Umudun Kalbi
Medya dünyasında yaşanan yoğun, hızlı ve çarpıcı gelişmeler; geleneksel hayat tarzlarının, düşünüş ve davranış tarzlarının ddönüşmesine yol açıyor. Geleneksel hayat tarzlarının dünya görüşlerinin, davranış ve değer sistemlerinin temelleri sarsılıyor. İnsanlar yerel aidiyet biçimlerinin, yerel kimlik biçimlerinin boyutlarını aşan yeni eğilimlerle, yaklaşımlarla karşılaşıyor. Yerel mekanlara bağımlı kimlik bağnazlıkları, tartışmalı hale geliyor.
16/04/2010 - 11:51

Bütün geleneklerin özgün temelleri aşınıyor, ancak bu temellerin yerine yeni temeller konulamıyor. Modernitenin temel zihni zeminini oluşturan rasyonelleşme ve sekü-lerleşme  süreçleri hiç bir şekilde insani kaygılara, beklentilere yanıt veremiyor.

Küresel bir ahlaka ve vicdana sahip olmaksızın, küresel bir ekonomik sisteme sahip olmak, yoksullari çok daha büyük mahrumiyetlere sürüklüyor. Yoksullar küresel sistemden yararlanamıyor. Ekonomik küreselleşmenin sosyal kaygıları yok, insani ve vicdani kaygıları yok. Küreselleşmenin insani bir yanı olmadığı için, her tür ayrımcılık, kabilecilik, ırkçılık sürüyor, sürdürülüyor. Dünya çapında yaşanan krizler, küresel sistemi ve bu sistemin kurumlarını sorgulanabilir hale getirdi. Bugün, küresel sistemin meşruiyeti sorgulanabiliyor. Kuşkusuz bu meşruiyet tartışmalarını çok temkinli bir iyimserlikle karşılamak gerekiyor. Hem zihnen, hem de coğrafi anlamda insanları sınırları aşmaya yönlendiren bir dönemde yaşıyoruz. Bütün degişim ve dönüşüm hareketleri üzerinde medya endüstrilerinin belirleyici etkisi var. Bu etkinin bir sonucu olarak farkına ve bilincine varmaksızın olumsuz yönde kültürel değişimler yaşıyoruz. Popüler kültür toplumlar üzerinde uyuşturucu etkisi oluşturuyor, insanlar hafızasız insanlara dönüşüyor. Küresel çapta gelişen ekonomik ilişkiler, kültürlerarası ilişkileri de etkiliyor, bu vesile ile, kültürler birbirlerini keşfediyor.
Küreselleşme sınırsız bir dünya oluşturuyor, Bu dünyada bağlantılar ve bağımlılıklar yoğunlaşıyor. Ancak, küresel dünyanın maalesef olumlu bir gündemi yok. Emperyal politik kirlilik, emperyal ahlaksızlık ve emperyal barbarlık çoğalarak, yenilenerek devam ediyor. İdeolojik hayatlar, ırkçı hayatlar tek bir konu'nun ekseninde şekilleniyor. İdeolojik ve ırkçı tüm modern kavramlar bir silah gibi kullanılıyor. Endüstriyel kültürün yabancılaştırıcı/yozlaştırıcı/bayağılaştırıcı etkileri medya aracılığıyla bir salgın hastalık gibi yayılıyor. Bu salgın hastalık bireylerin düşünme yeteneklerini iptal ediyor. İdeolojik propoganda, ırkçı propoganda insan zihnini iğfal ediyor. Irkçı çıkar için, ideolojik çıkar için her tür kötülük/vahşet/ canavarlık normalleştiriliyor. Bugünün tarihini yıkımlar ve şiddet oluşturuyor.  Sessiz kaldığımızda, tepkisiz kaldığımızda kötüler de, kötülükler de çoğalıyor. Anlamlı bir varoluşun kötülüklere karşı mücadele ile gerçekleşeceğini unutmamak gerekiyor. Her ideolojik fanatizm, her ırkçı fanatizm, her mezhepçi fanatizm, içerisinde çıkılamaz bir bataklığa saplanıp kalmak gibidir. Statükolara mahkûm olmak, statükolara katlanmak; yalanlara, yanlışlara, teslimiyetçiliklere katlanmak anlamı taşır, Statükonun, geleneğin, göreneğin, sağcılığın baskısı altında bulunan kültürler hiç bir şekilde yeni şeyler üretemezler.

Günümüzde bütün bilgelikler, derinlikler, nitelikler, incelikler, büyük dostluklar, güçlü/etkili değerler birer birer hayatımızdan çekiliyor. Rasyonelleştirici ve sekülerleştirici dünya görüşü, hayat tarzı insanı yalnız biyolojik bir varlığa dönüştürüyor. İnsani ilişkiler, araçsal ilişkiler şeklinde sür-dürülebiliyor. Yüzyüze iletişim ve etkileşimin yerini yüz yüze olmayan iletişim alıyor. İslami kesimlerde de artık, yapmacık, yapay davranışlar, rol kesmeler, abartılı üsluplar, tarzlar, abartılı ifade biçimleri, sansasyonel gösterilerle karşılaşabiliyoruz.

Doğu-Batı tanımları coğrafi kategoriler değil, farklı zihniyet durumlarını yansıtan kavramlardır. Avro-Amerikan merkezli uygarlığın sömürgecilik yoluyla evrenselleştirilmesi, ırkçı hiyerarşinin savunulabilmesi, "beyaz adamın sorumluluğu", "uygarlık misyonu" gibi maske kavramların modern tarihe girmesiyle sonuçlandı. Irkçı hiyerarşi modern uygarlığın normlarını kabul etmeyen Batı dışı dünyanın köleleştirilmesi, kültürel ve fiziksel imha'ya tabi tutulması sonucunu doğurdu. Avro –Amerikan çerçevelere direnen Müslümanlar bugün potansiyel terörist muamelesi görüyor, tarihin dışına sürülmeye çalışılıyor. Nayan Chan'da, "Küreselleşmenin Sıradışı öyküsünde, İngiliz endüstrisinin köle ticaretiyle kurulduğunu, İngiltere'nin köle ticaretiyle zenginleştiğini, Harvard, Yale ve Brovn gibi şöhretli üniversitelerin köle ticaretinden kazanılan paralarla kurulduğunu anlatıyor.

Irkçı sapkınlıklar, ideolojik sapkınlıklar bugünün dünyasını tahammül edilemez hale getiriyor. İslam toplumlarında, insanlık tarihinde benzeri görülmeyen insanlık dramları yaşanıyor, işgal, istila, katliam, işkence ve sürgünlere adeta bir kadermiş gibi mahkûm edilmiş toplumlarımızla ilgili olarak sorgulayıcı ve eleştirel bir kamuoyuna sahip değiliz.
İslami cemaatler geçmişin kalıntılarıyla meşgul oldukları için, ya da kitlesel hipnotizma merkezleri halinde hizmet ürettikleri için, sorgulayıcı bir dil, söylem oluşturmakta güçlük çekiyoruz. Bugünün tarihin trajik gerçekleri ile kesinlikle ilgilenmeyen bir din yaklaşımı oluşturuluyor. Taşralılıktan kurtulmayı başaramayan, taşra kültürüyle bütünleşmiş, yeni bir zaman algısı oluşturamayan, bugünün tarihine tanıklık yapamayan, yerel özlemler ve yerel duygularla malûl, sırılsıklam bir nostaljiye dönüşmüş Müslüman aydınlar/yazarlar, moda'ya uyarak, emperyal telkinler doğrultusunda İslamcılıktan vazgeçerek, pasif dindarlığa göç ediyor. Gündelik hayatın sıradan bir parçası haline gelen, hiç bir ahlaki gerekçesi/meşruiyeti bulunmayan savaşlar, işgal ve istilalar, katliamlar, yağmalar, muhaceretler, tehcirler, işkenceler, işkence merkezleri, toplama kampları, açık hava hapishaneleri haline getirilen abluka altındaki kentlerimiz, hayatları ve gelecekleri yok edilen toplumlarımız, harabeye ve enkaza dönüştürülen ülkelerimiz, kitlesel hipnotizma merkezleri haline dönüştürülen hoşgörülü cemaatleri hiç mi hiç ilgilendirmiyor. Bu cemaatler, insanlığa karşı işlenen çok ağır suçlar karşısında, korkunç barbarlıklar, canavarlıklar karşısında bütün bunlar hiç yaşanmıyormuş gibi, bir başka dünyada, bir başka tarihte, masal-menkıbe-rüya anlatarak, yazarak, bunları pazarlayarak yaşayabiliyor.

Küresel bütün tiranlarla uzlaşan ve iş tutan bu çok "hoşgörü"lü cemaatler, tiranların, müstekbirlerin çizdikleri çerçeveler içerisinde faaliyet gösteriyor, bu çerçeveler yoluyla, tevhid ve Ümmet temelinde şekillenen bütün direniş mücadelelerini, inşa mücadelelerini, devrimci yönelişleri, etkisiz kılmaya çalışıyor. Günümüzde dünya istikbarı, emperyal tiranlıklar, "hoşgörü" dinini tebrik ediyor, takdir ediyor, tebcil ediyor. Bütünüyle menkıbe/hamaset/mitoloji üzerinde temellendirilen sözünü ettiğimiz kitlesel hipnotizma merkezleri, cemaat çıkarları zarar görmesin diye, bütün kötülüklere karşı sessiz ve tepkisiz kalıyor. Sözünü ettiğimiz cemaatler dünyayı kendi liderleriyle kaim, kendi liderlerinin hizmet yaklaşımlarından ibaret telakki ediyor. Sözünü ettiğimiz cemaatler, liderlerinin aşılamayacağına inanıyor. Cemaat liderinin aşılamayacağına inanarak sürekli bu kimseleri taklit ve tekrar edenler, kendi yollarını, ufuklarını ve geleceklerini kapatır ve böylece, kendi kendilerini kısıtlayarak etkisiz hale getirirler.

Emperyal çıkar ihtiraslarının ürünü olan şiddet dolu bir dünyada, yapısal sorunlarımızı gündeme almaksızın, kemikleşmiş alışkanlıklarımızla, miyop bir zihin dünyasıyla yaşamaya devam edemeyiz. İçerisinde bulunduğumuz dönemde, İsrail'in güvenliğini sağlamak üzere; Ortadoğu ülkeleri zayıflatılıyor, güçsüzleştiriliyor, Amerika'ya muhtaç bir konuma sürükleniyor. İran, bu sürece, bu projeye direndiği için, bağımsız politikalar geliştirdiği için, İran'a yönelik çok yönlü provokatif girişimler, stratejiler, karanlık komplolar ve İslami yönetime yönelik saldırılar gerçekleştiriliyor. İran'ı istikrarsızlaştırmak üzere Avro-Amerikan dünya büyük bir dayanışma içerisinde bulunuyor. İran seçimleri (Haziran–2009) sırasında ve sonrasında ortaya çıkan ve halen sürdürülen karşıtlıklar, çatışmalar ve rekabetler küresel güçler ve İran'da bulunan yandaşları tarafından planlandı. Küresel güçler'in reformcu olarak tanımladığı kesimler, küresel manipülasyonlar doğrultusunda hareket ediyor. Türkiye de İran üzerinde çalışan/yazan/konuşanlar entelektüel tembellik, entelektüel ufuksuzluk, entelektüel bağnazlık sebebiyle, küresel bir planın nesnesi haline getirilen "reformcu" kesimi destekliyor. Pakistan, Mısır, Suudi Arabistan, Yemen, Fas gibi ülkeler, İslami direniş mücadelelerine, hareketlerine karşı sürdürülen emperyalist/sömürgeci savaşta Amerika'nın hizmetinde yer alan kukla ülkeler. Filistin'in, Kudüs'ün bütünüyle sömürgeleştirilmesi karşısında, kuşatılan, abluka altına alınan, her an bombardıman altında ya da bombardıman tehdidi altında bulunan Gazze'ye uluslararası yardımları ulaştırmaya çalışan, uluslararası yardım girişiminin çok çirkin bir şekilde engellenmesi, engellenebilmesi; dünya Müslümanlığının eylemde bulunma iradesine, olayların akışına müdahale ederek, olayların istenilen doğrultuda sonuçlanmasını sağlayabilecek yeteneğe sahip olmadığını gösteriyor. Mısır, Amerika'nın bilgisi ve himayesi altında Gazze sınırına yeni bir utanç duvarı yükselterek, Amerikan yardımlarına istihkakını sürdürmek istiyor. Müs1ümanlar nezdinde, temiz kalmış insanlık vicdanı nezdinde hiç bir itibarı kalmayan Mısır, emperyalist çıkarların nesnesi olmayı içerisine sindirebiliyor.

Aziz İslamın bütün zamanlara açık, bütün zamanlarda hayata geçirilebilecek imkânları umudun kalbi olmayı sürdürüyor. Bütün İslami direniş mücadeleleri/hareketleri umudumuzun kalbidir. İslamın kuşatıcı imkânlarını şimdiki zamanla ilişki kurabilecek, etkileşim sağlayabilecek şekilde güncelleştirmek gerekiyor.

Zaman dışı bir dil ve düşünce, etkisiz kalmaya mahkûmdur.
Bugünde yaşamak, bugünün ihtiyaçlarına uygun çözümler üretmeyi gerektirir.
Duygusal tercihler yapmak, ahlaki tercihler, bilinçli tercihler yaptığımız anlamına gelmez.

Gerçek olaylarla, gerçek tarihle romantizmlerimiz arasında çok büyük uçurumlar olduğunu görebilmeliyiz.
Coğrafi sınırlarla, etnik ve ideolojik sınırlarla engellenmesi mümkün olmayan bir düşünsel, kültürel ve ahlaki ufkumuz var. Bu ufku yirmibirinci yüzyılla ilgili sorumluluklarımızı belirleyerek, çoğaltabilir, genişletebiliriz.

İslamın çokkültürlü bir varoluşla tarihe girdiğini hatırlamalıyız. 

Evrensel İslam ailesi çapında, bütün ahlaksız bencillikleri aşarak, samimi bir iletişim ve etkileşim sağlayarak, bir eylem zeminine çıkabiliriz. Bugünün karanlık ve kirli gerçekliğine boyun eğmemek için, manevi açıdan, ruhsal açıdan dirençli olmamız gerekir, Homojenleştirilmiş, basmakalıplaştırılmış, birörnekleştirilmiş, hizaya getirilmiş bir halka değil, farklılıklarını yaşatan halklara hitap eden ortak bir dil ve yaklaşım bulabiliriz. Dünyanın ve insanlığın dikkatini çekebilecek bir dil oluşturabiliriz, içerisinde yaşadığımız duygu gösterilerini, etkili bir bilgeliğe, kuşatıcı bir bilince, tayin edici bir eyleme dönüştürebiliriz. Bugünün gerçekliğiyle çelişen/çatışan umutlarımız, düşsel dünyalarımızla yüzleşebilmeliyiz. Müslümanlar olarak bütün dünyada çok küstah, çok incitici, çok yaralayıcı meydan okumalarla karşılaşıyoruz. Bu meydan okumalar karşısında onur kırıcı kayıtsızlıklar sergiliyoruz. Müslümanlara yönelik katliam ve işgalleri görmezden gelen, duruma sessiz kalan, katliam, sürgün, işkence suçlarını paylaşan bir dünyada yaşıyoruz. Tarihin gelmiş geçmiş en büyük kötülükleriyle/felaketleriyle karşı karşıya bulunan Filistinliler karşısında, Avro-Amerikan dünya, şizofrenik ırkçılığın temsilcisi Siyonizmi destekliyor. Her totaliter ve ırkçı ideolojinin mensuplarını insanlıktan çıkardığı gibi, Siyonizm de bağlılarını insanlıktan çıkarıyor.

Aziz İslam'ın, farklı halkları, farklı kültürleri, farklı dilleri barış içerisinde kucaklayarak bir arada tuttuğunu hatırlamalıyız. İslam toplumlarının ortak tarihsel-kültürel hafızasını canlı tutmalıyız. Müslümanlar arasında geçmişte kimi ihtilaflar/karşıtlıklar yaşanmış olabilir, bu ihtilafları/karşıtlıkları bugün konuşuyor/tartışıyor olmamızın makul ve anlaşılabilir bir gerekçesi olamaz. Bu sorunları, ihtilafları konuşmak, tartışmak bugün karşı karşıya bulunduğumuz çok ağır sorunların çözümüne hiç bir şekilde olumlu bir katkı sağlayamaz.

Modern tarihin nesnesi haline getirildiğimiz için, Müslümanlar olarak yerel, bölgesel, küresel gerilimlerden kurtulamıyoruz. Geçmişin hamasi anlamda temsili biz Müslümanlara hiç bir şey kazandırmıyor. Tarihin hamasi anlamda üretilmesi ve tüketilmesi bizleri gerçek dünyanın dışına sürüklüyor. Şimdinin sorunlarıyla ilgilenmek yerine, geçmişin sorunlarıyla ilgilenen bir zihniyet hepimizi engelliyor, güçsüzleştiriyor. Avrupamerkezci paradigmaları, Avro-Amerikan siyasal modeli vazgeçilemez, sorgulanamaz, aşılamaz paradigma ve model olarak kabul ettiğimiz takdirde, bağımsızlaşma, özgürleşme imkanı bulamayacağız. Seküler modern algılarla başa çıkmak için öncelikle zihinlerimizi özgürleştirmemiz gerekir. Müslümanlar bugün seküler-modern algılarla başa çıkmak için mücadele etmek yerine, seküler-modern-kapitalist-liberal algılarla/tercihlerle uzlaşma yolları arıyor. Entelektüel belirsizlik, yönsüzlük, sorumsuzluk ve tıkanma sebebiyle Müslümanlar sekülerizme/kapitalizme/liberalizme karşı bir direniş zemini oluşturamadılar. Akademik dünyada, entelektüel dünyada küresel çapta yankı uyandıran postkolonyal dil/söylem de maalesef Müslüman entelektüelleri/aydınları gereği kadar ilgilendirmedi. Taşralı algılarımız, zihinsel/entelektüel bir özgürleşme mücadelesine izin vermiyor. Avrupamerkezci paradigmaların sınırları içerisinde kalarak, bu paradigmalara teslim olarak, bu paradigmaların müsamahasına sığınarak İslami bir gelecek arıyoruz. İslam toplumlarına ortak bir bilinç kazandırmak-sızın sürdürdüğümüz soyut hayaller hiç bir değer taşımıyor.

Entelektüel/bilimsel/ekonomik/teknolojik güç, günümüzde siyasal güç anlamına geliyor. Tarihi yapısal anlamda, kültür, ekonomi, siyaset zemininde değişim ve dönüşüme uğratmak, yeniden biçimlendirmek için, yenilikçi bir zihniyete ihtiyacımız var. Modern egemenlik ve iktidar yapılarının günümüzde, yapısal anlamda derin bir kriz içerisinde bulunduğunu hatırlamak, bizlere yeniden bir özgüven kazandırabilir, dünyayı anlama biçimimizi değiştirmemize yardımcı olabilir. Böyle bir değişim için bütün teslimiyetçilikleri aşabilecek devrimci yönelişlere ihtiyacımız var.

İdeolojik ve ırkçı kültür, ideolojik baskı yapılarının ürünü olan zorlama bir kültürdür, kurgusal bir kültürdür. Bu tür kültürler karşısında radikal bir dikkate sahip olmamız gerekir, İslam toplumlarında uygulanagelen baskıcı/otoriter politikalardan İslam sorumlu tutulamaz. Kendi halklarını otoriter/baskıcı politikalarla sindiren yönetimler, küresel/emperyal uygulamalar karşısında kölece itaatkarlığı seçiyor. Tarihsel süreçlere gelişmelere, olaylara, kayıtsız kalan İslami bir cemaat, İslami düşünce, kültür, sanat, edebiyat, siyaset hayatı düşünülemez. Düşünce, kültür, sanat, edebiyat, siyaset hayatımız, içerisinde bulunduğumuz tarihsel konumu eleştirel anlamda yansıtmıyorsa, bir değer ifade etmez. İdeolojik ve ırkçı saplantılarla malûl olan topluluklar, mezhepçi/hizipçi saplantıları olan topluluklar kendi bildiklerinden başka hiç bir şey bilmek istemezler. Her hizip adamı bile bile, bencil ve bağnaz olmayı seçer. Her kibir büyük bir sahtelikten kaynaklanır. Doğal olanın büyüklenmeye ihtiyacı yoktur. Hayatın ve tarihin dışında yaşayan bir cemaat, düşünce, kültür ve siyaset hayatıyla, hayatın ve tarihin hakkı verilemez. Ahlaki ve ilkesel tercihler yapanların sayılarla, sayıları çoğaltmakla ilgili kaygıları olamaz.