MUHABBETULLAH (ALLAH SEVGİSİ) 2
f-Hiç kimsenin sevgisi Allah sevgisinden daha ileri olmamalı:

"De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım-rabanız, kazandığınız malların ke-ia düşmesinden korktuğunuz tica­riniz), hoşlandığınız meskenler, size Allah'tan, Rasûlünden ve O'nun folunda cihad etmekten daha sevgili o halde Allah emrini getirinceye kadar gözetleyin (başınıza gelecekle­ri göreceksiniz)." (Tevbe, 9/24)

“İnsanlar içerisinde Allah’tan başka bir takım varlıkları Allah’a eş değer görüp, onları Allah’ı sever gibi sevenler de vardır. Oysa ki, iman etmiş olanların Allah’a olan sevgileri her şeyden daha güçlüdür. Kendi kendine kötülük edenler, azaba uğratıldıkları zaman görecekleri gibi, keşke tüm kudretin sadece Allah’a ait olduğunu ve azabı en şedid olanın yalnızca Allah olduğunu bilselerdi.” (Bakara, 2/165)
28/04/2009 - 16:06

Allah'ı sevmek, zamanla O'nun tara­fından sevilme nimetini kazandırır. Allah'ın sevdiği kullar ise âhiretin kor­ku ve üzüntüsünden kurtulmuş olur­lar.

"İyi bil ki Allah'ın velîlerine (sev­diklerine) korku yoktur ve onlar üzül­meyeceklerdir."  (Yunus, 10/62)

 

2a-Allah’ı sevmek samimiyettir.

Şehâdet hem bir sözleşmedir hem bir iddiadır. Ya da söz vermedir. Kişi bununla Rabbini tanıyacağına, O´nda gelenleri kabul edecegine dair bir anlaşma imzalar ve gereğini yapmaya söz verir. İşte Allah sevgisi şehâdetle verilen sözdeki samimiyettir.

İman; sadece marifet ile olmaz, sevgi de gerekir. Sevgi; imanı olgun-laştırır. Allah'ı ve Rasûlullah'ı her şeyden daha çok sevmek, mü'minin imanının kemalini gösterir.

"Nefsim hariç,seni her şeyden daha çok sevi­yorum, Ya Rasûlallah." diyen Hz. Ömer'e, Peygamberimiz (s.a.s.): "Be­ni nefsinden de çok sevmedikçe kâmil mü'min olamazsın, ey Ömer" demiş­ti. Hz. Ömer de "Seni nefsimden de çok seviyorum Ey Allah'ın Rasûlü." deyince Peygamber Efendimiz "Şimdi oldu ey Ömer!" buyurmuştu.

Peygamber'i sevmek, insanlığının ötesinde, Allah'­ın elçisi olduğu içindir, yani onu Allah sev­diği içindir.

Yine cihada çıkacak olan İslâm askerlerine maddî yardımda bu­lunmak üzere herşeyini bağışlayan Hz. Ebu Bekir'e Peygamberimiz: "Geride ailene ne bıraktın?" diye so­runca, "Allah ve Rasûlü'nün sevgisi­ni bıraktım, ey Allah'ın Rasûlü" di­yerek imanın sevgi ile doruk noktaya çıktığının numûnesini vermiştir.

Hz. Peygamber'de (s.a.s.): "Allah'ım, se­ni sevmeyi ve seni seveni sevmeyi ve senin sevgine beni yaklaştıracak şeyi sevmeyi bana nasip et ve senin sevgi­ni (sıcak ve hararetli günde) soğuk su­yu sevmekten bana daha sevimli kıl." diye dua etmiştir.

 

2b-Allah’ı sevmek O´nun ahlâkıyla ahlâklanmaktır.

Gazzali ve Razi gibi alimlerin hadis zannettigi hikmetli bir sözde şöyle deniliyor: “Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanınız.”

Vahyin ruhunu yansıtan güzel bir söz. el-Esmâul Hüsna’nın müslümanın hayatında eyleme dönüşmesini bu söz güzel bir biçimde ifade ediyor. Zira Esmâu’l-Hüsnâ güzelliğin ve ahlâkın kaynağıdır. (İslamoğlu, M. Allah (cc) s: 96)

Kul, sevgisiyle Allah'a itaat eder, farz ibâ­detlerin dışında nafile ibâdetlerle de Allah'a manevî yakınlık kazanmaya çalışır. Nihayet ilâhî lütuf ile Allah'­ın sevgisine layık olur. Allah bir ku­lunu sevdi mi onun gören gözü, işiten kulağı, tutan eli ve yürüyen ayağı olur. Yani kul, Allah'ın görmesini istediği şeyi görür, işitmesini istediği şeyi işi­tir, tutmasını istediği şeyi tutar...

Da­ha açık ifadeyle Allah sevdiği kuluna daima razı olduğu işleri yapmayı na­sip eder.

Bir kutsî hadiste şöyle buyuruluyor:

“Kim benim sevdiğim bir kula düşmanlık ederse ona savaş ilân ederim. Kulum, benim kendisine farz kıldıklarımı yerine getirmekten daha çok benim için sevimli olan bir şeyle bana yaklaşmamıştır. Kulum bana nafile ibdetlerle yaklaşmayı sürdürür; sonunda ben onu severim, ne zaman ki ben onu severim, artık onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden isterse veririm. Bana sığınırsa onu korurum... ” (Buharî, Rikak 38 (3254))

Bu bir anlamda Allah’ın Vedûd isminin tecellisidir. O, hem çok seven, hem de çok sevilendir. Çok sevilmek isteyen çok sevmelidir. İlahî sevgiyi çok kazanan daha çok ilgiyi hak eder. Bu da müslümandaki iç potansiyeli harekete geçirir. İlahî sevgiyle birlikte gönül gözü açılır, gönül kulağı açılır, gönül dili konuşmaya başlar. Artık o müslüman Allah’ın gör dediği yerden bakmaya başlar. (İslamoğlu, M. Allah (cc), s: 76)

 

2c-Allah’ı sevmek haddini bilmektir,

Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmak insanın Allah’ı tanıması ve anlamasıdır. İnsan Allah’ı bilirse, kendini bilir. Kendi küçüklüğünü bilirse, ancak o zaman Allah’ın büyüklüğünü bilir.

Bu da bir anlamda haddini bilmektir.

 

2d-Allah’ı sevmek O´na teslim olmaktır.

Bütün bunların dışında kul Allah'ı, O'ndan gelecek bir nimet kar­şılığı değil; yalnızca Allah olduğu için sevmelidir. O'nu sevmenin ilk alâmeti O'na inanmak ve kayıtsız şartsız emir­lerine itaat etmektir.

"De ki: Eğer siz Allah 'ı seviyorsanız hemen bana (Hz. Muhammed'e) uyun ki Allah da siz­leri sevsin... " (Âli İmran, 3/31)

Bu âyet Allah'ı sevmenin ve Allah tara­fından sevilmenin şartı olarak Hz. Peygamber'e mutlak itaati öngörü­yor. Hz. Muhammed'e itaat, esasta O'nu elçi olarak gönderen Allah'a ita­attir. O'na isyan ise Allah'a isyandır.

İsyan ile sevgi bir arada bulunamaz.

            “Sevmek kalbin en soylu eylemidir. Kalbin sevgi eylemi bilgiye de dayalı olabilir, cehâlete de. Eğer cehalete dayalıysa, bu sevgi seveni özgür ve özü-gür kılan bir eylem değil, seveni tutuklayan bir tutkuya dönüşür. Eğer bu sevgi bilgiye dayalıysa, o zaman bire sonsuz veren bir tohuma (habbe: mahabbe) dönüşür. Kalp sevdiğini bilir, tanır ve anlarsa muhabbet eylemine başlar. Sevgisi arttıkça da sevdiğine manen yakınlık (kurbiyyet) kazanır.

Kurbiyyet kazanan kurban olur. Kurban olan teslim olmuştur.” (İslamoğlu, M. Allah (cc), s: 74)

 

            2e-Allah’ı sevmek imandır

            İman anlamak, idrak etmek, tanımak ve teslim olmaktır. Bu teslimiyet de teslim olunana sevgiyi doğurur. İman edenler, sevilmeye layık olanı/olanları severler.

Olumlu sevgi insan hayatına değerler katar. Değerlere anlam verir. Allah’ı sevdiğini iddia eden, iman etmelidir, yani teslim olmalıdır. Ki insanın hayatında değer olsun, değerler de anlamlı olsun.

Allah’a karşı duyulabilecek sevgiyi de zaten sahih iman geliştirir ve büyütür. En büyük aşıkların en güçlü imanlılar arasından çıktğına şaşmamalı.

 

2f- Allah’ı seven O’ndan korkar

Allah’ı O’na yaraşır gibi sevenler, neyi sevdiklerinin farkındadırlar. Hangi makamın karşısında durduklarını bilirler. Sevgilerini ve korkularını dengede tutarlar.

Allah’ı hakkıyla  sevdiğini iddia edenler, sürekli ‘beynel-havfi ve’r-rec’a/korku ile ümit arasındadırlar. Hem korkarlar, hem de ümitlerini yitirmezler. Allah sevgisine layık olamamaktan, bu sevginin hakkını verememekten korkarlar. Ciddi bir hata yaparak bu sevgiyi yıpratmaktan çekinirler. Ya Allah beni sevmezse diye endişe ederler. İçlerinde sürekli bu korkuyu yaşatırlar.

Yalnız bu korku kişinin korkunç olan bir şeyden ürpermesi gibi değil; sevginin üzerine titreme, bu sevgiyi azaltma veya kaybetme endişesidir.

Kur’an Allah’ı böyle sevenlere ‘müşfikun’ diyor. Müşfikun olanlar Allah’ın yüceliği karşısında derin bir saygıyla titrerler. Sevgilerine şefkat ederler, hürmetten dolayı yürekleri titrer. (Enbiya, 21/28)

İnsan idrakinin ötesinde olan Allah’tan tazimle korkma Kur’an’da ‘haşyet’ terimiyle anlatılıyor. (Haşyetullah)

Haşyet, korkulan şeyi bilerek saygı ile birlikte, içi titreyerek korkma demektir. (R. Isfehâní, Müfredât, s: 213)

Kur’an’da Allah’tan korkmak ‘havf’ kelimesi ile de anlatılıyor (Mehâfetullah)

Havf daha genel, haşyet daha özeldir. Allah’tan hem havf edilir, hem haşyet duyulur. Ama azabından yalnızca havf edilir-korkulur.

Haşyet; sürekli Allah’ın  (cc) huzurunda olmanın bilincidir.  Kur’an bu korku sıfatını daha çok alimler hakkında kullanmaktadır.

“...Kulları içinde ise, Allah’tan ancak alim olanlar ‘içleri titreyerek-korkar.” (Fatır, 34/28)

Haşyet, marifetle (tanıma-idrak) ile birlikte ortaya çıkan bir korku türüdür. Allah (cc) bilinmez ve insanın gözüne görünmez. Bilen, bilinenden daima üstündür. Bu gerçeği bilenler Rablerinden ‘haşyet’ duyarlar. 

‘Havf’ harekete geçme, ‘haşyet’ ise derlenip toparlanma ve sakinleşmedir. Mesela, korkunç bir tabiat olayını gören kimsenin iki durumu olur: Birincisi ondan korkma halidir. İkincisi ise o olayın kendine zarar vermemesi için tedbir alması veya bir yerde karar kılmasıdır.

Rabbinden ‘haşyet’ duyanlar, O’na yönelirler, O’ndan yardım dilerler, O’na sığınırlar ve ilgilerini, sevgilerini, kullaklarını yalnızca O’na yöneltirler.

Peygamberimiz (sav) de şöyle buyuruyor:

“Ben Allah hakkında sizden daha fazla bilgiye sahibim ve benim haşyetim-korkum sizden fazladır.” (Buharí, Edeb/72. Müslim,  Fedâil/127, 128 (2356))

Buradaki korkunun ma’rifetten (tanımak/bilmek) kaynaklandığnı görüyoruz. Böyle bir bilginin de iman edeni sevgiye yönelteceği açıktır.