Kimlik ve Vahyin İnşa Ettiği Müslüman Kimliği
Gençler belki bilmez, eskiden 20 sayfadan fazla sayfaları olan defter gibi nüfus cüzdanları vardı. Osmanlı kimliği, tümüyle anlaşılmaz hale getirilip tarihe çoktan mal olmuştu T.C. ile zaten. Sonra bir daha değişti, tek sayfalık mavi-pembe kimlikler kabul edildi. Derken vatandaşlık numaraları ilâve edildi. Olmadı, yine değişecek, içine çipler yerleştirilecek ve çok fonksiyonlu olacak. Bu değişiklikler sürpriz sayılmamalı. T.C. vatandaşının sık sık kimliğini değiştirir. Uzun süre aynı kimlikte kalmasına rızâ göstermez. Sık değişen kimlik, kimliksizlikle eş durumdur. İnsanımızın iki türlü kimlik problemi var. Birisi kimliksizlik, diğeri çok kimliklilik.
01/06/2009 - 15:44

 Kimliksiz: Düzenin yetiştirdiği insanın kimliği, çok bilinmeyenli denklemi andırıyor. Ne müslüman olduğu belli, ne de kâfir diyebiliyorsun. Kilisedeki kuş misali. Müslümansa kilisede ne işi var, hıristiyansa heykelin üzerine niye pisliyor? İnsanımızı kuşa benzettiler, kilisedeki de değil; tapınaktaki kuşa. Kamusal alanı tapınağa çeviren düzen, heykelin üstüne pislemeyi de suç saydığından, önünde saygı duyup tapınan kuşa dönüştürdü insanımızı. Kuş derken deve kuşu. Ne uçabiliyor, ne yük taşıyor. Kuş demek cesaret ister; kuş değil, çünkü uçamıyor. Deve desen diyemiyorsun, yük taşıyamıyor.

Aynı zamanda çok kimlikli: Devekuşu; hem deve, hem kuş geçiniyor; eh, biz de kabul edelim: Deve gibi her tarafı yamuk, kuş beyni kadar beyinli, kuşbeyinli. Devedeki gibi işkembe, kuştaki kadar akıl. Düzen bu hale getirdi insanımızı, eseriyle övünebilir. Her yerde ayrı bir kimlik, ayrı bir rozet, ayrı bir yüz, ayrı bir maske. İki yüzlü de değil, iki yüz yüzlü. Sakala göre tıraş, karşısındakine göre tavır...

İslâm, dosdoğru bir kimliktir. Her yerde kendisini gören bir zâtın her an kendisini imtihan ettiği bilinciyle O’nu görür gibi yaşayan bir kimlik. Her yerde, her zaman diliminde, her müslümanın sahip olması ve hiç değiştirmemesi gereken bir kimlik: Müslümanlık.

“Allah uğrunda, hakkını vererek cihad edin. O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi. Babanız İbrahim’in dininde (de böyleydi). Peygamber’in size şâhit olması, sizin de insanlara şâhit olmanız için, O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur’an’da) size ‘müslümanlar’ adını verdi. Öyle ise namazı kılın; zekâtı verin ve Allah’a sımsıkı sarılın. O, sizin mevlânız, tek efendinizdir. O, ne güzel koruyup kurtarıcıdır, ne güzel yardımcıdır.” (22/Hacc, 78)  

İslâm fıtrat dinidir, güzellik dinidir. "Her çocuk, İslâm fıtratı (Allah'ı tanıma ve O'na teslim olma) yaratılışı üzere doğar." (Müslim, Kader 25; Ahmed bin Hanbel, 4/24). İnsanı, yaratılışındaki güzelliğe çağırır. Güzellik, fıtrî bir özelliktir. Güzel Zât’ın güzel olarak yarattığı insanın, güzeli gören, güzelden zevk alan rûhu, etrafta güzeli arar, bulur.  

Güzelin ölçüsü müslümana göre bellidir: Cemîl/Güzel olan Allah’ın hükmü. Güzel, Allah’ın güzel dediğidir. Bütün fıkıh usûlü ile ilgili kitaplarda “husün-kubuh” (güzellik-çirkinlik) konusu işlenir. Bu konudaki görüşler şöyle özetlenebilir: “Güzel olan Allah, sadece güzel olan şeylerin yapılmasını emreder” veya “güzel olan Allah’ın emrettiği her şey güzeldir.” “Allah sadece çirkin şeyleri yasaklar” veya “Allah’ın yasakladığı her şey çirkindir.”

Var ettiklerine en güzel boyayı vuran da Allah'tır (2/Bakara, 138). Güzelin kaynağı ve tüm güzelliklerin sergileyicisi olan Allah, insandan da güzellik sergilemesini, yani ihsânı emreder:

            "...Allah sana ihsân ettiği gibi, sen de (insanlara) ihsân et (güzellikler sergile, iyilik yap)..." (28/Kasas, 77)

En güzel kıvamda, en güzel biçimde yaratılan (95/Tîn, 4) insanla ilgili güzellikler, somut bedensel güzelliklerin yanında ve ondan öncelikle soyut güzelliklerdir. Tevhidî, ahlâkî, rûhî, zihnî güzelliktir esas önemli olan. Tüm insanlar, hangi renkte, hangi yaşta, hangi seviyede olursa olsun yaratılışındaki mânevî/fıtrî potansiyel sâyesinde güzellik yarışmasına katılabilir, derece alabilir. Çünkü Allah, ölüm ve hayatı, insanlardan kimlerin en güzel ameller işleyeceğini sınamak için yaratmıştır (67/Mülk, 2). Hayırda yarışmaya katılmamız emredilmiştir (2/Bakara, 148; 5/Mâide, 48).

Bilindiği gibi İslâm, kelime anlamı olarak, teslim olmak, müslüman olmak demektir. Müslim, Allah’a itaat eden, boyun eğen, bağlanan, kendini Allah’a veren, ihlâslı bir şekilde Allah’a yönelen ve hakkıyla müslüman olan kişidir.

İslâm’ın mânâsı, teslim olmaktır; Allah’ın emir ve yasaklarına teslim olmak. Allah’ın hükümlerine teslim olmaksızın İslâm olmaz  (Bak. 6/En’âm, 162; 4/Nisâ, 65). İnsan, Allah’ın yarattığı kuldur. Allah, ilmiyle her şeyi kuşattığından ve hikmet sahibi olduğundan kulluğun gereği, O’na teslim olmaktır. Hayatın kanunları insanın Allah’a teslim olmasını gerektirir. Çünkü bu kanunları da, insanı da en iyi bilen, Allah’tır.

 Bütün kâinat ve içindeki her şey O Yaratıcı’nın kanunlarına itaat etmektedir. O yüzden bütün kâinatın dini İslâm’dır. Güneş, ay, yıldızlar hep müslümandır. Dünya, hava, su, ışık, ağaçlar, taşlar ve hayvanlar da müslümandır. İslâm, Allah’a itaat edip teslim olmak demek olduğu için, bütün bu varlıkların isyan etmeden Allah’a itaat ettiklerini görmekteyiz. Yani teslim oluşlarına, müslüman oluşlarına şâhidiz.

“Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? Oysa göklerde ve yerde olanların hepsi ister istemez O’na teslim olmuştur ve O’na döndürülüp götürüleceklerdir.” (3/Âl-i İmran, 83).

Bu âyette gökte ve yerde olanların teslimiyeti insana örnek olarak gösteriliyor ve deniliyor ki “Ey insan, İşte sen de böyle teslim olmalısın!” Hz. Ali’nin de dediği gibi “İslâm teslimdir, teslimiyettir.” Allah’a teslim olmayan kimse, müslüman sayılmaz. İnsan neye teslim olmuşsa ona kul olmuş demektir. İslâm, imanın bir tezâhürü, dışa yansımasıdır. İman etmeden teslimiyet, yani imansız İslâm olur mu? Olsa bile makbul değildir. Münâfıklar inanmadan teslimiyet gösteren insanlardır. Günümüzde de gerektiği şekilde iman etmediği, Allah’ın hükümlerini içine sindiremediği, başka ideolojileri (dinleri) benimsediği halde kendilerini “müslüman” olarak tanıtan insanlar bu sınıfa girerler. İslâmîyet’in (teslimiyetin) geçerli olabilmesi için gönül rızâsıyla, kayıtsız ve şartsız tam bir teslimiyetle Allah’ın şeriatına teslim olmak gerekir.

İnsan da kendi hür irâdesi ve tercihiyle Allah’a teslim olursa, İslâm’ı seçip müslümanca yaşarsa, kâinatın boyun eğdiğine teslim olduğundan artık o, kâinatla barışıp uyum sağlar. Böylece bu insan, kimlikli, kişilikli bir şahsiyet olarak örnek insan olur, tüm dünyada halifeliğe adaydır artık. Dünya İslâm Devleti onu beklemektedir.

Vahye göre sahih müslüman kimliğinin temel vasıfları nelerdir?

         Kur’an-ı Kerim’de ve hadislerde müslümanların özellikleri farklı açılardan anlatılmaktadır. Allah nasıl bir kul istediğini, müslimleri ve onların güzel hallerini anlatarak bize göstermektedir.  Peygamberimiz de müslümanlarda bulunması gereken sıfatları anlatmıştır:  

          “Bir adamın, ‘Hangi müslüman hayırlıdır?’ sorusuna karşılık; ‘Diğer müslümanların elinden ve dilinden emin olduğu (zarar görmeyeceğine güvendiği) kimsedir’ buyurmuştur.” (Müslim, İman 14, Hadis no: 40; Ebû Dâvud, Cihad, Hadis no: 2481; İbn Mâce, Fiten 2, Hadis no: 3934)

         “Müslüman müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve başkalarının da zulmetmesine râzı olmaz.” (Buharî, Mezâlim 3)

         “Müslümanın müslüman üzerindeki hakkı beştir: Selâmını almak, hasta ise ziyaretine gitmek, cenazesine katılmak, (meşru) davetine uymak, hapşırdığı zaman ‘yerhamükellah-Allah sana rahmet etsin’ demek.” (Buhârî, Cenâiz 2; Müslim, Selâm 3, Hadis no: 2162; Ebû Dâvud, Edeb, Hadis no: 5030; Nesâî, Cenâiz 52; Tirmizî, Edeb 1, Hadis no: 2736)

         “Müslümanın kanı, canı, ve ırzı diğer müslümanlara haramdır (bunlara saldırı helâl değildir).”  (İbn Mâce, Fiten 2, Hadis no: 2931; Ahmed bin Hanbel, 2/491)

         “Müslüman sevdiğini Allah için seven, Allah ve Rasûlünü her şeyden çok seven, kendisine imanı nasip ettikten sonra küfr’e dönmeyi, cehenneme yüzüstü atılmaktan daha kötü gören kimsedir.” (Nesâî, İman 3-4)

 "Eslim teslem / İslâm'a gir, kurtulursun." (Buhârî, Bed'ul Vahy 6, Cihâd 102, Tefsîru Sûre 3, 4; Müslim, Cihâd 74; İbn Mâce, Mukaddime 10)

 "Müslüman, sevdiğini Allah için seven, Allah'ı ve Rasûlü'nü her şeyden çok seven ve Allah kendisine imanı nasip ettikten sonra tekrar küfre dönmeyi, cehenneme yüz üstü atılmaktan daha tehlikeli gören kimsedir." (Nesâî, İmân 3, 4)

Kalbinde imanı olan her insan aynı zamanda müslümandır. Fakat her müslüman mü'min olmayabilir. İslâm'da asıl olan iman ve amelin birlikte bulunmasıdır. İbâdetler, insanlar arası münasebetleri düzenleyen hükümler ve bunlara uymayanlar için öngörülen dünyevî ve uhrevî müeyyideler bir bütün olarak alınır, birbirini tamamlayacak şekilde kişi ve toplum hayatında uygulamaya konulursa "İslâm'a gir, kurtulmuş olursun" hadisinin haber verdiği gerçek ortaya çıkar.

          İbâdet ve muâmelelerden soyutlanmış bir kalpteki imanın korunması güçtür. Aylarca veya yıllarca namaz, oruç, zekât ibadetini tanımamış, günlük işlerinde İslâmî bir endişesi olmayan bir kimsenin kalbi kararabilir ve İlâhî duygulara karşı duyarlılığını kaybedebilir.

   Muvahhid bir müslüman, tevhid veya şehâdet kelimesini söyler ve imanını ortaya koyar. Bu kelimeleri söylemek ve onların içerisinde saklı olan ilkeleri kabul etmek, insanlar arasında kesin bir tercihin ortaya konulmasıdır. İnsanların gittiği yanlış yolun, yaptıkları hatalı davranışların, ibâdet ettikleri sahte ilâhların terk edilmesini ilân etmektir. Ayrı bir yolun, ayrı bir dinin, ayrı bir hayat anlayışının, ayrı bir ahlâk nizamının, ayrı bir hedefin seçilmesini bildirmedir. Müslüman, bütün benliği ile, kendisine ulaşan iman ilkelerini alır, öğrenir, tasdik eder ve bunları hayat haline getirir.

   Tevhidî imana sahip bir müslüman, Allah’ın varlığını ve tek olduğunu, hâkimiyetinde ve ilâhlığında hiç bir ortağı olmadığını, hiçbir şeyin O’na denk olmayacağını, O’nun dışında ibâdet edilecek bir ilâh olamayacağını, insanlara din koyma, kanun koyma yetkisinin sadece O’nda olduğunu, en kâmil (en yüce) sıfatların O’na ait olduğunu kabul ve tasdik eder.

   İman etme; dil ile inandığını söyleme, iman esaslarını kabul etme ve imanın gereklerini yerine getirmedir. Mü’min, ‘ben imanın bütün ilkelerini kabul ediyorum’ demekle yetinmez. Bilir ki imanın içerisinde, imanı hayata hâkim kılma anlayışı da vardır. Meselâ, Hz. Muhammed’in (s.a.s.) son peygamber olduğunu tasdik etmek iman için yeterli değildir. O’nun hem son peygamber olduğu kabul edilecek, hem de Kur’an emrettiği gibi O’na itaat edilecek, yani O’nun sünnetine uyulacak.

   İslâm’ın emirlerine uymak ve yasaklarını yapmamak imanın ve müslüman şahsiyetin gereğidir. İslâmî kimlik sahibi müslümanların yapması gereken özelliklerden biri de, iman etmeyen insanlar gibi yaşamamak, inanç, ahlâk ve davranış olarak onlardan farklı olmaktır.  Neye iman ediyorsa, o iman kaynağının çizdiği çizgide, gösterdiği ölçülerde bulunup yaşamaktır.

 
Allah’ı râzı etmeyi birinci amaç edinip O’na hakkıyla kulluk yapmaya çalışan şahsiyetli müslümanlara, dâvâ adamı kimliği taşıyanlara selâm olsun!