Teslimiyetçi Suç Ortaklıkları
Teknolojik ve ekonomik dünya, ahlaki/sosyal/toplumsal dünyanın sonunu hazırladı. Bütün toplumlar, toplumsal değerlerin çöküşünden kaynaklanan, çok ağır sorunlar/bunalımlar/belirsizlikler/krizler yaşıyor.
21/01/2010 - 10:59

Aşırı bireyciliğin yeni bir kültüre dönüşmesi hiçbir ahlaki/manevi otoriteye ihtiyaç duymayan genç kuşakların ortaya çıkması sonucunu doğurdu. Kadınların iş hayatına atılmalarıyla birlikte, aile ve aile değerlerinde ciddi bir biçimde ihmale uğradı. Modern-seküler kadın-aile algısı sebebiyle, doğum ve evlilik oranlarında ciddi düşüşler yaşanıyor, boşanma oranları artıyor, nüfus azalıyor, gayrimeşru çocuk sayısında ve suç oranlarında ciddi artışlar olduğu görülüyor.

Ahlaki kurallara saygı duymayan bir dünyanın/toplumun geleceğinden söz edilmez. Günümüz dünyası/toplumları/siyasetleri, ekonomik krizleri büyük bir korku/kaygı/dehşet içerisinde takip ederken, ahlaki krizleri hiç kimse umursamıyor, kültürel krizleri kimse konuşmuyor. Ekonomik iyileşme haberleri ile çok mutlu olan bireyler/toplumlar/, ahlaki/kültürel iyileşme olup olmadığını merak bile etmiyor. Ahlaki sorunlar toplumun/siyasetin gündeminde değil.  Bugünün dünyasında, kişisel çıkar, ulusal çıkar mülahazaları erdemli ilişkilere, erdemli politikalara imkan vermiyor.

Toplumsal bağlardan, ahlaki bağlardan bağımsız bir özgürlük anlayışı, ahlaktan bağımsız bir bilgi çağı, sosyal-kültürel çöküşü hazırladı. Sınırsızlığın özgürlük olarak algılanması, kuralsızlığı yeni bir kural haline dönüştürdü. Bireycilik, hiçbir şekilde ahlaki bir denetimi kabul etmiyor.

Ortak değerlere saygı kalmayınca, bireyler, toplumdan soyutlanıyor, yalnızlığı, ilişkisizliği seçiyor. Ortak değerlere saygı kalmayınca toplumsal çürüme derinleşiyor. Ruhsuz, anlamsız, ideolojik/ırkçı değerleri paylaşmakla, toplumsal bütünlük korunamıyor. Toplumsal sermayenin, toplumsal-kültürel birikimin tükenişi nedeniyle toplumsal bunalımlar yaşıyoruz. Toplumsal sermayeyi, birikimi reddeden toplumlar hiç bir yeniden yapılanmayı, inşa’yı, açılımı gerçekleştiremezler. Din’i hayatın biçimci tekdüze alışkanlıklara, tekrarlara dönüşmesi de din’i sermayenin/birikimin taşlaşmasına neden olur.
İslam; birlik ruhunun, bilincinin, dayanışma ve bütünleşme sanatının adıdır.

İslam’a yabancılaşan, yabancılaştırılan etnik kimlikler, ortak bir insani zeminde buluşmayı başaramıyor. İslam, tarih boyunca bütün farklı unsurlara bir arada bulunma, bir arada yaşama yeteneği/bilinci/ahlakı kazandırdı. Bütün insanların ortak insanlıklarını tanıyan İslam, bu hayati niteliği sebebiyle hiç bir ırkçılığa izin vermedi, hiçbir ırkçılığı mazur görmedi. Türkiye örneğinde yola çıkarak görebileceğimiz üzere; toplumları resmi/ideolojik/ırkçı yaklaşımlarla, kurallarla, cezalarla, yaptırımlarla yönetmek yeterli olmuyor. Toplumları bir arada tutan daha çok resmi olmayan ortak değerler toplamıdır. Modern-serküler hayat tarzı sözünü ettiğimiz ortak değerler toplamına yabancıdır, yabancı kalmaya devam etmektedir. Din dışında hiçbir düşünce ve hayat tarzı ahlaki bir sistem, ahlakı bir bütünlük oluşturmayı başaramadı.

Bugünün dünyası yozlaşmış/bayağılaşmış gerçekler dünyasıdır. Küresel egemenlik adına, dünyayı istedikleri gibi şekillendirme saplantıları, İslam dünyası ülkelerini, kentlerini, kültürlerini ve insani hayatları enkaza çeviriyor. Değerlerin çöküşü, insanlığın çöküşünü hazırlıyor. İslam dünyası ülkeleri algısal/ahlaki bir kötürümlük içerisinde bulundukları için emperyalistlerin çıkar ve ihtiyaçlarına cevap vermeye çalışıyor. İran, emperyalist projenin bir parçası olmayı reddettiği için büyük tehditler, büyük komplolar karşısında bulunuyor. Emperyalist projenin bir parçası olmayı kabul eden Filistin yönetimi, Gazze ve Hamas’ın bütünüyle imhası için İsrail’le işbirliği yaparak insanlık tarihinin en utanç verici teslimiyetçiliğini gerçekleştiriyor. Ekonomik ırkçılığı güçlendiren neoliberal ekonomik düzen her durumda maddi/manevi yoksullukları derinleştiriyor. Ekonomik faşizm açgözlülük ve kâr ihtiraslarını vahşi bir kültüre dönüştürüyor.

Bağlayıcı ahlaki yükümlülüklere yabancılaşan seküler hayat tarzı, aşırı bencillikleri ve fırsatçılıkları meşrulaştırıyor. Bireysel çıkarları için, toplumsal ve değerleri ve sorumlulukları dikkate almayan yeni bir birey tipi ortaya çıkıyor. Ortak insanlık fikrini reddeden, etnik köken merkezli değerlendirmeler, politikalar, hareketler, Türkiye’de de maalesef normalleşiyor. Etnik köken merkezli değerlendirmelerin normalleşmesi ilkelliğin, barbarlığın, faşizmin normalleşmesi anlamı taşır.
Toplumsal değerlerin ve ilişkilerin bozulması, özellikle büyük kentlerde güvenlik kontrol noktalarından geçilerek girilebilen, tecrit edilmiş, toplumun geneli ile ilişkisi olmayan yeni semtlerin oluşmasına yol açtı. Bu siteler fiziksel olarak kentlere yakın, ancak toplumsal olarak, manevi olarak kentlere uzak, kapalı ve topluma tepeden bakan siteler olarak inşa ediliyor. Ahlaki değerlerden, ölçülerden, ilişkilerden bağımsızlaşan toplumlar anomi ve kutuplaşmaya sürükleniyor. Kültürel hayatın ekonomik tercihleri belirlemesi gerekirken ekonomik tercihler kültürel hayatı belirliyor. Kendi düşünce sistemimizi, kültür ve bilgi sistemimizi bir bütünlük ve bağımsızlık içerisinde inşa etmediğimiz için, seküler-liberal bilgi-düşünce-kültür sistemine maruz kalmaya devam ediyoruz.

Farklı varoluşlar arasında sıkışıp kaldığımız için, nihai tercihler yapamıyoruz, gerçeğe boyun eğdiğimiz için gerçeği sorgulayamıyoruz. İçerisinde yaşadığımız dünyayı kendi inanç ve düşüncelerimiz doğrultusunda görüp, anlayıp, yorumlayamamak gibi bir sorunumuz olduğunu kabul etmeliyiz. Dünyayı dönüştürebilmek için, doğru tanımlamak gerekir. Günümüzde, ötekileştirilen, sessizleştirilen, dilsizleştirilen İslami cemaatler, adaletsizliğe, zulme, faşizme karşı hiçbir muhalefet, sorgulama, öfke yükseltemiyor, yalanları deşifre etmiyor, gerçeğin ifadesi olmaya çalışmıyor. Sözünü ettiğimizi İslami cemaatler bugünün kirli gerçekleri karşısında bir öfke yükseltmeleri gerekirken, tam tersi bir tavır içerisine girerek öfke yerine hoşgörüyü yükseltiyor. Bütün ilişkileri çıkara göre şekillendiği bir dünyada; İslami cemaatlerin bile, ilişkilerinin çıkara göre düzenlediği bir dünyada samimiyet maalesef bütünüyle kaybolmuştur. Çıkarın hizmetine giren akıl, çıkarın hizmetine giren duygular samimiyete hayat hakkı tanımıyor.

Paragöz bireycilik gibi, paragöz cemaatçilik de sınır tanımadan yayılıyor. Bireyleri biyolojik makinelere dönüştüren süreçlerden geçiyoruz.

Kayıtsızlık, sorumsuzluk şeklinde tezahür eden modern özgürlük anlayışı, hayatın her alanında büyük bir karmaşaya ve nihilizme neden oluyor. Serserilikle, başıboşlukla bütünleşen ahlakın rehberliğine ihtiyaç duymayan bu özgürlük anlayışı, bütün anlam sistemlerinin temellerini tahrip ediyor. Anlam sistemleri tahribata uğrayınca hayatın bütün yönleri ticarileşiyor, din’i hayat bile ticaretleşebiliyor. Bir direniş iradesi, bir muhalefe iradesi ortaya koyamayan İslami cemaat hareketleri, teslimiyetçi suç ortaklıklarını bir geleneğe dönüştürüyor. İslam ve Müslümanlar, çok büyük meydan okumalarla sürekli olarak sınanırken, İslami cemaatler siyasal bilinçten yoksun bulundukları için, bedeli çok ağır suskunluklar/sessizlikler içerisindeler. İslami anlam ve amaçlar adına, dünyevi olandan feragat etmek yerine, dünyevi hazlar, tutkular ve çıkarlar adına İslam’dan feragat ediliyor.

Her Müslüman İslami hayata/dünyaya bilincini ve gönlünü açtığında; evrensel enginliklere, iyiliklere, güzelliklere açılır. Günümüzde Müslümanlar evrensel enginliklere açılmak yerine hizip/cemaat bağnazlıklarına/fanatizmlerine kapanıyor. Her fanatizm biçimi insanın bütün ahlaki melekelerini/yeteneklerini felce uğratır. Fanatik akıllı olmak istemez, akıllı olmaya ihtiyaç duymaz. Akıllı olmaya ihtiyaç duymayan bağnazlıklar, bu özellikleri nedeniyle taşlaşmış ve antikalaşmış yorumları tüketmeye devam ederler. Hizip/cemaat bağnazlıklarına, fanatizmlerine kapananlar insanlık durumlarıyla ilgili kaygılar taşımazlar, sorumluluklar almazlar.