Öfke doluydu adam… Karþýsýndakine var gücüyle baðýrýrken yüzü kýpkýrmýzý kesiliyor, þah damarý boynunda belirginleþiyordu. Öfkenin alevi yüzüne yansýrken, kýrýcýlýðý da sesinde çýnlýyordu. Onun bu hâli Rahmet Peygamberi’nin dikkatini çekince, yanýndakilere dönerek o sakin ve huzur veren sesiyle þöyle demiþti: “Öyle bir söz biliyorum ki, eðer þu kiþi o sözü söylese, kendisinde bulunan öfke hâli yok olur gider. Eðer bu adam ‘Eûzü billâhi mine’þ-þeytânir-racîm’ (Kovulmuþ þeytandan Allah’a sýðýnýrým) dese, kendisinde bulunan bu öfkeli hâl diner.” Bunu duyan sahabiler hemen adamýn yanýna gelerek þeytandan Allah’a sýðýnmasýný yani euzü besmele çekmesini söylemiþler ama o “Ben deli miyim de bunu yapacaðým!” diyerek itiraz etmiþti. (Buhârî, Bed’ü’l-halk, 11.)
Elbette deli deðildi adam. Onun deli olmadýðýný Peygamberimiz de biliyordu. Fakat öfkesi onu delirtmiþ gibiydi. Kendini kontrol edemez ve saðlýklý düþünemez hâle gelmiþ, dolayýsýyla þeytanýn kötü yönlendirmesine dur deme kabiliyetini yitirmiþti. Rasul-i Ekrem onun bu savunmasýz hâlini gördüðü için Allah’ýn engin merhametine sýðýnmasýný ve þeytandan uzaklaþmasýný istemiþ, öfkenin etkisi altýnda sonradan piþman olacaðý adýmlar atmasýna engel olmayý arzu etmiþti.
Sevgili Peygamberimiz “Öfke þeytandandýr, þeytan da ateþten yaratýlmýþtýr. Ateþi su söndürür, dolayýsýyla biriniz öfkelendiði zaman abdest alsýn.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 3.) buyurarak da öfkenin þeytanla ilgili olduðuna dikkat çekmiþtir. Öfke, insanýn iradesini zayýflatarak onu her türlü olumsuz yönlendirmeye açýk hale getirmektedir. Atalarýmýzýn “Öfke gelince akýl gider.” diyerek tarif ettiði bu hâl elbette þeytanýn iþine gelecektir!
Aslýnda öfke gayet doðal bir duygudur. Ýnsanýn kendisini tehlikelere karþý korumasýnda, kiþiliðine ve deðerlerine yönelik bir saldýrý karþýsýnda savunmaya geçmesinde tetikleyici güç olarak görev yapan içgüdüsel bir duygudur. Bedenine, malýna, inancýna, ýrzýna ve sevdiklerine karþý bir tehdit algýladýðýnda öfkelenen insan, bedensel, duygusal ve zihinsel güçlerini ayný anda harekete geçirerek söz konusu tehdidi uzaklaþtýrmaya çalýþýr. Ancak öfkenin yaratýlýþ kodlarýmýzda var olmasý onun bütünüyle masum olduðu anlamýna gelmemektedir. Çünkü hepimiz biliriz ki öfke, kontrol edilmesi gereken ve haddini aþtýðýnda hem öfkelenen kiþi hem de karþýsýndakiler için son derece tahripkâr olan bir duygudur. Kýsacasý Allah Rasulü’nün de söylediði üzere, ateþ gibidir öfke; ona muhtaçtýr insan, ama gereðinden fazla olup kontrol edilemez hâle geldiðinde yakar, yýkar, periþan eder…
Ýmtihan dünyasý, her adýmýnda farklý sorunlarla insanýn karþýsýna çýkar. Bir problemle yüz yüze geldiðinde, kendisini bir anlaþmazlýðýn ortasýnda bulduðunda, gayretlerine raðmen duygu ve düþüncelerini ifade etmekte zorlandýðýnda, istekleri gerçekleþmediðinde minicik bir bebek bile olsa öfkelenir insan. Hâlbuki akýl sahibi olan ve Rabbinin sýnýrsýz lütfu ile bu kâinatýn en deðerli varlýðý olma þerefine eren insandan istenen, öfkesinin aklýný perdelemesine izin vermemesidir. Doðru zamanda ve doðru bir þekilde dýþa yansýttýðý öfke ile kimi zaman baþarýlý olabilecekse de, öfkenin yanlýþ yer ve zamanda patlamaya hazýr bir dinamit gibi avucunda gezdiðini unutmamasýdýr.
“Öfke baldan tatlýdýr.” derler. Öfkeye kapýlýp ne dediðini ve ne yaptýðýný bilmez bir halde savrulmak insanýn kolayýna gelir. Oysa aklýselim sahibi yetiþkin bir kimsenin zarara dönüþecek bir öfke duyduðunda bunu en kýsa sürede dindirerek sabýrlý ve saðduyulu olmasý lazýmdýr. Hiçbirimizin öfke girdabýna kendini býrakýp bütün olumsuz enerjisini karþýsýndakilere boþalttýktan sonra “Ne yapayým, öfkeme yenildim.” deme gibi bir l ü k s ü yoktur. Öfkesini denetlemek ve kendine hâkim olmak yaþý, cinsiyeti ve konumu ne olursa olsun, herkesin vazifesidir. “Öfke ile kalkan zararla oturur.” ise, anne, baba, öðretmen, idareci, esnaf ya da usta, herkes kendisini ve çevresini zarardan korumakla sorumludur.
Peygamber Efendimiz, kendisinden nasihat isteyen bir kiþiye “Öfkelenme!” buyurmuþ ve bunu üç defa tekrar etmiþtir. (Buhârî, Edeb, 76.) Elbette bir alev topunu andýran öfkeyi yutmak kolay bir iþ deðildir. Ama Allah Rasulü’nün ifadesiyle, “Asýl pehlivan güreþte karþýdakini yenen deðil, öfke anýnda kendini kontrol edebilendir!” (Müslim, Birr ve sýla, 106.) Velhasýl, marifet, güreþmeyi ve ezmeyi deðil, öfke ile mücadele edebilmeyi öðrenmektir. Bu konuda Peygamber Efendimizin hayatýnda eþsiz örnekler vardýr. Haksýzlýk karþýsýnda öfkesini göstermekten çekinmeyen Allah Rasulü, bunun dýþýnda gayet sakin, soðukkanlý ve aðýrbaþlý davranmýþ, öfkenin insanlarý esir aldýðý bir cahiliye toplumuna hilm, þefkat ve merhamet aþýlamýþtýr. Sözgelimi, Huneyn Savaþý’nda elde edilen ganimetleri paylaþtýran Hz. Peygamber (s.a.s.), gönüllerini Ýslam’a ýsýndýrmak için çabaladýðý bazý kimselere fazla mal vermiþ, bunu gören ensardan bir kiþi de öfkesine hâkim olamayarak, “Vallahi bu, adaletin gözetildiði ve Allah rýzasýnýn hedeflendiði bir paylaþtýrma deðildir!” demiþti. Bunu duyan Peygamber Efendimiz, mübarek yüzünün rengi deðiþecek kadar öfkelendiði halde sabretmiþ ve þöyle demiþti: “Allah ve Rasulü de adaletli davranmayacaksa kim adil olacak! Allah, Musa’ya rahmet etsin. Bundan daha fazla eziyete uðramýþtý da o bunlara sabretmiþti.” (Buhârî, Farzu’l-humus, 19.)
Öfke kontrolü konusunda ümmetinin yardýmýna koþan Rasul-i Ekrem, “Biriniz ayakta iken öfkelenecek olursa hemen otursun, eðer (oturunca öfkesi) dinecek olursa ne âlâ! Ama eðer dinmezse o zaman da uzansýn.” (Ebû Dâvûd, Edeb, 3.) buyurmuþ ve öfkelenen insanýn kýrýcý olmamasý için susmasýný tavsiye etmiþtir. (Ýbn Hanbel, I, 239.) Öfkenin kabullenilmesine ve kiþiliðe yer etmesine razý olmayarak ismi Baðîz (öfkeli/nefretli) olan bir adamýn ismini Habib (sevecen/sevgili) olarak deðiþtirmiþtir. (Ýbn Hacer, Ýsâbe, I, 320.) Kendisi de öfkenin etkisiyle hata yapmaktan endiþe etmiþ ve bu konuda Rabbinden þöyle yardým dilemiþtir: “Allahým! Muhammed ancak bir beþerdir. Her insanýn öfkelendiði gibi o da öfkelenir. Eðer bir Müslüman’a haksýz yere lanet okur, aðýr konuþur, beddua edersem, bunu onun için (günahlarýndan) temizlenme ve rahmet vesilesi kýl.” (Müslim, Birr ve Sýla, 89.)
Hz. Ömer’in oðlu Abdullah der ki: “Allah katýnda, Allah’ýn rýzasýný dileyerek öfkelendiðinde yutkunan bir kulun bu yudumundan daha hayýrlý bir yudum yoktur.” (Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, s. 446.) Rasulüllah da öfkesini yenen ve gücü yettiði halde kendisini tutarak karþýsýndakini incitmeyen kulun ahiretteki mükâfatýný anlatmýþtýr. (Tirmizî, Sýfatü’l-kýyâme, 48.) Nihayetinde mesele, inanan bir kul olarak Rabbin hoþnutluðu uðruna ateþin yalýmýna karþý durmak ve Kur’an’da kendilerinden övgüyle bahsedilenler arasýna girmek deðil midir? “Onlar bollukta ve darlýkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanlarý affedenlerdir… Ýþte onlarýn mükâfatý Rab’leri tarafýndan baðýþlanma ve içinden ýrmaklar akan cennetlerdir ki orada ebedî kalacaklardýr. (Allah yolunda) çalýþanlarýn mükâfatý ne güzeldir!” (Âl-i Ýmrân, 3/134, 136.) “Öfke baldan tatlýdýr.” derler. Öfkeye kapýlýp ne dediðini ve ne yaptýðýný bilmez bir halde savrulmak insanýn kolayýna gelir. Oysa aklýselim sahibi yetiþkin bir kimsenin zarara dönüþecek bir öfke duyduðunda bunu en kýsa sürede dindirerek sabýrlý ve saðduyulu olmasý lazýmdýr.
|