Tarihin Sınavından Geçmek
İslam toplumları, modern zamanlar boyunca, hayatın her alanında, doğrudan hissettikleri meydan okumalara gereği gibi karşılıklar vermek yerine; pasif bir savunma, içe kapanma, yada geçmişe sığınma durumunu seçmişler, mevcudu muhafazayı başarı telakki etmişlerdir.
23/10/2009 - 10:11

İslam toplumlarında, yeni ve farklı yorumların, çözümleme ve paylaşımların birlik ve dayanışmaları/alışkanlıkları bozabileceği, statükoları sarsabileceği endişesiyle; İslami yorum dondurulmuş,  içtihad çabası imkânsız hale getirilmiş, bu suretle de bütün statükolara dokunulmazlık ve süreklilik kazandırılmıştır. Statükolara dokunulmazlık ve süreklilik kazandırılınca düşünsel/kültürel/entelektüel çabalara, üretime, hareketliliğe ihtiyaç duyulmamış, bu nedenle de karşı karşıya bulunduğumuz meydan okumalara bütüncül-nitelikli yanıtlar verilememiştir. Toplumlarımızda düşünce faaliyetlerinin dondurulması, durdurulması, sona erdirilmesi, taklitle yetinilmese, şekilciliğin yöntem haline getirilmesi, aklın işlevlerinin hafife alınması, insan iradesinin küçümsenmesi gibi nedenlerle tarihsel bir tıkanma durumu yaşanıyor. Emperyalizmin her türlüsüne fiilen maruz kalan toplumlarımız, statükoları mutlaklaştırdıkları için, hiçbir değişim/dönüşüm arzusu taşımıyor, hiçbir değişim/dönüşüme ihtiyaç duymuyor. Kültürel statükolar değişmediği/değiştirilemediği için, siyasal statükolarda değişmiyor/değiştirilemiyor.  
        Modern zamanlar boyunca kendi inanç ve dünya görüşlerine yönelik öz güvenlerini yitiren toplumlarımız, bugün, modern gerçeklikle, bugünün gerçekliği ile yüzleşmeye cesaret edemiyor. İslam toplumlarında hayatın her alanını etkileyen konformizm meşruiyet/kutsallık kazanınca; koşullar, tarih, ihtiyaçlar, toplumlar değişse de yenileme ve yeniden yapılanma zorunluluğu duyulmuyor. Konformizmi kabul etmek, statükoları kabul etmek; bu günün tarihinin edilgen nesneleri olmayı kabul etmek anlamına geliyor. Yenilemeye, içtihad’a ihtiyaç duymayan bir bünyenin edilgen bir nesne olmakla ilgili bir sorununun olmadığı anlaşılıyor. Bu vahim durum, Müslümanlar olarak hepimizin algısal bir arınmaya, temizlenmeye, algısal bir bütünlüğe ne kadar çok ihtiyacımız olduğunu gösteriyor. İnsan aklını ve iradesini tahrif eden bir gelenek/kültür doğal olarak, aklın ve iradenin işlevlerini, belirleyiciliği ve hayatiyeti için yeni bir başlangıç yapamıyor.
       Her şeyin göreceli hale geldiği bu günün dünyasında, her tür ahlaki ilke ve ölçü belirsizleşiyor. Modern zamanlar boyunca kendisini tarihin merkezsine koyan Avrupa, Avrupalı olmayanları da  ‘çevre’ ye yerleştirdi. Çevre tanımı her tür nitelikten yoksun, aşağıda olanı ifade etmek üzere kullanıldı, halende yoğun bir biçimde kullanılıyor. Çevre konumuna mahkûm edilen İslam toplumları, bu konumları sebebiyle her türlü yıkıcı, yakıcı, kirli, yabancılaştırıcı dayatmalara açık hale getirildi. Çevre koşullarına intibak etmeleri sağlanan, çevre koşullarına boyun eğen Müslümanlar İslam`ı, hayatın ve tarihin dışında yaşayan bir tür maneviyatçılığa dönüştürdüler. İslam`ın genel kavramlarından bağımsız bir İslami dil/ söylem olamayacağı unutuldu. Koşullar böyle gerekiyor diye günümüzde İslamın temel kavramlarından bağımsız hiçbir müeyyidesi bulunmayan bir dil kullanılıyor. Tevhidi dil, ulusçulukların, mezhepçiliklerin, hizipçiliklerin, ağır saldırılarına maruz bırakılıyor. Toplumlarımız siyasal anlamda oportünist bir geleneğin etkisi altında bulunduğu için, siyasal duyarsızlık bir gelenek biçiminde varlığını sürdürüyor.
       İslam toplumlarında kültürel statükoların değişmemesi, değiştirilememesi durumunda, siyasal anlamda hiç bir şeyin değişmeyeceğini bilmek/anlamak gerekiyor.
       Kültürel statükoları değiştirebilmek için, entelektüel anlamda bir devrim yaşamamız, bir devrim gerçekleştirmemiz gerekiyor.
        Bilincimize, kalbimize, hayatımıza aynı İslami ölçüler hayat verir.  Kalbimizin niteliklerini, derinliklerini yok sayarak bir siyasal akıl/bilinç oluşturamayız. Siyasal akla, bilince herhangi bir katkısı olmayacak, siyasal akla ve bilince ihtiyaç duyan kalbi niteliklerin kendi başına bir değer taşımayacağını anlayabilmeyiz. Aklımızın, kalbimizin, hayatımızın her durumda tevhidi bir duyarlılığa, tavra, tercihe ihtiyacı var. Var olmak demek bir tercihte bulunma iradesine sahip olmak demektir. Var olmak demek farkında olarak yaşamak demektir. İslam`da birey yoktur gibi bir kolaycılığı seçerek bireysel sorumluluklarımızı savsaklayamayız. Kur`anı Kerim bizlere, hiç kimsenin bizim şahsi sorumluluklarımızı yüklenemeyeceğimizi ancak kendi içtenlikli kişisel çaba ve gayretlerimizin ürünlerini/karşılıklarını alma istihkakına sahip olduğumuzu öğretir, bu vesile ile de, her birimizin bireyselliğine vurgu yapar. Cemaat, kişisel tercihlerinin kişisel çabalarının kişisel sorumluluklarının bilincinde olan müminlerden oluştuğu zaman cemaat olur. Kendi düşünceleri, sorumlulukları tercihleri olmayan, yalnızca cemaat liderini taklit eden bireylerin oluşturduğu şeyin adı cemaat değil sürüdür,  yığındır.
          Günümüz İslami cemaatleri, mutlaklaştırılmış, ebedileştirilmiş, dokunulmaz kılınmış, statükolara maruz bırakıldıkları bu statükoları aşabilecek cesarete, birikime sahip olmadıkları için her durumda, hep güçlülerin, hep iktidarların ve saltanat sahiplerinin yanında yer alıyor. Bu nedenler bu cemaatlerin İslami devrimler, devrimci dönüşüm ve inanışları, direniş düşüncesini, direniş hareketlerini anlamaları/ paylaşmaları mümkün görünmüyor.
          İslam toplumları, modern/küresel/seküler/liberal etkiler karşısında etkisiz bir sürüklenme durumu yaşıyor. Bu sürüklenme durumu böylece devam edemez. İslamın özgün, vazgeçilmez tevhidi temelleri, tevhidi dünya görüşü, hayat tarzı yeni bir inşa süreci içersinde tarihe ve hayata kazandırılarak güncelleştirilebilir. Bunun için sahip bulunduğumuz tarihsel birikim eleştirel bir seçicilikle gözden geçirilerek yaşanabilir hale getirilebilir. İslam tarihini kendi zamanımızın sorunlarına cevap teşkil edebilecek şekilde yeniden yorumlayarak, tarihi bir kez daha yaşayabiliriz. Tarihi bir kez daha yaşayabilmek için, bu günün tarihi karşısında sorumlu bulunduğumuz sınavdan başarıyla geçebilmeliyiz. Hiçbir sorunu, geçmişi taklit ederek çözümleyemeyiz. Herhangi bir sorunu çözümleyebilmek için, İslamın bütün zamanları kuşatan ruhuna başvurarak ve bugünün imkanlarını dikkate alarak çözümlemeler yapabiliriz. Şimdiyi gereği gibi yorumlayamadığımız, çözümleyemediğimiz, değerlendiremediğimiz takdirde, gelecek için umutlu olamayız. İçerisinde yaşadığımız gerçekliği bütün boyutlarıyla tartışmaya açık olmalıyız. Yüklenmemiz gereken İslami sorumlulukların bilincinde olduğumuzu iddia edemeyiz. Dar ufuklu hizip/cemaat dili ve söylemiyle bir gelecek bilinci oluşturamayız. Sorumluluk ufkunu insanlık ölçeğinde geniş tutmalıyız. İslami dilin söylemin, bilincin insani dünyaları, bir bütünlük içerisinde kavuşturarak, bu dünyanın bütün boyutlarına ilişkin cevapları üretmesi gerekir.
        Aziz İslam, aklımıza, kalbimize, hayatımıza hayat veren, aklımıza, kalbimize, hayatımıza vaziyet eden aklımızı, kalbimizi, hayatımızı yöneten bir hakikat sisteminin adıdır.
        Bugün, aziz İslam`a ve onun hayatı/tarihi yönetebileceğine ilişkin inancımız/güvenimiz sarsıldığı için koşullara sığınıyor, koşullara göre hareket ediyoruz. Modern seküler zamanlara kadar İslam koşullara vaziyet ediyor, koşulları yönetiyor, gerektiğinde değiştiriyor, dönüştürüyordu. Şimdi ise koşullar İslam`a ve Müslümanlara vaziyet ediyor.
İslam toplumlarının içerisinde yaşadıkları tıkanma,  çürüme,  sürekli geri çekilme, teslimiyetçilik durumlarını aşmak, yeni başlangıçlar yapmak, yeni bir hareketlilik ve yeni bir inşa faaliyeti gerçekleştirmek üzere, etkili tayin edici bir içtihat ortamı/iklimi oluşturmaları zorunlu hale gelmiştir. Günümüzde etkili olmayan eski cevapları savunmak, eski cevapları/çerçeveleri mutlaklaştırmak, bu güne özgü çözümlemeler için yeni cevaplar aramaya karşı çıkmak aziz İslam ümmetini büyük bir çıkmaza sürüklüyor. Etkili bir düşünsel entelektüel varoluş, hareket ve hareketlilik ancak içtihatla sağlanabilir.  Gerçekliğin beklentileri, sorunları, ihtiyaçları her gün değişiyor. Bu durum yeni kadroları, yeni çözümleme biçimlerini,  yeni yeteneklerin ortaya çıkmasını gerektirir. Tekdüze gerçeklikler, basmakalıplıklar içerisinde hayatımızı sürdüremeyiz. İçerisinde yaşadığımız zamanı ve dünyayı etkileyemeyen, içerisinde yaşadığımız zamanın ve dünyanın dikkatini çekemeyen bir kültür, geçmişi efsanevileştirerek hiçbir yere varamayız. Eski metinler, bütün eleştirel bir yoruma tabi tutulması kadar doğal bir yaklaşım olamaz. Geçmiş, bu gün ve gelecek ilgisini bir ölçü ve denge içerisinde yaşatmak gerekir. Müslümanlar, farklı düşünme yorumlama biçimlerine müsamaha göstermeyen aşırılıkları yüzünden birbirleriyle yabancılaşıyor. Cemaatler birbirlerini anlamaya/paylaşmaya çalışmak yerine, kendi yorumlarını diğerlerine dayatmaya çalışıyor. Dünya nimetlerine ve hazlarına yönelik ölçüsüz/aşırı bağımlılık ve ilgi Müslümanları erdem ve bilgeliklerden uzaklaştırıyor.
         İslami bir mücadele ahlaki bir dünya inşa etme mücadelesidir, ahlaki sağlığını yitirmiş ahlaki bir duyarsızlık içerisinde bulunan Müslümanların İslam adına yürüttükleri çabalardan bir sonuç beklenemez. Ahlaki bir toplum oluşturabilmemiz için siyasal bir düzene ihtiyacımız vardır. Siyasal bir düzeni gerçekleştirebilmemiz için, takvayı toplumsal alana taşımak, toplumsal alanda yaşatmak ve toplumsal hayatın her safhasında görünür kılmak gerekir. Günümüzde Müslümanlar, Müslümanların hayat hakkına saygı duymayan, Müslümanların inançlarına ve onurlarına saygı duymayan ve bütün bir yeryüzünü her anlamda fesada düşüren bir sistemin tahakkümü altında bulunuyor. Ahlaki ve vicdani kaygıları bulunmayanlar her tür kötülüğü, her tür bayağılığı, her tür hayâsızlığı gerçekleştirebiliyor. Dinin mutlaklığına karşı çıkanlar bu gün ideolojilerini kimliklerini ırklarını mutlaklaştırıyor. Bilimsel-endüstriyel gelişme ve dünya görüşü hayatın bütün boyutlarının kirlenmesiyle, kirletilmesiyle sonuçlandı. İdeolojik/ırkçı canavarlıkların kendisine rahatlıkla yer bulabildiği bu çağın engin bilgeliklere ihtiyacı var.
         Modern dünyanın tahakküm edici egemenliği karşısında Müslümanlar, yenilmişlik psikolojisinin bir tezahürü olarak batı dünyasının onaylayabileceği, modern fesat sisteminin kabul edilebileceği bir İslam algısı doğrultusunda uzlaşı yaklaşımları geliştiriyor.  Sözünü ettiğimiz uzlaşı yaklaşımları, uygulamaları girişimleri; İslam toplumlarında tarihsel statükolara rağmen varlığını sürdüren direniş kültürünü etkisiz kılmayı, direniş kültürünü ‘terörizm’ ile eşitlemeyi amaçlıyor. İslam toplumlarında hicri üçüncü yüzyıldan itibaren durdurulan siyasal muhalefet ve direniş faaliyetleri, siyasal otoritenin her durumda dokunulmaz kılınması sonucunu doğurmuş, bu gelişme, her duruma müsamaha ile bakmayı mümkün kılan siyasal bir oportünizmi doğurmuştur. Bütün bu nedenlerle günümüzde, özelliklede Türkiye`de İslami cemaatler gelenekçi, muhafazakâr özellikleri sebebiyle, direniş kültürüne, direniş mücadelelerine karşı çok mesafeli çok soğuk bir tavır sergilemektedir. 
Ahlaki bir dünya inşa etmek, ahlaki sorumluluklar almak suretiyle mümkün olabilir. Hayatın her alanında takva ile sorumluluk duygusuna birlikte sahip olunmalıdır. Sorumsuz insanların, sorumsuz cemaatlerin/toplulukların takvasından söz edilemez. Direniş kültürüne, direniş mücadelesine kapalı bir İslami cemaat düşünülemez. Birbirlerinin etkinliklerine kayıtsız kalan cemaatlerin bencillikleri maruz görülemez. Her cemaat bir alışkanlığa dönüştürdüğü özel yorum ve yaklaşımlarını meşru ve dokunulmaz sayıyor. Karşısına çıkan her yeni fikri, her düşünceyi ve yorumu şüphe ile karşılıyor. Farklı düşünce ve yorum sahiplerine de ‘ şüpheli’ muamelesi uyguluyor.
         Tevhid`in, din`i anlamda kuramsal bir çerçevede konuşulduğu, toplusal/siyasal anlamda konuşulmadığı, yaşanmadığı bir dönemden geçiyoruz. İlahi var oluşun, hakikatin, hayatın bütünlüklerinin bozulması, parçalanması, bu bozulma ve parçalanmaların normal karşılanması sebebiyle ‘şirk’ bir hayat tarzı haline geliyor. Bu parçalanmalar nedeniyle, kaybettiğimiz bütünlükler nedeniyle, tarihin sınavından geçen davranışlar, duruşlar gerçekleştiremiyoruz. Var oluşun/hayatın anlam ve amacını yok sayan bir maddileşme ihtirası hepimizi kuşatıyor. Bu kuşatma İslami ve insani yanımızı azaltıyor. Hesapçı akıl alanına geçen, para tarafından baştan çıkarılan dostlarımız /arkadaşlarımızla haberleşmeyi/konuşmayı/dayanışmayı/ilişki kurmayı başaramıyoruz. Nitelikli hayatlar yaşamadığımız, için maddeci içgüdüler tarafından engelleniyoruz. Müslüman olarak, ufkumuzu ezeli ve ebedi bilgelikler ahlaki mükemmellikler belirliyor olsaydı, maddi ihtiraslara boyun eğmeyecektik. İslami bağımlılıklar tevhidi temeli olan bağlılıklar olmaktan çıkıyor, kişisel bağlılıklara dönüşüyor. Müslüman kitleler islamın evrensel ilkelerini anlamak ve anlatmak yerine, cemaat liderlerinin mitolojilerini anlatıyor, yaşatıyor. Bilinçsiz kitleler bu mitolojiler aracılığıyla sömürülebiliyor. İnsani erdemlerin yerini maalesef ulusal etnik aidiyet asabiyeti alıyor. İnsani erdemler hayatımızdan çekilince hayatın deruni/ niteliksel boyutları yok oluyor. Etnik asabiyet ve bağnazlık sebebiyle ortak insanlık fikrini esas alan İslami esaslara yabancılaşıyoruz. Allah’ın (c.c) hidayetinin evrensel bir barış olduğunu, hidayetin hiçbir halkın, toplumun inhisarında olmadığını unutuyoruz.        
        Müslümanlar olarak hepimiz çok yoğun bir biçimde ahlaki bir özeleştiri yapabilmeliyiz. Eleştirel bir hareket başlatabilmeliyiz. Medyatik güncelliklerle sınırlı ilgiler içerisinde kalamayız. İnsanın kendi yetersizliklerinin de bilincinde olması gerekir. Çevremizde kaygısız bireysel varoluşların, edilgen kayıtsızlıkların çoğaldığını görmeliyiz. Bencilliklerin, hizipçiliklerin, ırkçılıkların, maddi ihtirasların, kayıtsızlıkların, insanı en mükemmel yeteneklerini tahrip ederek, insanı çok aşağılık konumlara sürüklediğini fark etmeliyiz. Bencillikler, maddi ihtiraslar, hizipçilikler, ırkçılıklar, ahlaki bilincimizi, ahlaki var oluşumuzu ciddi bir biçimde kirletiyor, bozuyor. Ebedi/evrensel gerçekliğin bilgisinden, bilincinden, ahlakından uzaklaşıyoruz. İslami çevreler olumsuz yönde, liberalleşme yönünde değişiyor. Kuranı Kerimin ışığında yeni ufuklar açmamız, İslami bilim/sanat/siyaset/ felsefe/hikmet alanlarında günümüz dünyasına hitap edecek eserler vermemiz, etkili akımlar oluşturmamız gerekirken, geçmişe ilişkin öyküler üzerinde spekülasyonlar  yapmaya devam edebiliyoruz. Geçmişi bütünüyle geçmişe hapsedemeyiz. Geçmişin bu gün üzerindeki etkilerini dikkate alabilmeliyiz. Geçmişin bu gün üzerindeki etkisi, Müslümanları teslimiyet alanlarına sürgün etmek olmamalı.