Nostaljiye Sığınmak
Günlük hayatımız; sansasyonel, abartılı, ucuz, bayağı, derinliksiz, niteliksiz medya kültürü aracılığıyla sömürgeleştiriliyor. Hayatın içerisinde ilgilerimizi, gündemimizi, tercihlerimizi, toplumsal davranış ve ilişki biçimlerimizi medya kültürü belirliyor.
22/06/2010 - 12:28

Medya kültürü, bir eğlence toplumu, bir sorumsuzluk toplumu oluşturuyor. Medya dünyası skandallarla, entrikalarla varlığını güçlendiriyor. Medya kültürünü, medya gündemini tüketmeye mahkûm edilen kitleler, bu mahkûmiyetleri sebebiyle her alanda pasif/edilgin hale getiriliyor. Medya'ya, medya kültürüne maruz kalarak, düşünemeyecek, nakledemeyecek hale getirilen bireyler ve toplumlar, dünyaya, olaylara, tarihe eleştirel olarak bakma yeteneği kazanamıyor, karşı karşıya bulunduğumuz kirli/ahlaksız tarih karşısında, güçlü, etkili, çarpıcı, sarsıcı sorular soramıyor.

Medya kültürüne maruz kalan bireyler ve toplumlar, vahşetin, barbarlığın ve faşizmin dünyasında, direnişin, muhalefetin, başkaldırının yanında yer almaları gerekirken, güçlülerin/egemenlerin/faşistlerin/müstekbirlerin yanında yer alıyor, egemen dilin/mantığın yorum ve yaklaşımlarını paylaşıyor, özellikle İslam toplumlarında Müslüman kitleler, medya kültürü dışında; bir de, hizip/mezhep/cemaat/etnik asabiyet kültürüne maruz bırakılarak bütünüyle kısıtlanıyor, güçsüzleştiriliyor. Eleştirel bilince kapalı bir din algısı ve dini hayat sebebiyle insanlar daha çok masallar ve mitler dünyasında yaşıyor, gerçek dünya karşısında bir hayatiyet ortaya koyamıyor. Tekbiçimli cemaatler; tekbiçimli hayat ve düşünce tarzları sebebiyle, moda akımlarda olduğu gibi, kitleleri aynılaştırıyor. Bütün cemaatler her tür bireyselliği engelliyor, bireysel her türlü tercihte cemaatin yönlendirmesi esas almıyor. Evlilikler, iş ve meslek tercihleri cemaat çıkarları doğrultusunda belirleniyor. Cemaat liderinin söyledikleri, düşündükleri dışında, hiç bir şey düşünemeyen, söyleyemeyen cemaatlerde bu nedenle genel bilince ve vicdana hitap edebilecek aydınlar, düşünürler, entelektüeller, sanat/ edebiyat adamları yetişmiyor. Muhtemel bütün yeteneklerin ufkunu cemaat lideri bütünüyle kapatıyor, karartıyor. Cemaat mensupları her hangi bir konuda, cemaat liderinin görüşleri hilafına bir görüş, yöntem, tarz ortaya koyamıyor. Kendi kendilerini kendi özel çıkarlarına, kendi özel gündem ve söylemlerine, cemaat/hizip/mezhep bencilliğine hapsedenlerle gerçek anlamda konuşulamıyor. Gerçek anlamda bir cemaatin, cemaat liderinin görüşlerinden ibaret bulunmadığını; cemaat mensuplarının bireyselliklerine, görüş ve eleştirilerine, düşünsel katkılarına açık olduğunu belirtmek gerekiyor. Bireysellik bir tecrit durumu olarak, eksantriklik olarak, anormallik olarak algılanmalıdır.

Zihinlerimiz sömürgeleştirildiği için, günümüz dünyasını, toplumunu, tarihini, siyasetini dönüştürebilecek, inşa edebilecek bir irade oluşturamıyoruz. Emperyal dünyanın, tarihin, felsefenin düşünce ve kültürünün taşrasında yaşamaya ikna edildiğimiz için, emperyal merkezleri, metropolleri etkileyebilecek, buraların dikkatini çekebilecek düşünceler üretemiyoruz. Düşünce ve kültür üretmek bir yana, bunlara ihtiyaç bile duymuyoruz. Bilindiği gibi her yerde taşra hayatı daha çok duygusal planda ve duygusal ilişkilerle biçimlenir. Taşra ufku her zaman bir bağnazlığı yansıtır. Kentsel hayat daha çok düşünceye, daha çok bilince ihtiyaç duyar. Kentsel yoğunluklar ve hareketlilikler insanı yenilenmeye sevk eder, mecbur eder. Taşra'da her hangi bir yenilikten, yenilenmeden söz edilemez. Taşrada her yenilik anında kuşatılır ve mahkûm edilir. Taşra'da hayat muhafazakâr değerler, davranış ve ilişkilerle sürdürülür. Taşra hayatı her alanda olduğu gibi ciddi kısıtlamalarla maluldür. Taşra'da insan çok ciddi önyargılarla kısıtlanır, küçük hesaplara dayalı ilişkilere mecbur bırakılır. Bütün bunların yanında taşra'da daha mazbut, daha ahlaki bir hayat imkân dâhilindedir. Metropol hayatı insanı daha özgür kılar. Bilinçsizlik durumu her yerde, her alanda bireyleri de, toplumları da teslimiyetçiliğe sürükler. Niteliksel bir değişim, niteliksel yoğunlaşmalar, niteliksel bütünlükler ister.

Modern zamanlarda, toplumsal değişim hareketleri, seküler bir kültür zemininde temellendirilmeye çalışıldı. Seküler kültür/zihniyet Batı dışı kültürlere karşı ideolojik bir polemik unsuru olarak kullanıldı. Sekülerizm din'den bağımsızlaşma, metafizik ve ahlaki ilgilerden bağımsızlaşma, halinde somutlaşınca, din karşıtı bir ideoloji haline gelince, Aydınlanma aklı putlaştırıldı ve hayatın yalnızca bu akıl aracılığıyla biçimlendirilebileceği düşünüldü. Ancak bu akıl, bugün içerisinde yaşadığımız her tür kötülüğün, zulmün, adaletsizliğin, eşitsizliğin sıradanlaştığı, normalleştiği bir dünya oluşturdu. İslam dünyası toplumlarında da, akılsız bir ahlak yürürlükte olduğu için, yeni bir tarih bilinci, siyaset bilinci oluşturulamadı. Akılsız ahlak, her tür zilleti, teslimiyeti statükoyu meşrulaştırmaya çalıştı.

Bilinçli, bilgili, kararlı, samimi aktif eylemlerimizle, akılla bütünleşen bir ahlak'la tarihi oluştururuz. Bilinçsiz, bilgisiz, taşralı ve pasif kaldığımızda tarihe maruz kalırız. Her tür emperyalizmin İslam’a ve Müslümanlara meydan okuduğu bir zamanda, Müslümanlar bu meydan okumalara İslami bir izzetle yanıt vermeleri gerekirken, sosyal/toplumsal/siyasal sorumluluk almayan, toplumsal hayatın dışında, tarihsel hayatın dışında kesinlikle Budizmi çağrıştıran İslami akımlara yorumlara, üstadlara yöneliyor. Özellikle Türkiye’de İslami düşünce hayatı bütünüyle imparatorluk nostaljilerine, İstanbul nostaljilerine, Türkiye nostaljilerine, medeniyet nostaljilerine takılıp kaldığı için; nasıl bir dünyada, nasıl bir tarih'te, ve çağda yaşıyor olduğumuzla, bu dünyaya/tarihe/çağa neler söyleyeceğimizle, neler önereceğimizle hiç mi hiç ilgilenmiyor. Geçmişe özgü gerçekliği de, maalesef eleştirel olarak, doğru bir biçimde yansıtamıyoruz, geçmişe Özgü gerçeklikleri tehlikeli bir biçimde, yanıltıcı bir biçimde abartıyoruz. Geçmişi aynı şekilde yeniden yaşayamayız. Bugün, İslami anlamda nasıl yaşamamız gerekiyorsa, öylece yaşamalıyız.

Birkaç asırdır biriken sorular ve sorunlarımız var. Bunlara yanıt verebilecek birikim ve cesaretten yoksun bulunduğumuz için her şeye geç kalıyoruz. Bu sorunlara yanıt aramak yerine her şeyi unutmayı, unutturmayı tercih ediyoruz. Bu unutuş sorunlarımızı derinleştiriyor. Derin düşünmemizi, derin sorgulamalar yapmamızı sağlayabilecek eserler üzerinde çalışmak yerine, bizi rahatsız edecek eserler üzerinde çalışmak yerine, bizi rahatlatan, üzerimizde bir narkoz etkisi bırakan eserlerle ilgileniyoruz. Geleneklerimizin, yeniliklerle, romantizmlerimizin gerçekliklerle uzlaşabilir bir çerçeve içerisinde bulunması gerekir. Ahlaksız bir pragmatizm, benzersiz bir oportünizm hepimizi kuşattığı için, günümüzde cemaatler yalnızca kendi çıkarları üzerinde yoğunlaşıyor, kendi liderleriyle sınırlı dünyalarda yaşıyor. Siyasal bilinçten, tevhidi bilinçten yoksun dindar kitleler, duygusal bir dindarlık ikliminde insafsızca sömürülüyor. İslami temelleri olmayan bir tevekkülcülük kitleleri beklemeye yönlendiriyor. Emperyal propaganda karşısında bilinç çöküntülerine maruz kalan, İslami bir mücadeleyi göze alamayan düşünce adamlarımız, metafizik, mistik spekülasyonlarla, zihinsel atraksiyonlarla, sözcük oyunlarıyla gündemde kalmaya çalışıyor. Okumanın, düşünmenin, yazmanın yerini seyirlik gösteriler alıyor. Yaptığımız hayır-hasenat, infak ve tasadduk gibi ibadetlerimiz bir gösteri/propaganda malzemesi haline getiriliyor. Cemaatler İslami temelleri öğrenmek yerine, öncelikle pazarlama ve tanıtım stratejilerini öğreniyor. Tevhid'den, Ümmet'ten, Şeriat ve Cihad'tan bağımsız, her tür emperyalizme boyun eğmeye, emperyalistlerle işbirliği yapmaya elverişli yeni bir din yaklaşımı oluşturuluyor. Şöhreti yerel sınırları aşan cemaatler, halkla ilişkiler endüstrisinin bütün imkânlarını yalnızca cemaat liderinin imajını parlatmak için kullanıyor. İslam’ın ve Müslümanlarının hassasiyetlerini, sorunlarını anlatmak yerine, cemaat liderinin menkıbeleri anlatılıyor. Cemaat çıkarı için her tür propaganda yalanı meşru sayılıyor. Propaganda yalanlarıyla sayıları çoğaltmak mümkün oluyor, ancak nitelikleri çoğaltmak asla mümkün olmuyor Her bakımdan çok abartılı, çok ölçüsüz, insani ve ahlaki olmayan bu imaj çalışmaları, bugün büyük bir imaj seferberliğine dönüştürülmüştür. Bu imaj seferberliği için milyarlarca dolar harcanıyor.

Bütün Müslümanların antipatiye dayalı önyargılar kadar, sempatiye dayalı önyargılardan da kaçınması gerekir. Sempatiye dayalı önyargılar, genellikle bir bilinç, akıl ve ahlak körlüğüne yol açıyor. Ölçüsüz bağlılık, ölçüsüz sempati, ideolojik ve ırkçı prangaların sahiplerinin olduğu kadar Müslümanların da bilinçlerini köreltir. Egoizmlerin her türlüsünden kaçındığımız gibi, cemaat/mezhep/etnik köken egoizminde de kaçınmamız gerekir.

Müslümanlar olarak dünyanın ve tarihin içerisinde bulunduğu karanlık, tehlikeli ve kirli durum etrafında eleştirel çözümlemeler yapmak hayati önemi olan bir konu haline gelmiştir.

Eleştirel bir bilinç oluşturmadığımız takdirde, her şey eskisi gibi devam edecek, hiç bir şey değişmeyecek, geçmişi tekrar edeceğiz. Emperyalistlerin, egemenlerin, faşistlerin, sömürgecilerin, İslam düşmanlarının gündemlerine, yorum ve yaklaşımlarına teslim olmak, bu gündemle yaşamak, bu gündemi meşrulaştırmak büyük bir köleliğin ve onursuzluğun işaretidir. Entelektüel, düşünsel, bunalımı, belirsizliği ve karmaşayı aşmayı başarabilseydik, egemen gündeme boyun eğmeyecektik. Bugün, statükocu ve konformist kültürün oluşturduğu zihinsel engelleri kaldıramadığımız için kendi tarihimizi oluşturamıyoruz. Sözünü ettiğimiz zihinsel engeller nedeniyle yeni kavramsal çerçeveler üretemiyor, bugünü etkileyebilecek düşünceler oluşturamıyoruz. Bir gün iyi zamanlar da gelir umuduyla, acılar, yalnızlıklar, trajediler, mahrumiyetler biriktirmeye devam edemeyiz.