"Lâ İlâhe İllallah Deyin
"İnsanların kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur ki, dönerler diye (Allah) onlara, yaptıklarının bir kısmını kendilerine taddırmaktadırlar." (1)
24/09/2009 - 11:05

   İnsanlar, yaratılış gayeleri olan şirk koşmadan yalnızca Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ'ya ibadet etmek hakikatını inkâr ederek, kullara kul olmayı kabullenip Allah'dan başka ilâhlara ibadet etmeye yöneldikleri için, karasıyla deniziyle bütün yeryüzünde fesad ortaya çıkmıştır. İnsanın yaptığı bu zulümden dolayı, yeryüzünün tabiî dengesi bozulmuştur… Malum olduğu üzere en büyük zulüm, şirktir!.. (2)
   İmam Fahruddin er-Razî (r.h.a.)'ın beyanıyla "Yapılan her fesad, şirkten kaynaklanır." (3) Şirk koşanlar, gerek kendi nefislerine, gerekse toplumlarına zulmettikleri gibi, yeryüzünde insanların dışındaki canlılara ve cansızlara da zulmettiler…  Âlemlerin Rabbi Allah'a şirk koşanlar, Allah'ın indirdikleriyle hükmetmeyi reddettikleri için kâfirleştirir… Kâfirleşenler, zalim ve fasık oldular… (4) Allah'ın indirdiği hükümleri reddeden, egemen oldukları ülkelerde Allah'ın hükümlerini yasaklayan, böylece tağutlaşıp insanlar üzerinde sahte rab ve ilâh kesilen tağutlar, yeryüzünü karasıyla, deniziyle, insanıyla, hayvanıyla ve bitkisiyle ifsad ederler… Çünkü zalim egemen tağutlar, adâletin yerine zulmü egemen kıldıkları için, varlıkların, tabiatları gereği bulunmaları gerekli olduğu yerlerini değiştirmişlerdir… Aslanın önüne ot, ceylanların önüne et koymuş ve onlardan yemelerini istemiş, hattâ emrederek zor ve baskı uygulayarak gerçekleşmesini istemişlerdir… Yegâ ne Rabb ve ilâh Allah Teâlâ'yı hükümleriyle kişisel ve toplumsal hayatlarından uzaklaştırmış, Allah'a kul olması gerekli olan insanı, Allah'ın yerine toplumun rabbi ve ilâhı etmişlerdir… Böylece hem ferdi, hem de toplumu bozmuş ve zulmetmişlerdir… Kendi elleriyle, başlarına belâ getirmiş ve bir çok musibetlere sebeb olmuşlardır…
   "Size isabet eden her musibet, (ancak) ellerinizin kazandığı dolayısıyladır." (5) diye buyuran Rabbimiz Allah, bu belâ ve musibetlerden kurtulmanın tek yolu, şirkten, nasûh tevbe ile tevbe ederek kesinlikle vazgeçip Tevhid'e sarılmak olduğunu beyan buyurmuştur…
   "Asra andolsun,
    Gerçekten insan, ziyandadır.
   Ancak iman edip salih amellerde bulunanlar, birbirlerine hakkı tavsiye edenler ve birbirlerine sabrı tavsiye edenler başka." (6)
   "Ey iman edenler, rükû edin, secdeye varın, Rabbinize ibadet edin ve hayır işleyin. Umulur ki, kurtuluş bulursunuz." (7)
   Kurtuluş ve huzur, Âlemlerin Rabbi Allah'a şirk koşarak, yeryüzünün ifsadıyla kaybolduğu gibi, Allah'ı Tevhid ederek ve yeryüzüne Allah'ın hükmünü egemen kılarak ıslah etmek ile tekrar bulunmuş olur… Hele hele zalim egemen tağutlar tarafından işgal edilip küfür ve şirkin hakim kılındığı İslâm topraklarında, yeniden Tevhid'e, yeniden İmana ve yeniden İslâm'a hareketi ciddî bir şekilde başarıya ulaşmaz ise, kurtuluş ve huzurdan söz etmek mümkün değildir!..
   Bilerek veya bilmeyerek Allah'dan başka rablere ve ilâhlara yönelip onların tağutî hükümlerine göre hayatı düzenleyen kitleler, bu tuğyanlarından vazgeçerek, yeniden: "Lâ ilâhe İllallah" hakikatına gelmedikçe, kurtuluşa eremedikleri gibi, kullara kul olmak zilletinin en kötüsü içinde sürünüp perişan olacaklardır… Kendilerine, hidayet üzere olan muvahhid mü'minler tarafından tebliğ edilip duyrulan "Lâ ilâhe İllallah" gerçeğine karşı kör, sağır ve kalbi katılar olarak kalmaya devam ettikleri, egemen zalim tağutlara itaati sürdürdükleri müddetçe, zilletin en çetinine uğrayacaklardır…
   Onbeş asır önceki Mekke şehrinde yaşanan hayat, küfrün ve şirkin egemen olduğu, kulların, kullara kulluk yaptığı ve tağutların ilâhlaştırıldığı bir zillet hayatı idi…
   Allah Teâlâ, dalâlet ve zillet içinde yaşayan şirkin ve küfrün içinde bocalayan insan kullarına merhamet edip lütufta bulundu… Onların içinden Rasulü Muhammed (s.a.s.)'i vazifeli kıldı, O'na vahyetti ve insanların kurtarıcı önderi olarak seçti…
   Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.), insanlara hitaben:
   "Ey insanlar, Lâ ilâhe İllallah deyin de kurtuluşa erin!" buyuruyordu. (8)
   Delilleriyle bilerek, isteyerek, şuurlu bir şekilde idrak ederek, (9) bu cümleyi söylerken neyi reddedip, neyi kabul ettiğini anlayarak, kalben tasdik, dil ile idrak edip, varlığıyla isbat ederek, "Lâ ilâhe İllallah" deyin ve kurtulun!.. Kesintisiz ve katıksız bir iman, ferdin ve toplumun kurtuluşudur… Şirkten, küfürden, bid'attan, hurafeden ve her türlüsüyle cahiliyyeden kurtulmanın biricik vesilesi, kalbe yerleşen, dil ile beyan edilen ve organlarla gereği yerine getiren sapasağlam bir imandır…
   Vasat Ümmetin müctehid ulemâsından İmam Hasan el-Basrî (r.h.a.)'in deyimiyle, "muhakkak ki iman, temennî (bir takım lafta kalan şeylerle oyalanma) ile değildir. Hoşlanmayla da değildir. Fakat O, kalbe yerleşen ve amellerin tasdik ettiği bir şeydir!" (10)
   Çağdaş zalim ve müstekbir tağutların işgalinde olan İslâm topraklarında kendilerini İslâm'a nisbet eden ve müslüman olduklarını söyleyen yüz milyonlarca insanlar, egemen tağutları reddederek, "Lâ İlâhe İllallah" hakikatına sımsıkı sarıldıkları takdirde, her biri birer muvahhid mü'min olurlar… Muvahhid mü' min olduğunun farkına varanlar, "ancak mü'minler kardeştir" (11) düstûru, hayatlarının temel ilkeleri yapar, böylece yüz milyonlarca mü'min müslümanlar ile kardeş olduğunu idrak ederler… O zaman, muvahhid mü'minlerin bir bütün olduğu anlaşılır… Tağutlaşmış kullara, kul olmaktan tamamen kurtulup, Âlemlerin Rabbi Allah'a Teâlâ'ya gerçek kul olanlar, kendileri gibi iman edip, salih amel işleyen sadıkları beraber olur ve her nerede olursa olsun mü'min müslümanların bir vücûdunun organları gibi olduğuna inanırlar…
   Nu'mân b. Beşir (r.a.)'ın Rasulullah(s.a.s.)'den rivayet ettiği şu hadisteki durum, "Lâ İlâhe İllallah" deyip kurtuluşa erenler için gündeme gelir:
   "Bütün mü'minleri, birbirine merhamette, lütufta ve yardımlaşma hususlarında sanki bir vucûd misali görürsün. O vücûdun bir organı hastalanınca, vücûdun diğer kısımları birbirlerini hasta organın elemine -uykusuzlukla hararete- ortak olmaya çağırırlar." (12)
   "Lâ İlâhe İllallah" akîdesi ile birbirine bağlanan, Kalbleri mü' min, beyinleri müslüman ve vücûd ları İslâm'a teslim olmuş muvahhidler, birbirlerinin velîleri, yani dostları, kardeşleri, yardımcıları ve destekleyicileridirler… Bu yüce şahsiyetler, kadınıyla, erkeğiyle İslâm Milleti'ni oluşturur, iyiliği emreder, kötülükten nehyeder, namazı kılar, zekâtı verir, Allah'a ve Rasulü (s.a.s.)'e katıksız iman ettikleri gibi, itirazsız itaat ederler… (13)
   "Lâ İlâhe İllallah" düstûru ile birbirine bağlanmış muvahhid mü' minler, taşları birbirlerine kurşun ile kaynatılmış, böylece sapasağlam kenetlenmiş, mühkem kale duvarları gibi olurlar…(14)
   Katıksız iman edip salih amel işleyerek takvaya ulaşmaya gayret eden muvahhid mü' minler Allah Teâlâ'nın velîleri olmuş, (15) Allah da, bu mü'min müslüman kullarının velîsi olduğunu beyan buyurmuştur…(16) Mü'minlerin velîsi olan Allah Teâlâ, onları her türlü karanlıklardan nûra çıkarır… Karanlıklar, helâk oluş, nur ise kurtuluştur…
   Mü'min müslümanlar, "Lâ İlâhe İllallah" kalesine sığındıkları zaman birbirlerinin kardeşleri ve dostları olurlar… Bir vücûd hâline gelirler, kederde, tasada, sevinçte, mutluluk ve huzurda beraberlikleri devam eder… Herhangi bir müslümana isabet eden bir acıdan dolayı, diğer müslümanlar bu acıyı hisseder ve hemen yardımına koşarlar…(17)
   İbn Mes'ud (r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
   "Kim ki sabahleyin kalkarken, müslümanların sıkıntılarını kalbinden hissetmezse, onlardan değildir!" (18)
   Bu inançla, bu şuurla, maddî ve mânevî birbirlerini kardeşler kabul edip birbirlerine sarılan İslâm Milleti'nin her ferdi, diğer mü'min müslümanların bir parçası, onlar da onun bütünüdürler…
   Çağdaş zalim egemen tağutî güçler tarafından işgal edilen İslâm topraklarının her bölgesindeki muvahhid mü'min müslümanlar, gereğine riâyet ederek, "Lâ İlâhe İllallah" hakikatını gündeme getirir ve canlı tutacak olurlarsa, kurtuluşları an meselesidir…
   İslâm Milleti, diğer milletlerden ayrı bir Millet olup, onun mensubları olan mü'min müslümanlar, kendi dışında olanlara karşı bir bütündürler… Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.), ümmetini böyle vasıflandırıyor ve böyle olmalarının gerekli olduğunu kendilerine hatırlatıyor…
   Ma'kıl b. Yesâr (r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
   "Müslümanlar, başkalarına (düşmanlarına) karşı tek el (gibi olmalı) dır!" (19)
   Mü'min müslümanlar, işgal kuvvetleri olan tağutlara ve onların yerli işbirlikçilerine karşı, tek yumruk hâline gelip, onların alçak tepelerine şiddetle vurup onları, işgal edip sömürdükleri İslâm topraklarının söküp çıkarırken, kendi aralarındaki kardeşlik bağlarını sıkılaştırmaya gayret ederler… İslâm topraklarını işgal edip insanlar arasında fesad yaymaya çalışan küfür ve şirk güçlerini kovarken, kendi saflarını sımsıkı hâle getirirler ki, şeytan ve şeytanîler aralarına sızmasın… Yeryüzünü ifsad eden zalim tağutlardan temizlerken, içe dönük temizlik hareketinde gaflete düşmemelidirler…
   "Lâ İlâhe İllallah" deyip kurtuluş hareketini başlatanlar, yeni İslâm neslini inşâ konusunda çok dikkatli davranmalıdırlar. Onları, akîdesi sağlam, imanı bütün, birbirlerine karşı saygılı ve sevgili, salih amel üzere yaşayan, müslümanlara karşı alçak gönüllü, müşriklere karşı çok sert olan bir nesil yetiştirmelidirler…
   Tağutu, bütün kurum ve kuruluşlarıyla reddedip Allah'a iman edenler, tağuta düşman Allah'a dost olmalıdırlar… Tağuta asla meyletmemeli ve Allah'a olan dostluklarını zedelememelidirler… Allah'a dost, Rasulullah (s.a.s.)'e dost ve mü'min müslümanlara dost olan muvahhid mü'minler, bu dostluğun, bu velâyetinin gereğini yerine getirmeli, hak sahibinin hakkını noksansız teslim etmelidir…
   Yeni İslâm neslini, Kitab ve Sünnet ölçüsünce, bütün tağutî anlayışları ve düzenleri reddetmiş bir şekilde yetiştirirken, Abdullah İbn Ömer (r.anhuma)'nın Rasulullah (s.a.s.)' den rivayet ettiği şu hadisteki ilkelere bağlı kalınmalıdır:
   "Müslüman, müslümanın kardeşidir.
   Müslüman, müslümana zulmetmez.
   Müslüman, müslümanı (tehlike ve müsibette) terk de etmez.
   Her kim müslüman kardeşinin hacetinde bulunursa, Allah da Onun hacetini yerine getirir.
   Her kim bir müslümandan bir keder (bir darlık) giderip onu ferahlatırsa, Allah da onun, kıyamet gününde kederlerinden bir kederini giderip ferahlatır.
   Her kim bir müslümanı (dünyadaki ayıbından) örterse, Allah da onu, kıyamet gününde örter." (20)
   Kalben tasdik, dil ile ikrar ve varlığıyla teslimiyeti gerçekleştirerek "Lâ İlâhe İllallah" diyenler, Allah'ın lütfu ile kardeşler olduktan sonra, Allah'ın üzerlerinde tamamlanmış nimeti olan İslâm Dinin'ne sarılarak, dünyada da, ahirette de kurtuluşu gerçekleştirirler… Bu hakikatın oluşması için, işgal kuvvetlerine karşı, "Lâ İlâhe İllallah" kurtuluş hareketi başlaması ve Allah'ın izniyle sürdürülüp hayırlı bir şekilde sonuçlanması lazımdır…
   İslâm topraklarındaki tağutların şirk egemenliklerine rıza gösteren veya onların egemenliklerinde rahat yaşamak isteyenler, izzetin yerine zilleti tercih ettiklerinden dolayı böyle bir kurtuluşu beklemelerine hakları yoktur… Çünkü onlar, "Tih Çölü"nde kalmayı, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad etmeye tercih etmiş, (21) esaret zilletini, hürriyet izzetine değiştirmemiş, böylece zillet hayatını yaşama damgasını hakketmişlerdir…
   Yeryüzünü karasıyla, deniziyle ifsad eden çağdaş süper güç diye devleştirdikleri cüce tağutlardan kurtulmak, zilletten ve esaretten, izzete ve hürriyete hicret edebilmek için, "Lâ İlâhe İllallah" sıfat-ı mustakîminden asla ayrılmamak gerekir…
   İslâm'ın başlangıcında insanlar, "Lâ İlâhe İllallah"a sarılıp, ihlâs ile iman ettikleri için kurtuldukları gibi, bu çağda da, aynı ihlâs ile "Lâ İlâhe İllallah" a sarılıp gereğini yerine getirenler kurtulacaklardır… Bu kurtuluş yolu, fıtrat dini olan hayat nizamı İslâm'ın değişmeyen tabiatında mevcuddur… O günkü insanların, şirkten, küfürden, tağuttan ve yalancı, sahtekâr ilâhlardan kurtulmalarına vesile olan İslâm, kendisine karşı ihlâslı olanların, her çağda kurtuluşlarına vesile olur… Yeterki insanlar, O'nun gereğini yapıp Mü'min Müslüman olanlar, birbirlerine kardeş olur ve kendisi için istediği hayırlı şeylerin bütününü kardeşleri içinde ister… Onları sever, sayar ve yardımlarına koşar… Çünkü bu Ümmetin salih selefi böyle idiler… "Lâ İlâhe İllallah" deyip şirk ve küfürden kurtulunca, tağutu her yönüyle reddedip İslâm'a teslim olunca bu hâle geldiler… Bundan dolayı dünyanın fatihi oldular… Onlar gibi iman edip onlar gibi davrananlar, onların ulaştığı nimetlere ulaşırlar…
   Her zamanda ve her mekânda tebliğ ve davete devam edilmelidir:
   "Ey insanlar, Lâ İlâhe İllallah deyin ve kurtulun!"

_______________________
1) Rum, 30/41
2) Bkz. Lokman, 31/13
3) Fahruddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir-Mefahifu'l-Gayb çev. Prof. Dr. Suat Yıldırım, vdğ. Ank. 1994, C. 18, sh.122
4) Bkz. Mâide, 5/44, 45, 47
5) Şura, 42/30
6) Asr, 103/1-3
7) Hacc, 22/77
8) İmam Muhammed b. Muhammed b. Süleyman er- Rudânî, Cemu'l-Fevaid-Büyük Hadis Külliyatı, çev. Naim Erdoğan, ist. 2003, C.3, sh.258, Hds. 6395 Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.4, sh.84'den.                                                                                                                                                         
Muhammed İbn İshak, Siyer, çev. Sezaî Özel, ist. 1991, sh. 294
İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye-Büyük İslâm tarihi Tarihi, çev. Mehmet Keskin, ist.1994, C.3 sh. 62 Ahmed b. Hanbel ve beyhakî'den 
9) Bkz. Muhammed, 47/19
10) Abdullah İbnü'l-Mübarek, Kitabü'z-Zühd, çev. M. Adil Teynur, ist. 1992, sh.337, Hbr. 1565
Not: Aynı ifadeler, Rasulullah (s.a.s.)'den hadis olarak zaif bir sened ile Enes b. Malik (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir:
Bkz.İmam Suyutî, Câmiu's- Sağir Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, çev. İsmail Mutlu, Vdğ. İst. 1996, C.3, sh. 232, Hds. 3298 (7570). Deylemî, Müsnedu'l- Firdev's ten.
Ayrıca bkz. Münavî, Feyzu'l-Kadir, C.5, sh.355, Hds. 7570
11) Hucurat, 49/10
12) Sahih-i Buhârî, Kitabu'l- Edeb, B.27, Hds. 41
Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B. 17, Hds. 66
Abdullah İbnü'l- Mübarek, Kitabü'z-Zühd, sh. 181, Hds. 722
Taberânî, Mu'cemu's-Sağir Tercüme ve Şerhi, çev. İsmail Mutlu, ist. 1996, C.1, sh. 353, Hds. 263                                      
Kuzâî, Şihâbü'l- Ahbâr tercümesi, çev. Prof. Dr. Ali Yardım, ist. 1999, sh. 243, Hds. 833
13) Bkz. Tevbe, 9/71
14) Bkz. Sahih-i Buhârî, Kitabu'l- Edeb, B. 36, Hds. 56
Kitabu's-Salât, B. 88, Hds. 124
Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.17, Hds. 65
 Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l- Biri ve's-Sıla, B.18, Hds. 1993
 Sünen-i Neseî, Kitabu'z- Zekat, B. 67, Hds. 2550
15) Bkz. Yunus, 10/62-63
16) Bkz. Bakara, 2/257
17) Bkz. İmam Taberânî, Hadislerle İslâm-Mu'cemu'l Evsat, çev. İsmail Mutlu-Ayşenur Kale, ist. 2003, sh. 146, hds. 77 (Ana nüsha: C. 5, Hds. 4693)
18) İmam Suyutî, Câmiu's-Sağir Muhtasarı, C.3, sh.331, Hds. 3570 (8453). Hakim, Müstedrek, C.3, sh. 356, Hds. 7902'den.
19) Sünen-i İbn Mace, Kitabu'd-Diyet, B.31, Hds. 2684
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l- Cihad, B. 147, Hds. 2751
Sünen-i Neseî, Kitabu'l-Kaseme, B.8, Hds. 4707-4708
20) Sahih-i Buhârî, Kitabu'l- Mezalim, B.3, Hds. 3
 Kitabu'l-İkrah, B.7, Hds. 11
 Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Birri ve's-Sıla, B.15, Hds. 58
Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Hudud, B.3, Hds. 1450

21) Bkz. Mâide, 5/20-21