömer, Hz. Ali ve binlerce samimi dostun canlarý ve mallarýyla gösterdikleri vefa.
Hz. Peygamber’de ahde vefa
Hiç þüphesiz ahde vefanýn en güzel örnekleri Hz. Peygamber (s.a.s.)’in yaþayýþýnda görülmektedir. Abdullah b. Ebi’l-Hamsâi þöyle bir olay nakleder: Hz. Peygamber ile kendisine peygamberlik verilmezden önce bir yerde buluþmak üzere konuþmuþ ve vaatleþmiþtik. Fakat unutmuþum, üç gün sonra aklýma geldi ve hemen konuþtuðumuz yere gittim. Baktým ki orada bekliyor. Beni görünce, "Ey genç delikanlý! Bana biraz sýkýntý verdin çünkü (sözümün gereði) üç günden beri burada bekliyorum." dedi. (Ebû Dâvud, Edeb, 90.) O, kendisine bir hafta süt emziren dadýsý Ümmü Eymen’i ömrü boyunca unutmamýþ, yýllarca kendisine bakan sütannesi Halime’ye devamlý hürmet etmiþ, sütkardeþi Þeyma’yý Huneyn savaþýndan sonra esirler arasýnda görünce dayanamamýþ, onu kabilesine hediyelerle göndermiþtir. Bu hadiseden sonra Þeyma’nýn Müslüman olduðu nakledilir. Çocukluðunu yanýnda geçirdiði Ebu Talib’in hanýmý Fatýma’yý, "ikinci annem" diyerek taltif ve hürmet etmiþtir. Müslümanlara kucak açan Habeþ Necaþi’sini ise Hristiyan olmasýna raðmen daima hayýrla yadetmiþ, öldüðünde cenaze namazýný kýlmýþtýr. (Bkz. Buhari, Cenaiz, 4.) Hz. Peygamber (s.a.s.) bir defasýnda yanýna gelen bir ihtiyar kadýna fazla ikramda bulunmuþtu. Sebebini soranlara "Bu kadýn, Hatice’nin saðlýðýnda bize gelir giderdi. Ahde vefa dindendir." þeklinde cevap vermiþtir. Nitekim anne ve babaya vefa göstermenin þartlarýndan birisi de onlarýn dost ve akrabalarýný arayýp sormaktýr. (Müslim, Birr, 11.) Ýnsanlar arasýndaki muhabbetin kesilmesi þeytanýn hoþuna gider. Zira Kur’an bu hususa þöyle iþaret eder: "Kullarýma söyle; sözün en güzelini konuþsunlar. Sonra þeytan aralarýný bozar. Çünkü þeytan insanýn apaçýk düþmanýdýr." (Ýsra, 53.) Allah için olan muhabbet, devam eden sevgidir. Dünyalýk için olan muhabbetler tez geçer ve devam etmez. Peygamberimiz (s.a.s.) Allah için birbirlerini seven ve menfaat gözetmeyen kimseleri arþýn gölgesi altýnda gölgelenecek kimseler olarak belirtmektedir. (Buhari, Hudud, 19.) Yine Peygamberimiz (s.a.s.), ahde uygun hareket etmeyi imandan saymýþ, ahde aykýrý davranmayý ise nifak alametleri arasýnda göstermiþtir. (Müslim, Ýman, 106.) Peygamberimiz "seyyidü’listiðfar" duasýnda "Allah’ým! Gücüm yettiði kadar ahdine ve vaadine sadakat gösteriyorum." (Buhari, Daavât, 16.) diyerek, ahde vefaya riayet etmenin önemini ve bu hususta samimi olmayý bizlere hatýrlatmaktadýr.
Hz. Peygamber’in vefasý bir baþka açýdan þöyle düþünülebilir: Peygamberimiz (s.a.s.) kimseye müyesser olmayan semalar ötesi seyahate, ruhundaki vefa duygusu sayesinde muvaffak olmuþtur. Zira o, miraçta gökler arasý âlemlere gitmiþ, Sidretü’l-Münteha’ya ulaþmýþ, cennetin cazibedar güzelliklerini görmüþ, peygamberlerle görüþmüþtür. Gözlerin kamaþtýðý ve gönüllerin hayrette kalýp kendinden geçtiði o mutlular âlemini, ümmetine olan vefa duygusuyla terk edip ümmetine geri dönmüþtür. Ona cennetleri unutturan, ümmetine ve dostlarýna karþý olan vefa duygusuydu. Nitekim o rahmet peygamberi, mahþer günü tüm peygamberlerin "nefsi, nefsi!" dediði bir zamanda, "ümmeti, ümmeti!" diyerek ümmetini almadan cennete girmeyecektir. (Müslim, Ýman, 322.) Bir anlamda o, bu ýzdýraplý ve elemli dünyaya yeniden dönerek ümmetine vefayý öðretmek istemiþtir. Hz. Mevlana’nýn ifadesiyle belki o, yetmiþ iki millet içine dönüyor, tattýklarýný onlara da tattýrmak, duyduklarýný onlara da duyurmak istiyordu. Ýþte peygamberane tavýr ve peygamber yolu budur. Bu açýdan Allah’a ve ahirete inanan bir insan, vefa duygusuyla hareket etmeli ve ahde vefalý olmalýdýr. Gerçekten yürekten inanmýþ bir insanýn artýk vefasýzlýk etmesi düþünülemez.
Günümüz toplumunda ahde vefa
Toplumda vefa, gönüllerin bütünleþmesi ve karþýlýklý saygý ile ortaya çýkar. Zira kalbi ve ruhi hayatý olmayan toplumlarda vefadan bahsetmek bir hayli zordur. Nitekim konuþurken doðru beyanda bulunma, verdiði sözlerde, ettiði yeminlerde vefalý olma öncelikle gönül hayatýna baðlýdýr. Kendini yalan ve aldatmadan kurtaramayan; her an verdiði söz ve yeminlere muhalif hareket eden ve bir türlü yüklendiði mesûliyetlerin aðýrlýðýný hissetmeyen kiþilerden vefa beklemek çok gerçekçi olamaz. Bu açýdan vefa, dost ikliminde yetiþen bir gül bahçelerine benzer. Zira vefa, duyguda, düþüncede, tasavvurda ayný þeylerin paylaþýlmasýný hissettirir. Kinler, nefretler, kýskançlýklar ise onun olduðu yerde hayat bulamaz. Þu halde toplumdaki vefa, sevginin, mürüvvetin baðrýnda boy atar, geliþir, düþmanlýk ikliminde ise bir anda söner gider. Yuva, vefa duygusu üzerine kurulmuþ ise devam eder ve canlý kalýr. Millet bu yüce duygu ile faziletlere erer. Devlet, kendi raiyetine karþý ancak bu duygu ile itibarýný korur. Fakat vefa düþüncesini yitirmiþ bir ülkede, ne olgun fertten ne emniyet vadeden yuvadan, ne de istikrarlý ve güvenilir bir ortamdan bahsetmek mümkün deðildir. Böyle bir millette toplum birbirlerine karþý kuþkulu, yuva kendi içinde huzursuz, devlet raiyetine karþý duyarsýz ve her þey birbirine karþý yabancýdýr. Oysa vefa, fertlerin birbiriyle kaynaþýp bütünleþmesini temin eder. Vefa sayesinde tefrika ortadan kalkar, toplum bütünleþerek birlik ve beraberlik tesis eder. Böylece toplum, vefa duygusuyla olgunlaþmýþ ve onun kenetleyici ruhuyla kuvvetlenmiþ olur.
Netice
Vefa, dosta ait bir sýfattýr. Dost, dostunu asla terk etmez. Dostluðun devamý da ancak vefaya baðlýdýr. Bu baðlamda Hz. Peygamber (s.a.s.), Medine’de öncelikle muhacir ve ensar kardeþliðini tesis etmiþtir. Bu temelden sonra dostluk anlayýþý ve vefa þuuru medeniyet olarak dünyaya yayýlmýþtýr. Bizler de millet olarak bu medeniyeti coþkulu ve heyecanlý, azimli ve kararlý bir þekilde insanlýða tanýtmýþ, Ýslam’ýn hoþgörüsünü çevremize göstermiþiz. Fakat beklenmedik bir kasýrga bizleri saða sola daðýtýnca, verimli topraklarýmýz çöle dönmüþ, güllerin yerini dikenler almýþ, bað bozulmuþ, sanki baðban ölmüþ, kazanýlan faziletler eriyip yok olup gitmiþtir. Muhtemelen dünyevi menfaat için üzerlerine aldýklarý mükellefiyetlere vefasýzlýk edip bir kenara çekilenler, bu meþakkatlere bir gün bile tahammül gösteremeyip dýþarýda duranlar, þimdi hasret ve nedamet içindedirler. Ancak Cenab-ý Hakk’ýn en çok sevdiði amel, Allah’ýn adýnýn gönüllere nakþedilmesi ve Ýslam’ýn güzelliklerinin yeryüzüne yayýlmasýdýr.
Þu halde "vefa" yalnýz Ýstanbul’da bir semt adý olarak hatýrlanmamalýdýr. Bilakis vefa, sadakat, sözünde durma, sevgide sebat, asaletli dostluk olarak Allah ve Rasulüne vefayý hatýrlatmalýdýr. Ey peygamber yolunun takipçileri vefa düþüncesiyle sözleþtiði yerden ayrýlmayan vefalý dostlar! Ahde vefa gösteren er oðlu erler! Mertliði, yiðitliði, sevgiyi, saygýyý, hoþgörüyü "vefa" þeklinde unutmuþ gönüllere hep beraber ulaþtýralým. Belki böylece bazý vefalý dostlarý, ümitsizlik ve yeisten kurtarabiliriz. Nitekim Mehmet Akif Ersoy, 1918 yýllarýndaki hissini ve ye’sini þöyle anlatmaktadýr:
"Vefa yok, ahde hürmet hiç, emânet lafz-ý bî medlûl; / Yalan râyiç, hiyânet, mültezem her yerde, hak meçhûl! / Yürekler merhametsiz, duygular süfli, emeller hâr, / Nazarlardan taþan mana ibadullahý istihkar." (Safahat, s. 456.)
|