İnsanlığın Evrensel Ufku: Müslümanlık
Bütünlük bilinci, müslümanlara, tarihe, kültür ve uygarlığa tek boyutlu bir çerçeveden bakmak yerine, çok boyutlu bir çerçeveden bakmayı öğretir.
24/07/2009 - 11:30

Müslüman olmak demek, dünyaya, insanlığa, insanlara, olaylara evren­sel bütünlüğün ufkundan ve evrensel bir bi­linçle bakmak demektir. Bu ufuk ve bilinç, muhteşem bir ufuktur, muhteşem bir bi­linçtir. Bu ufuk ve bilinç sebebiyle biz Müs­lümanlar ortak bir insanlık fikrine inanır, iyi halk - kötü halk, seçilmiş halk - aşağılık halk ayrımı yapmayız. İslam, evrensel bir dinin adı olduğu için, İslam’ın varlığı her hangi bir devletin ya da ülkenin varlığı ile kaim değildir. İslam’ın yeryüzünün her hangi bir bölgesindeki başarısı, bütün Müslümanların paylaşması gereken bir başarıdır.

Dünyaya, insanlığa, olaylara evrensel bü­tünlüğün ufkundan bakamayanlar, bütün­lük bilincine sahip olmayanlar, öncelikle adalet bilincine sahip olmadıklarından böy­le hareket ederler. Adalet duygusuna sahip olmayanlar temek insanlık duygusuna sahip değildirler. Parçalarla sınırlı algılar, ilgiler, duyarlıklar, dar görüşlü algılar, ilgilerdir. Bütünlük üzerinde yoğunlaşmak demek, temeller üzerinde yoğunlaşmak demektir. Parçalara yönelik ilgiler, bağlılıklar, ayrıntı­lara yönelik ilgi ve bağlılıklardır. Bütünlük bilinci, Müslümanlara, tarihe, kültür ve uy­garlığa tek boyutlu bir çerçeveden bakmak yerine, çok boyutlu bir çerçeveden bakmayı öğretir. Çok boyutlu çerçeve, olayları, in­sanlığı, tarihi, maddi / manevi / hikemi / ahlaki / ruhani ve siyasi tüm boyutları içeri­sine alabilecek bir bakışla yorumlamayı ge­rekli kılar. İnsani bütünlük aklın ve iradenin bütünlüğüdür. Akılsız ve iradesiz insanın varoluşu kölece bir varoluştur. Akıllarını ve iradelerini gereği gibi kullanmayan bireyler gibi, toplumlar da hiçliğe mahkûm olurlar.

İnsani bir varoluş hayatın ve tarihin içeri­sinde, ilahi anlamlarla bütünleşen bir varo­luştur. İslam uygarlığı, tarih boyunca, insani anlam, değer ve ilkelere kaynaklık etmiştir. İs­lam bütün bir varlığın, göklerin ve yerin dili­dir, kalbidir, vicdanıdır. İlahi vahiy dünyaya an­lam ve düzen vermek üzere indirilmiştir. Din ve dünya birbirleriyle bütünleşmiş bir biçim­de vardır. Peygamberi­miz Efendimiz (s.a.v.) dini faaliyetleriyle siya­si faaliyetlerini birlikte yürütmüştür. İslam, yeni bir siyasal sistem kurarak tarihe girdi. Siyasetle ilgilenmeyen bir din, daha tarihe girer girmez evrensel bir devlet, evrensel bir uygarlık kuramazdı. Bu nedenle İslam’ı deruni bir duygusallığa indirgememek gerekir. Tarih boyunca; ilahi kaynağın dışında, felsefi ya da seküler, bağ­layıcı, düzenleyici, kuşatıcı, insani varolu­şun akli ve vicdani boyutuna birlikte hitap edecek bir sistem kurulamamıştır. Geçmiş­te, farklılıkları bütünleştiren ahlaki, irfani bir sistem vardı. Bugün böyle bir sistem ol­madığı için, farklılıklar aşağılanıyor, öteki­leştiriliyor. İnsanlar Kürt, Ermeni, Rum ya da diğerleri farklı oldukları için muhacerete mecbur bırakılabiliyor.

   Sosyal, kültürel, tarihsel, felsefi temelleri / boyutları olmaksızın Batı’dan ithal edilen laik­çi radikallik, çok büyük ahlaki belirsizliklere, boşluklara neden oluyor. Hıristiyan toplum­ların sorunlarını, yıkıcı mezhep savaşlarının neden olduğu sorunları çözümlemek üzere ortaya çıkan sekülerizm, evrensel geçerlilik­ten söz edemez. Laiklik, sınırsız bir bireycilik ve bencillik şeklinde, maddiyatçılık şeklinde somutlaşıyor. Laiklik insani varoluşun en ha­yati boyutunu inkâr ediyor. Sınırlarının ve iş­levlerinin bilinci olmayan Katolik kökenli laik akıl, insanı / insanlığı dünye­vileştiriyor. Dünyevileşen insan her alanda keyfili­ği seçebiliyor. Avrupa’da sekülerizmi hayat tarzı haline getiren kesimler Avrupa’nın Hıristiyanlıkla tanımlanmasına karşı çı­karken, Türkiye’de seküler kesimler, Türkiye’nin İs­lam ile tanımlanmasından derin rahatsızlık duyuyor. İslam - Batı gerilimi, rekabeti, çatışması med­ya klişelerinin sınırlarını aşabilecek yetkinlik­te ve derinlikli olarak konuşulmuyor, konu­şulamıyor. Bu yüzdendir ki, İslam yalnızca “fundamentalizm” kavramı gibi olumsuz an­lamda kullanılan bir kavramın sınırları içeri­sine hapsedilmek isteniyor. Bu durum İslam’a yönelik olarak yapılan büyük bir haksızlık ve saldırganlıktır.

   Günümüzde etnik kimliğin ve hareketle­rin ortaya çıkışı yeni iletişim teknolojilerinin ortaya çıkışıyla birlikte gerçekleşti. Yine bu teknolojiler aracılığıyla her toplumda birey­ler uluslar arası popüler kültürün nesneleri / tüketicileri haline getirildiler.

 

 

 Her toplumda gençler, giyim-kuşam ve müzik modalarını izleyerek kendilerini kanıtlamaya çalışıyor. Modanın işlevlerini ve sınırlarını büyük öl­çüde tekstil endüstrisi belirliyor. Moda, mo­dernitenin, biçimsel/ yüzeysel yüzünü temsil ediyor. Değişim ihtiyacına, farklılık ihtiyacı­na cevap vermeye çalışan modanın aynı za­manda, sınıfla, parayla, gösteriş ve gösteriyle, prestijle ilgili bir yanı var. Bu arada modanın yalnızca bir taklit olduğunu da belirtmek gerekir, meta kültürünün ürünü olduğunu kaydetmek gerekir. Modaya teslim olmak, piyasa algılarına / mantığına teslim olmaktır.

Günümüzde, toplumlar, medya dili / söy­lemi / kültürü yoluyla kültürsüzleştiriliyor, yapay hazlara yönlendiriliyor, yapay hazlar et­rafında bu toplumlar bütünleştiriliyor. Medya dili / söylemi, yapay hazlar ve eğlence kültürü yoluyla toplumu düşüncesizleştiriyor. Her tür taklit ve yapaylık insanın düşünme yeteneğini kaybetmesine neden oluyor. Taklit, zihinleri, algıları deforme ediyor. Gençler müzik yoluy­la ciddi bir sömürgeleştirme faaliyetine maruz kalıyor. Popülist müzik, metalaşma, şeyleşme ve standartlaşmaya yol açıyor. Reklam ve mo­daların totaliter niteliği giyim-kuşamın nasıl olması gerektiğini dayatıyor. Bu dayatmalar utanç verici başörtüsü yasaklarına yol açıyor. Hızlı ve yoğun iletişim sayesinde halkların bilinç seviyelerinin yükselmesi beklenirken, hızlı ve yoğun iletişim aracılığıyla halklar dü­şüncesizleştiriliyor ve bilinçsizleştiriliyor.

Enformasyonun dördüncü küresel ege­menliği, sömürge egemenliklerinin sürdü­rülmesine yardım ediyor. Sömürgeciliği haklı çıkarmak için, her tür ahlaksızlığa, yalana ve kötülüğe tevessül edilebiliyor. Sömürgecilik geçmişte kalan bir uygulama değil, bugün de sürüyor. Teknoloji ve sanayileşme daha iyi bir dünya için kullanılmadı, daha mut­lu bir insanlık için kullanılmadı; savaşlar, katliamlar ve sömürgecilik için kullanıldı, halen kullanılıyor. İran, bağımsız bir siyasal iradeyi temsil etmeye çalıştığı için çok ağır yaptırımlar ve savaş tehdidi altında tutulu­yor. Uydu / parya Ortadoğu ülkeleri ise resmi eleştirilerin dışında tutuluyor. Petrol zengini ülkelerin otoriter rejimlerle, hanedanlık re­jimleriyle yönetiliyor olması Amerika’nın ya da Avrupa’nın umurunda değil. Bu rejimle­rin İsrail’e karşı muhtemel muhalefetlerinin, etkisiz hale getirilmesi için, otoriter rejimler Amerikan himayesine alınıyor. Tarihi boyun­ca hep emperyalist olan, bugünde Siyonist emperyalizmini sürdüren İsrail, İslam düş­manlığını küresel ölçekte etkili kılabilecek yoğun çalışmalar yapıyor.

Bugünün dünyasında “evrensel insan hak­ları” ve “demokrasi” söylemi de emperyalist uygulamaları meşrulaştırmak üzere araç ola­rak kullanılıyor. Liberal demokrasi, Ameri­kan demokrasisi, kendi çıkarları için, piyasa ekonomisinin çıkarları için, her tür kötülü­ğü mübah sayıyor. Küresel düzen, hukukun temel ilkelerini yok sayarak İslam dünyası toplumlarına tahakkümü sürdürüyor. Batı dünyası, Avrupa merkezli ekonomi / toplum / siyaset modelini küreselleşme aracılığıyla güvence altında tutmak istiyor.

İçerisinde yaşadığımız olayları yüzeysel olarak konuşmak yerine, günlük tezahürle­ri içerisinde değerlendirmek yerine, olayları hazırlayan koşulları / nedenleri / hareketleri anlamak gerekiyor.