Yeni Bir Bilincin Yolunu İzlemek
Modern-seküler bilme biçimi, algı biçimi; farklı bilme ve algılama biçimlerini etkisiz hale getirdi. Modernitenin sömürgeci karakteri, Batılı bilme biçimlerini mutlaklaştırdı. Maruz bırakıldığımız psikolojik terör sebebiyle düşüncelerimizi İslami bir dil’le, İslami sözcük ve tanımlarla ifade etme, temellendirme özgürlüğümüzü yitirdik.
22/03/2010 - 16:47

Piyasanın ve medyanın küreselleşmesiyle birlikte, bugün, bütün toplumlar bir şekilde kapitalist sistemle, kapitalist hayat tarzı ile bütünleşiyor. Ekonomik gelişmeler hiçbir ahlaki hassasiyeti dikkate almıyor. Ekonomik tsunami bütün değer sistemlerini silip süpürüyor, yok ediyor. Kapitalist hayat tarzının üzerimizdeki yabancılaştırıcı etkisi sebebiyle, hayatın/tarihin içerisindeki tavrımız, İslami varoluşumuzdan bağımsız hale geliyor. Debdebe, ihtişam ve sefahat’ın sembolü haline gelen ve Arap Las Vegas’ı olarak anılan Dubai; alışveriş çılgınlığının, alışveriş krizinin bir sonucu olarak büyük çöküş yaşıyor. Zahmetsiz bir şekilde para kazananlar, sorumsuzca harcıyor.

Başkalarının iradelerine ve keyfi tahakkümüne dayalı varoluşlar yaşıyoruz. Farklı tarzlara, yöntemlere, toplumsal, siyasal ilişkilere hayat hakkı tanımayan ideolojik müdahalelere maruz bırakılıyoruz. Bu nedenle, çok çelişkili hayatlar yaşıyoruz. Müslümanlar olarak her yerde önyargı yapılarının bağnazlıklarıyla karşılaşıyoruz. Hangi toplumda olursa olsun önyargı yapıları ilgili toplumların ufkunu kapatır ve bir zihniyet dönüşümüne imkan vermez. İslam toplumları tarihi değiştirme/dönüştürme/etkileme imkanını ve yeteneğini yitirdikleri günden beri onur kırıcı bir durumda bulunuyor. Tarihi etkileyebilmek için, tarihin ne yönde geliştirdiğini, tarihin ruhunu anlamak gerekiyor. İslam toplumları suskunluğu savunan bir kültürün baskısı altında bulunuyor. Suskun kalmak, ilgisiz/kayıtsız/duyarsız ve tepkisiz kalmak anlama taşır ki; böylesi bir durum, hiçbir biçimde savunulamaz. İsrail’in Filistin’de, Amerika ve müttefiklerinin Irak ve Afganistan’da, pervasızca sürdürmekte bulundukları çok yönlü yıkımlar ve katliamlar, ne kadar korkunç bir çağda yaşıyor olduğumuzu gösterir. Filistin, Irak ve Afganistan’da sürdürülen yıkım savaşları, buralarda sivil halkı savaşın bir parçası haline getirdi. Filistin’de, Irak ve Afganistan’da bütün ülke savaş alanı haline geldi. Bu ülkelerde masum insanlarla birlikte tarih’de katledildi, katlediliyor. Filistin, Irak ve Afganistan emperyalist askerlerin değil, emperyalist katillerin işgali altında bulunuyor.

Müslümanlar olarak karşı karşıya bulunduğumuz felaketler ne kadar korkunçsa, bu felaketler karşısındaki iradesizliğimizde bir o kadar korkunçtur. İçerisinde yaşadığımız dönemde, Amerika ve Avrupa için İsrail’in nihai güvenliği, enerji kaynaklarının kontrolü ve İran’ın her alanda etkisiz hale getirilmesi en önemli konular haline getirilmiştir. İran’a karşı dünya çapında bir yaptırım seferberliğinin hazırlıkları yapılmaktadır. Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te uluslararası hukuka aykırı olarak sürdürülen Yahudi Yerleşimlerini inşaatlarını hiç bir güç durduramıyor. Siyonist emperyalizmin işgali altında bulunan Batı Şeria’da bugün 300 binin üzerinde, Doğu Kudüs’te ise 200 binin üzerinde Yahudi yerleşimci bulunuyor. Neresi olursa olsun bir yeri işgal altına almak, o yer halkını her alanda sınırsızca aşağılamak anlamına gelir. Her işgal halkların ruhunda tedavisi mümkün olmayan çok derin ve kalıcı yaralar açar. Her işgalin bir direniş mücadelesi üretmesi kadar doğal, insani ve ahlaki bir şey olamaz. Her işgal, işgal altına alınan toplumlarda kalıcı bir nefrete neden olur. Başarılı olmuş bir işgalden söz edilemez.

Müslümanlar olarak içerisinde yaşamakta bulunduğumuz süreçleri doğru anlamalıyız. Bu süreçleri doğru anlamadığımız takdir de, çözümleyemediğimiz takdir de, bugünün emperyalist tarihi doğrultusunda sürüklenmeye devam edeceğiz. Bizlere dayatılan düşünce tarzlarına, hayat tarzlarına, siyaset tarzlarına, işgal ve istilalara, bilinçsiz/ruhsuz/aşksız/iradesiz/teslimiyetçi/sessiz varlıklar haline getirildiğimiz için katlanıyoruz. Tarih yapma ve güç iradesi, derin bir imanın, güçlü bir kararlılığının/cesaretin, kapsamlı bir bilgi ve bilincin, bilinç ve takva bütünlüğünün, ahlaki bir hayatın oluşturduğu bir güç ve iradedir.

Özgür bir gelecek, bilinçli amaçlara dayalı, bilinçli eylemlerle gerçekleştirilir.

Sağçı, statükocu, konformist bir kültür yeni insanlar, yeni düşünceler, yeni yöntemler, yeni bir kültür, yeni bir tarih üretemez. Sağcı/statükocu/konformist bir kültür yalnızca ölçüsüz tekrarlar üretir.

Eleştirel akıl, eleştirel dikkat yeni şeyler öğrenmemizi, yeni arayışlara yönelmemizi, yeni başlangıçlar yapmamızı, çok yönlü bir merak içerisinde olmamızı, gerektiğinde risk almamızı mümkün kılar. Sayıların fazlalığı niteliklerin fazlalığı anlamına gelmez. Her yerde, her çevrede olması gereken İslami kültürün, kültürel bir kapanmaya tevessül etmesi kabul edilemez. Kültürel kapanma yoluyla dışarıdan gelebilecek etkilerden korunmak mümkün olmaz. Dışarıdan gelebilecek olumsuz etkilerden korunabilmek için, İslami kültürün yeniden üretilerek, çoğaltılması gerekir. Küresel medya çağında, daha çok iletişim, daha çok etkileşim çağında; bir kültürün tek başına dünyaya kapalı olarak varlığını sürdürmesi mümkün olamaz. Böylesi bir durum ilgili kültürün taşlaşması sonucunu doğurur.

Küreselleşme, farklılar, farklılıklar arasında daha çok etkileşime imkan verdiği gibi; farklılar ve farklılıklar arasında çatışmalara da neden oluyor. İslam kültürü, kültürel yerelliklere, mezhepsel hesaplara saplanıp kalmasaydı; etnik kısıtlamalarla, mezhepsel kısıtlamalarla engellenmeseydi; bütün farklılıkları içerecek şekilde anlamlı bir bilgeliği gerçekleştirmiş bulunsaydı; bugün küreselleşmenin olumsuz etkilerine karşı büyük bir direniş sergileyebilecektik. Eski kalıpların, eski analizlerin, bugünkü kuşatamayacağını bilmek gerekir. Bugünün sorunlarının çözümüne katkıda bulunabilmek için, yeni yorum ve yaklaşımlar gerekir. Batılı olmayan kültürlerin, Batı kültürüne mahkûmiyetten kurtulabilmeleri için, küresel ölçekte daha adil, daha insani, daha ahlaki bir değer sistemi üretebilmeleri gerekir.

Modern kapitalist sistem, insanlık durumunu, insanlık durumlarını tanımlanamayacak, içerisinde çıkılamayacak bir noktaya getirdi. Her toplum, hesap yapmaktan ibaret çıkarcı rasyonellikleri bir hayat tarzı haline getiriyor. Kültürel hayat bütünüyle ihmale uğruyor. Ahlaki, siyasi konularla ilgisi bulunmayan duyarsız kuşaklar yetişiyor. Kültürel anlamların parçalanması, ideolojik ya da ırkçı siyaset anlayışı Türkiyede olduğu gibi korkunç bir kemikleşmeye neden oluyor. İnsani varoluşun temel sorunları hiç gündeme gelmiyor. Rasyonalist, ideolojik, ırkçı dünya görüşleri hayatın anlamını yok ediyor. Toplumsal gerilimler, çatışmalar karşısında, adalet, ahlak ve vicdan duygusuna sahip olan kesimlerin, toplumsal mutabakat için her zaman bir dayanışma zemininde bulunmaları gerekir.

Soyut, ideolojik, ırkçı etiketlerle, klişelerle, dünyanın, hayatın, toplumun tanımlamayacağı unutuluyor ve farklılar ideolojik etiketlerle tanımlanarak ötekileştiriliyor. Ahlaki kavramların yerine, pragmatik kavramlar geçiyor. Ahlaki denetimden yoksun bir dünyada yaşadığımız için her yerde güçlerin narsisizmi ile karşılaşabiliyoruz. Günümüzde bir moda haline getirilen “hoşgörü” klişesi açıkça bir kayıtsızlığa dönüşüyor. “Hoşgörü”  temelinde yapılanan İslami cemaatler, bugünün saldırgan, küstah, barbar gerçekliğine ilişkin, tarihine ilişkin eleştirel anlamda tek sözcük sarfetmiyor. Zamanın bütün tiranlarıyla/iktidarların uzlaşan bu tür cemaatler büyük bir bilinç körlüğü içerisindedirler.

İslam Ümmeti’nin bütün renklerinin, bütün kültürlerinin, mezheplerinin buluştuğu Hacc’da İslam’ın ve Müslümanların hiç bir sorunu kesinlikle gündeme alınmıyor. Mescid-i Aksa’ya yönelik saldırılar, Mescid-i Aksa’da uygulanan ibadet yasakları Müslüman-Arap nüfusundan arındırılarak Yahudileştirilen Kudüs, Gazze’nin yaşamakta bulunduğu korkunç kuşatma ve trajedi, Yemen’de Vahhabizm’in Zeydi-Şii unsurlara karşı sürdürmekte olduğu sıcak savaş, Suud-i Arabistan askeri güçlerinin, Amerika’nın yardımıyla Zeydi-Şii masum Müslümanlara yönelik katliamı her Hacc mevsiminde olduğu gibi 2009 yılı Haccının da gündeminde yoktu. Hacc İslam ümmetinin sorunlarına, beklentilerine, taleplerine, acılarına bilinçli bir biçimde kapalı tutuluyor. Siyasal bilinçten yoksun, İslami renklerin sayısal anlamda, fiziksel anlamda, bir araya gelmesi çok şey ifade etmiyor. Haccın günümüzdeki tezahürleri İslamı siyaset dışı bir din haline getirmeye yöneliktir. Hacc’da, ahiret hayatıyla, ruhsal hayatla, kişisel davranış ve ahlak konularıyla ilgilenen, sessiz ve siyaset dışı bir din algısı somutlaşıyor.

Toplumlarımız, modernlikle karşılaştığımız günden bugüne kadar derin çelişkiler yaşıyor. Kültürler arası uyuşmazlıklar yaşıyor. Modern kültür karşısında bir türlü kararlı bir tavır geliştiremiyoruz. Bir yanda ölçüsüz bir hayranlık, bir yanda hastalıklı bir öykünme, bir diğer yanda derinliği olmayan bir karşıtlık sergiliyoruz. Modernite karşısında bütünlüklü bir bilince ve kavrayışa sahip değiliz. Toplumsal hayatımızı, toplumsal hayata bütünüyle yabancı resmi/ideolojik yaptırımlar düzenlemeye çalışıyor. Seküler kültür, ideolojik kültür, toplumsal uyumu, bütünlüğü sağlayamıyor. İslam’ın ortak kimlik kaynağı olduğu dönemlerde, aidiyet rekabetleri, aidiyet çatışmaları, kimlik kısıtlamaları kesinlikle yaşanmıyordu. Farklı bir etnik topluluğa karşı aidiyet hakkı çok doğal bir hak olarak karşılanıyordu. Kültürel ya da etnik azınlıkların kendi dillerini ve kültürlerini temsil etmeleri konusunda herhangi bir sorun yoktu. İslam’ın bir hayat tarzı olarak, siyaset tarzı olarak, tarih ve dünya görüşü olarak algılanması, yaşanması, gerçekleştirilmesi, Aydınlanmacı ideolojik akıl için mümkün değil. Aydınlanmacı ideolojik akıl, din’i her tezahürü, her tercihi, her uygulamayı bir fanatizm olarak görür. Bu nedenle, İslam ve siyaset ilişkisi, Batılı, modern, seküler önyargılarla aşılamaz. Aydınlanma saplantıları, sekülerizmi ilerlemeyle, din’i ise gerilikle eşitlemeye çalışır. İslami taleplerin seküler çerçeveler/algılar içerisinde karşılanması mümkün olamaz.

Modern seküler dil, söylem ideolojik polemiklerle bütünleşmiş bir dildir. Seküler-ideolojik dil, din’i kişiselleştirerek; bilimi, sanatı, edebiyatı, siyaseti ve toplumsal hayatı, her tür dini etkiden arındırmak ister. Seküler hayat tarzı, sorumsuz, düşüncesiz, bencil, hazzı bireycikler üretir. Seküler hayat tarzı bütün ahlaki/manevi değerleri göreceli hale getirir. Hiç bir ideoloji ahlaki bir sistem kuramaz. Hiç bir seküler kavram-kurum insanlık hayatının, ahlaki/vicdani/felsefi hayatın derinliklerine, kalbine, ruhuna nüfus edemez. Hiç bir seküler dünya görüşü, hayatımızın/varoluşumuzun temel sorunlarına yanıt veremez. Günümüzde, her toplumda yaşandığı üzere istisnasız bütün soyut kavram/ilke/kural/hukuk vb. ile, somut gerçeklikler arasında korkunç uçurumlar var. Aynı durum Türkiye’de de yaşanıyor. Hukukun egemenliğinin yerinde, şimdi egemenlerin hukuku var. Yargı sistemi hukuki değil, statükoyu esas alarak varoluş kavgası veriyor. Hepimize insan hakları ve özgürlük dersleri veren Avrupa, akıldışı ırkçı azgınlıklara kol kanat geriyor. İdeolojik kibir içerisinde olanlar, ırkçı kibir içerisinde olanlar, toplumları kendi bağnazlıklarıyla sınırlandırabileceklerine inandırıyor.

Modern tarihin susturduğu, kurbanlaştırdığı halklar, yeni bir bilincin yolunu izleyerek modern tarihle hesaplaşabilir. Direniş mücadeleleri, hareketleri dünyanın kapitalist, komünist ve Siyonist sömürgecilikler aracılığıyla keyfi bir biçimde şekillendirilmesi girişimlerine karşı koydular. Direniş iradesini ortaya koyan İslami hareketler beklenmedik, umulmadık ufuklar açtılar, hiç bir tartışmaya yer bırakmayan büyük başarılar kazandılar. İçerisinde bulunduğumuz yüzyılın bilincini etkilemek için yeni bir bilinci/ahlakı/bilgeliği evrensel ölçekte harekete geçirmemiz gerekir. Masalsı dünyalarda yaşanmak kolaydır, önemli olan bunaltıcı gerçekliklerle yüzleşebilecek bir irade oluşturmaktır. Babalarımızın, dedelerimizin, dünyalarında yaşamaya devam etmek demek, yenilenmeye ve bugünün gerçekliğine kapalı kalmak demektir.

Modern zamanlarda ulus-devlet örgütlenmesi, egemen ulus temelinde gerçekleştirildiği için, farklı unsurlara yönelik olarak, Türkiye’de, Kürt nüfusa uygulandığı gibi homojenleştirici bir kültür dayatıldı. Etnik sorunlar Türkiye’de yaşandığı üzere her toplumda baskı altına alınan farklı unsurların, kendilerini ifade etme kaygılarıyla birlikte ortaya çıktı. Her etnik sorun/yaklaşım/bağnazlık biz Müslümanları çok sığ, çok yüzeysel yerelliklere mahkûm ediyor, İslam’ın kuşatıcı dünyasından uzaklaştırıyor. Etnik yaklaşımlarla etnik düşüncelerle hiç bir biçimde İslam’ın evrensel dünyası kuşatılamaz. Irkların eşitsizliği görüşü kadar saçma, temelsiz, vahşi ve barbar bir görüş olamaz. Her ırkçılık, bağlılarını düşüncesizleştirir, basiretsizleştirir ve korkunç bir cinnet durumuna sürükler. Her ülke de devletin, birbirinden farklı etnik unsurları ve kültürü içerecek/kuşatacak şekilde yeniden inşası zorunludur. Etnik gerilimler, mezhepçi gerilimler kuşatıcı yaklaşımlara imkan tanımaz. İdeolojik içerikler ırkçı içerikler bilinçsiz, düşüncesiz içeriklerdir. Farklıların, farklılık haklarını tanımayarak sahip bulundukları kültürel, dilsel özellikleri reddetmek farklıların ırkçılığa tevessül etmelerine neden olur. Farklı unsurlar kendi dillerinin, kültürlerinin kamusal anlamda onaylanmasını talep edebilirler. Bir dili yasaklamak, bu dil’le konuşan haklarla ilişki ve iletişimi yasaklamak demektir. Bütün farklıların ve ötekilerin insanı yanını hatırlamak, onları anlamamızı, onları paylaşmamızı, onlarlar bütünleşmemizi kolaylaştırır. Ötekileştirdiklerimizle, bizi ötekileştirenlerle, aynı özellikleri taşıdığımızı hatırlamalıyız. Her etnik temelli siyaset sonunda ırkçı gerilimlere yol açar. Eğitim dili sorununu pedagojik bir sorun olmaktan çıkararak ideolojik bir soruna dönüştürmemek gerekir.


Her ırkçılık insanlığın sonu demektir, insanlığın tükenişi demektir. Etnik aidiyetin ırkçı bir tasavvura dönüşmesi bir hezeyan durumuna işaret eder. Günümüz Avrupa’sında uygulanmakta olan Müslümanlara yönelik yasaklar İslami şiarlara yönelik yasaklar, insana Ortaçağ karanlıklarını hatırlatıyor. Avrupa bir kimlik krizi yaşıyor. Avrupa’da entelektüel zeminlerde gündemde olan dini ve kültürel çoğulculuğun yalnızca bir propaganda sloganı olduğu anlaşılıyor. Her ülke de Müslümanlara ideolojik bir gündem dayatılıyor, sömürgeci bir çerçeve dayatılıyor. İdeolojik karşıtlıklara dayalı düşünceler, günümüzdeki rekabetleri, dünya görüşleri ve hayat tarzları arasında sürdürülen bir mücadeleye dönüştürülüyor. Yerel gündemin boğucu baskısı, küresel gündemi gereği gibi takip etmemize imkan vermiyor. Türkiye’de sık sık nükseden ideolojik ve ırkçı hastalıklar, ırkçı ve ideolojik bir galeyana dönüşüyor. Siyasal kültürün kirlenmesi, siyasal muaşereti yok ediyor.

Bir gerçekliğe dayalı olmayan iyimserlikler konusunda dikkatli olmalıyız.

Küresel sorunlar karşısında, kültürel-entelektüel güç üretme kaynaklarını harekete geçirebilmeliyiz. Kültürde, sanat’da, entelektüel üretkenlikte, hikmet ve felsefede dikkate değer bir noktaya gelebilmek için statükocu nesneler olmaktan kurtulmalı, radikal öznelere dönüşmenin yollarını bulmalıyız. Kültürel yerelliklere kapanmak, evrensel perspektif yetersizliğine neden oluyor. Evrensel perspektif yetersizliği bilgi ve bilincimizin kısıtlanması anlamı taşır. Bağımsızlığını yitirmiş bir zihin, özgür çerçeveler üretmez. Etnik ilgilere, sınırlara, asabiyete mahkûm olmak, evrensel insanlık ailesiyle teması kesmek anlamı taşır.