Yeni Bir Ramazan Yaşarken
Her Ramazan farklı bir güzellikle gelir, onu özleyenlerle yepyeni bir atmosferde buluşur. Geldiğinde; "Ne zaman, ne çabuk geldi?" der ve arkasından ilave ederiz: "Günler ne kadar çabuk gelip geçiyor?"
24/07/2009 - 11:06

İlk günlerde erken yakalanmışçasına ne yapacağımızı bilemeyiz. Sonra giderek manevî atmosferi, feyzi, bereketi bizi kuşatır, gönüllerde rahmet ve mağfiret ümitleri pırıldamaya başlar. Sonra uykudan uyanırcasına rahmet, bereket ve mağfiret ayının son günlerini yaşadığımız anlarız. Tam manevî bir tüle bürünmüşken ona veda ederiz. "Ne çabuk bitti?" deriz. Ömrümüzden bir Ramazan daha geçmiştir, bilemem ne kadar idrak ederiz…
Ramazan her gelişte gönlümüze farklı ümitler taşıyarak gelir, her gidişte de zihnimizde ve gönlümüzde farklı hatıralar bırakarak gider… Bir dahaki Ramazan''a çıkıp-çıkamayacağımızı ise fazla düşünmeyiz. Çünkü böyle bir düşünce hoşumuza gitmez…
Günler gelip geçiyor, yıllar birbirini kovalıyor, giden günler, aylar, yıllar bir daha geri gelmiyor… Bunu düşünmekten de fazla hoşlanmayız. Çünkü bu düşünce, ömrümüzden bir yıl daha geçtiğini hatırlatır. Küçük çocuklar büyümekten hoşlanır, siz sorunca yaşını büyük göstermeye çalışırlar. Büyükler ise eskimekten hoşlanmazlar…

*
Ramazan gelince en uygun olan şüphesiz Ramazan''ın feyz ve bereketiyle ilgili duyguların paylaşılması, oruç, sahur, iftar, teravih, sadaka-i fıtr, zekât hakkında bilgiler verilmesidir. Ancak Ramazan''ın feyz ve bereketiyle ilgili birçok yazıyla karşılaşacağınıza inanıyorum. Bu yüzden sizlerle farklı dertlerimizi paylaşmak istiyorum.
İslâm''ın gül bahçesinde nice güzel kelimeler var. Başka dillerde, başka zihniyetlerde olmayan kelimeler. Alınmaya, çalınmaya çalışılan kelimeler. Onları İslâm''dan çalmaya çalışanlara yakışmayan kelimeler: Şehidlik ve şehâdet gibi, cihad ve mücahid gibi, sebil ve zekât gibi, feyz ve bereket, rahmet ve mağfiret gibi, sahur ve iftar gibi…
Ramazan''ımız vardı, Ramazan gibi… "Onbir Ayın Sultanı" derdik ona. Sultanlar gibi karşılar, sultanlar gibi uğurlardık. Yollarını beklerdik ümmet olarak.
Günler geldi Ramazanlar değişti. Bayramların değiştiği gibi… Ramazan Geceleri türedi, malum geceler gibi. İçinde feyz ve bereket olmayan. Hatta sevap yerine günah kazanılan. Çalgılar çalınıp göbek atılan. Karşılığında kamu kurumlarından ücret alınan… İftar sofraları kuruldu, başına daha çok oruçsuzlar oturan.
Bir fıkra anlatılırdı halk arasında: Bektaşî''ye sormuşlar: "Sen oruç tutmuyorsun. Hiçbir iftar yemeğini de kaçırmıyorsun, neden?" Cevap vermiş: Oruç tutmayıp Allah''ı gücendiriyoruz. Bir de iftar sünnetini terk edip Peygamber''in şefaatinden mi olalım?" İşte tam bu türden…
Garip iftarlar yaşamaya başladık. Dernek ve vakıfların iftarları. Belediyelerin iftarları, iftar çadırları. Siyasî Partilerin iftarları. Konsoloslukların iftarları. Gayr-i Müslimlerin verdikleri iftarlar. Hiç umulmadık kamu kuruluşlarının iftarları…
Bunların içinde insana gönül sürûru ve huzuru veren, nice kaynaşmaya ve hayra vesile olan iftarlar olduğu gibi gönül karartanlar da var. Hiçbir muhtacın, fakirin sofra başına oturmadığı, yemeğe el uzatamadığı, hatta içeri alınmadığı iftarlar gibi… Sofrada meşrubat yerine içkilerin bulunduğu ve sunulduğu iftarlar, kameraların masalar arasında zikzaklar çizdiği, durmadan salonu taradığı, kah yaklaşıp, kah uzaklaştığı, garip röportajların görüldüğü iftarlar gibi… Derdimiz de bunlar.
Arkadaşlarımızın arzu ve ısrarıyla Büyük Şehir Belediyesinin Cemal Reşid Rey Salonunda bir iftarına katılmıştık. Basamak basamak bize ulaşan yemeklerimizi canlı müzik eşliğinde yerken dayanamayıp yanımdaki arkadaşlara; "Ömrümde ilk defa bu kadar oruçsuz ile birlikte iftar ediyorum," demiştim. Böyle bir tahmin zihinde oluşabilir fakat onu kelimelere dökerek dile getirmenin, başkalarına aktarmanın çok doğru olmadığını biliyorum. Ancak çevrenize oturan insanlarda oruç tutan veya tutacak sima yoksa, henüz iftar vakti gelmeden masalara konmuş olan meşrubatları yudumluyor, salatadan atıştırıyorlarsa, konuştukları mevzular iftar sofralarından daha çok malum sofralara yakışıyorsa dilimizden daha iyi niyetli kelimeler dökülmüyor. İftar anı, manevî güzelliğini kaybediyor, kalp rencide oluyor, dile acı kelimeler geliyor.
Allah Rasûlü; "Oruç tutan insan için iki sevinç anı vardır: Birinci sevinç anı iftar anıdır. İkinci sevinç anı ise kişinin Rabbine kavuştuğu andır," buyuruyor.(1) Ancak siz sıcak yuvanızda veya hak davada samimi dostlarınızla iftar ederken duyduğunuz o sevinci duyamıyor, kendinizi garip ve yabancı duyduğunuz iftarlar yaşıyorsunuz…
İzah ediliyor; "Bu iftarların amacı değişik." Bizim dile getirmek istediklerimiz de bu değişik amaçlar, beklentiler, hedefler, niyetler… "Ameller niyetler göredir." Biz böyle öğretildik, böyle biliyoruz.
Afişler görüyorsunuz Mübarek Ramazan münasebetiyle. Sanatçıların geldiğini müjdeleyen(!), Ramazan şenliklerini, eğlencelerini haber veren…
Bu evlerin dışındaki dünyaya bir bakış, Ramazan ayında insanların toplu bulunduğu yerlerde yaşananları bir hatırlatış.
Artık teknik ilerledi. Dış dünya durduğu yerde durmuyor. Ekranlar yoluyla evlerimize kadar uzanma imkânı buluyor. Dolayısıyla Ramazan Eğlenceleri, diğer adıyla Ramazan Şenlikleri(!) veya iftar programları ekranlar kanalıyla evlerde kurulan iftar sofralarının baş köşesindeki yerini rahatça alabiliyor. Bunlardan kaç tanesi hayırlı, kaç tanesi evlere manevî atmosfer taşıyor diye sorsanız buna cevap vermekte veya manevî hava taşıyanı bulmakta çok zorlanırım. Sizler de zorlanırsınız. Bu kanaat, İslâmî olduğunu iddia edenler için de geçerlidir…
Oruç Allah rızası içindir. Ona itaatin ve kulluğun ifadesidir. Hak dava uğrunda iradeye hakimiyetin ifadesidir. Ümmet-i Muhammed''in imsak vaktinden güneş batıncaya kadar birlikte yaptıkları, bir ibadet bünyesinde bütünlüğü tattıkları bir ibadettir. Sahur vakti evlerde yanan ışıklar, iftar vakti yaklaşırken aniden tenhalaşan sokaklar, pidecinin önündeki sıcak pide kuyrukları birlikte yaşanan duyguların farklı ifade şekilleridir…
Oruçluluk, hayatın akışı içinde; terazi, tezgah, masa başındayken, inşaatlarda tuğla örerken, tarlalarda çalışırken, dairelerde muamele peşindeyken, hasta hanede hasta muayene ederken, sanayi sitesinde araba tamiriyle uğraşırken, torna makinelerini çalıştırırken, ahşap rendelerken, bürolarda masa üzerinde plan, proje çizerken, pazaryerlerinde meyve, sebze satarken ibadet şuurunu taşımaktır. Hayatın bir ibadete göre şekillenişinin tecellî ettiği bir atmosferi yaşayıştır. Muhtacın halinden anlamaktır. Onun yaşadıklarını yaşamak, hissettiklerini duymaktır. Onların sevinçlerine vesile olmaktır.
Ramazan eğlencelerinde de muhtacın, fakirin halinden anlamak var mıdır? Allah rızası var mıdır? Manevî atmosfer var mıdır? Allah''a kulluk ifadesi, ibadet şuuru var mıdır? Bu eğlenceleri tertip edenler, iftar sofralarını eğlenceye dönüştürenler ne niyet taşıyorlar? Bütünüyle bilemiyoruz… Allah rızası arzu ve ümidinde olduklarını zannetmiyoruz. Halkın gönlünü kazanma peşinde olduklarını kanaatini de taşımıyoruz. Öyleyse bunlar son yüzyılın en büyük musibetlerinden olan birilerine yaranma hastalığının tezahürleri midir? Dindar görünmeme, laik görüntü verme makyajları mıdır?
Şu gerçek unutulmamalıdır: Her makyaj iğretidir… Onu kullanana ne dostu ne de düşmanı nezdinde değer kazandırır.
Bizim çok güzel kelimelerimiz var demiştik. Her birini anınca gönülde nice güzel duyguların canlandığı, zihinde nice hatıraların dolaştığı kelimeler. Ramazan ve iftar bu kelimelerdendir. Onları başka şekle büründürmeye, kirletmeye çalışanlar Allah katında da kul katında da zalimdir. Onları gerçek manalarından çıkarmaya çabalayanlar zulmünü gelecek nesillere de ulaştırmaya çabalayanlardır.
"Şehidlik" ve "şehâdet" İslâmî terimlerdi. Kaç şekle girdiği, kaç türlü şehid, kaç türlü şehidlik türediği gözler önündedir… Vakıf İslâmî mana taşırdı, kaç türlü vakıf şeklinin ortaya çıktığı ve bunların ne yollarda kullanıldığı bir başka acı gerçektir…
Hırpalanmaya, yaralanmaya, kaybedilmeye çalışılan değerlerimiz bizim değerlerimizdir. Onları hırpalamaya, yaralamaya, yok etmeye çalışanlar ise sadece dışımızdaki insanlar değil. Eğer böyle olsaydı, onların bu yöndeki gayretlerini çok yadırgamazdık. Bizi rahatsız ve tedirgin eden, içimizi buran onlara ayak uydurarak yürümeye çalışanların varlığı ve çokluğudur.
Birçok alanda olduğu gibi herhalde bu alanda da bir yarış içindeyiz: İyilerin ve kötülerin yarışı. Doğrularla eğrilerin yarışı. Hak ile batıl mücadelesi. Bir de arada sürüklenenler. İyilerin yanında olunca onların akıntısına kapılanlar, kötülerle iç içe olunca onlarla yol alanlar…
Her nefis bu yarışta nerede olduğunu, nerede, hangi safta bulunması gerektiğini iyi tespit etmelidir. Ömrümüzden bir Ramazan daha geçecektir. Onu feyz, bereket, rahmet ve mağfiretle geçirmek bizim elimizdedir.
Fakirin elinin uzanmadığı davetlerde hayır yoktur, bu gerçek unutulmamalıdır. Feyz ve bereket ayını ma''siyet ve isyan ayına çevirmek, sevap yerine günah, mağfiret ve rahmet yerine azap kazanmak çılgınlıktır. Kendini akıllı zannedenlerin ahmaklıkları artık bıkkınlık verecek boyutlardadır.
Allah Rasûlü''nün; "Ramazan ayına ulaşan, bu ayı geçirip de mağfirete erişemeyen insana yazıklar olsun." (2) ikazı ve müjdesi, içinde taşıdığı mana incelikleri unutulmamalıdır.
Ayrıca Ramazan Ayı''nın Kur''ân Ayı olduğu unutulmamalıdır. Kur''ân tilaveti zikirlerin efendisidir. Onun emirlerini hayata aktarmak her mü''minin görevidir. İmana iman katıştır. Kalplerde oluşan katılığın yumuşatılması, taşlaşmanın eritilişidir. Gözleri perdeleyen gaflet perdelerinin kaldırılışı, hayatın ne yöne doğru gittiğini tespit için yeni bir bakış ve değerlendiriş fırsatıdır…
Son söz yine Efendimizden:
"Cennet''te bir kapı vardır. Ona "Reyyân" denilir. Kıyamet gününde bu kapıdan oruçlular girer." (3)


______________________

(1) Sahih-i Müslim, Savm (2/ 807), Sünen-i Tirmizî, Savm (3/ 138).
(2) Hadisi Tirmizî nakleder ve sahih olduğunu söyler.
(3) Sahih-i Müslim, Savm (2/ 808).