Sevgİli Peygamberimizi Üzmeyelim (1)
Allah Rasûlü'nün bütün derdi ve düşüncesi ümmeti idi.
14/10/2010 - 18:21

Peygamberi üzen konular(1) Rahmet Peygamberi Sevgili Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), son derece üstün bir kişiliğe, hassas bir yapıya, latif bir yaradılışa sahipti. İbadet ve Kur'an tilâveti esnasında gözleri yaşlı ve daima düşünceli idi.

Allah Rasûlü'nün bütün derdi ve düşüncesi ümmeti idi. Bütün gam ve kederi ümmetinin manevî geleceğine yönelikti. O, Ümmetini en güzel şekilde eğitebilmek ve en iyi şekilde yetiştirebilmek için olağanüstü bir çaba harcıyordu. O'nun üzüntüsü seviyeli, kaliteli ve derin bir üzüntü idi. O, ümmetin babası gibiydi. Peygamberimiz'in mübarek şemâilini tavsif edenler, O'nun eşsiz özelliklerini anlatanlar, O'nun gönlündeki sevgi ve yüzündeki tebessümle birlikte, taşıdığı sorumluluk ve ağır manevî yük sebebiyle "devamlı düşünceli ve sürekli üzüntülü" olduğunu ifade ediyorlardı.(2) Bu makalede Peygamber Efendimiz'i, çok üzen birkaç konuya temas etmek istiyorum:

 

1.İnançsızlık ve inkârcılık En büyük arzusu, insanlığın "iman" nimetiyle buluşması ve imanla şereflenmesi olan Allah Rasûlü'nü en çok üzen şey, inançsızlık ve inkârcılık idi. İnançsızlık, bir anlamıyla ilahî nimete karşı nankörlük ve yaratıklara karşı acımasızlık demekti.

Akıllı, şuurlu ve bilgili bir insan nasıl imansız olabilirdi? Gül Peygamber'in, peygamberlik öncesi kırk yıllık gül gibi tertemiz, muazzez hayatını gayet iyi bilen bazı yakınları bile O'na iman etmiyorlar, bizzat amcası Ebu Leheb O'nu taşlıyor, O'nu tahkir etmeye çalışıyordu. Bu durum gayet tabii olarak Peygamberimiz'i çok üzüyordu. O'nun üzüntüsü, bizzat Kur'an-ı Kerim tarafından tescil edilmiştir. Kur'an, O'nu teskin ve teselli etmek üzere şöyle buyurmaktadır: "Ey Rasûl!.. Kalpleri iman etmediği halde ağızlarıyla "inandık" diyen kimseler ve yahudiler gibi küfre koşanlar seni üzmesin."(3) "Biz gayet iyi biliyoruz ki, onların söyledikleri Seni gerçekten üzüyor. Onlar gerçekte Seni yalanlamıyorlar. Fakat o zalimler, bile bile Allah'ın ayetlerini inkâr ediyorlar".(4) "Kim küfre düşerse, onun küfre düşmesi Seni üzmesin".(5) "Onların sözleri, Seni üzmesin."(6) Yine Kur'an-ı Kerim, Peygamberimiz'in imana yönelmeyen insanlar için duyduğu üzüntüden dolayı neredeyse kendini yiyip bitireceğini anlatmaktadır: "Onlar bu ilâhî söze iman etmezlerse, (ve bunun sonucunda helâk olurlarsa) onların ardından Sen de üzüntüden neredeyse kendine kıyacaksın!.." (7) "Onlar iman etmiyorlar diye, neredeyse Sen kendine kıyacaksın!.."(8) Allah'ın Kitabı'nın Efendimiz'i üzdüğüne tanıklık ettiği inançsızlık hastalığı, bizi de üzmeli; Allah'a iman etmeyen insanları gördükçe "Niçin iman etmiyorlar?" diye cidden üzülmeli ve dertlenmeliyiz. İmandan mahrum olanları manevî açıdan "hasta" olarak görmeli, onların bu durumlarına üzülmeli, manevî tedavileri ve Allah'ın izniyle şifa bulmaları için yardımcı olmalıyız. Hatta sadece üzülmekle kalmamalı, bu kimselerin imanla buluşmaları için gerekli olan davet ve tebliğ yanında, gönüllerini İslâm'a kazanma amacıyla ilgi, anlayış ve yakınlık göstermeli, henüz imanla tanışmamış olanlara kesinlikle "düşman" muamelesi yapmamalı, insanlık görevlerini ihmal etmemeliyiz.

 

2.İtaatsizlik, emre itaatte ağır davranılması Peygamberimiz'i üzen bir diğer konu, emrine itaat edilmemesi veya itaatte ağır davranılmasıdır. Zira nebevî emre itaatsizlik, dünya ve ahirette mutsuzluk, huzursuzluk ve felâket sebebidir. O'nun Sünneti Seniyyesinin hafife alınması, O'na uymayı emreden Allah'ın Kitabının emrini çiğnemek anlamındadır. Hicretin 6. yılı sonlarında Peygamberimiz ile Kureyş temsilcisi Süheyl b. Amr arasında Hudeybiye Barış Andlaşması imzalandığında; andlaşma maddeleri ilk anda ashab-ı kirama ağır gelmişti. Andlaşma maddelerinin doğuracağı kötü sonuçları düşündüklerinde müslümanları üzüntü ve keder kaplıyordu. Peygamberimiz'in kendilerine Mekke'ye girip tavaf edecekleri müjdesini vermesine rağmen, andlaşmaya uyarak Beytullah'ı tavaf edemeden geri dönecek olmaları, ayrıca andlaşma maddelerini Kureyş'in baskılarına boyun eğme ve Kureyş'e taviz vermeye razı olma şeklinde yorumlamaları sebebiyle Müslümanların maneviyatları kırılmış, son derece üzülmüşlerdi. Andlaşma imzalanıp da Rasûl-ü Ekrem Efendimiz ashabına: "Kalkın, tıraş olun, ihramdan çıkın. Ceza kurbanlarınızı kesin." (Yani Mekke'ye girmeden geri dönüyoruz), buyurduğu ve bu emrini üç defa tekrar ettiği halde üzüntülerinden dolayı Ashab-ı Kiram'dan hiçbiri yerlerinden bile kıpırdamamıştı. O gün Hudeybiye'de bulunan sahabenin sayısı 1400 kadardı. Bunun üzerine Peygamberimiz, hanımı Ümmü Seleme validemizin çadırına girdi. Ashabının bu açık ve net emrine itaat etmemeleri, Efendimiz'i çok üzmüştü. Ashabının bu durumunu Ümmü Seleme validemize nakletti. Üzüntüsünü: "Ey Ümmü Seleme!.. Ashabım beni dinlemiyorlar", şeklinde ifade etti ve onunla istişare etti. Ümmü Seleme validemiz: "Ya Rasûlallah!. Onların senin bu emrini yerine getirmelerini mi istiyorsun? O halde dışarı çık. Hiç kimseyle tek kelime konuşmadan kurbanını kes. Saçını tıraş ettirmek için berberini çağır. Onlar senin ashabın iseler, bu defa mutlaka sana uyacaklardır" dedi. Peygamberimiz, çadırdan çıkıp bu şekilde hareket eti. Sahabei Kiram da O'na aynen uydular. Ama üzüntüden neredeyse birbirlerini kırıp geçireceklerdi. Sahabenin, Allah Rasûlü'nün ilahî vahiyle desteklendiğini bir an için unutarak barış andlaşmasının maddelerini olumsuz şekilde yorumlamaları sebebiyle, nebevî emre itaatte gecikmeleri Peygamberimiz'i üzmüştü. Oysa Allah Rasûlü'nün nebevî mesajı, bazen ilk planda anlaşılmasa bile, bu ulvî mesajda ilk anda bilinemeyecek ve fark edilemeyecek bazı hikmet ve incelikler olabileceği düşünülmeli ve Allah'ın Sevgilisi'ni üzmemek için verilen nebevî mesajı uygulamada asla tereddüt edilmemelidir.

 

3.Bilgisizlik, bilgisizce fetva verilmesi: İlme, ihtisasa ve tecrübeye değer veren İslâm; bilgisizliği, bilgisizce fetva vermeyi şiddetle reddetmiştir. Allah Rasûlü'nü üzen hususlardan biri, ehil olmayan kişilerin ilmî hiçbir çaba ve gayret göstermeden kulaktan dolma yalan yanlış fetva vermeleridir. "Bilmiyorsanız zikir ehline yani alimlere sorun" ayeti, bilmediğimiz konularda başvuru mercii olarak "ilim ehli"ni göstermektedir. Hadis-i şerifte "Fetva vermekte cür'etli olanlar manevî sorumluluktan korkmaksızın derhal fetva vererek yersiz cesaret gösterenler Cehennem ateşine atılmakta cür'etli olan kişiler" olarak nitelendirilmiştir. Yine Efendimiz, "Gerçek alimlerin vefat edip, insanların cahil kimseleri baş tacı etmeleri ve bunların da bilgisizce fetva verip, kendileri sapıklığa düştüğü gibi başkalarını da sapıklığa düşürmelerinin yeryüzünden ilmin kaldırılmasına sebep olacağını" bildirmiştir.(12) Genç sahabî Cabir b. Abdillah anlatıyor: "Biz bir yolculuğa çıkmıştık. Bir arkadaşımıza bir taş isabet edip başını yardı. Yaralı arkadaş ihtilam olmuş, gusletmesi gerekmişti. Arkadaşlarına: Teyemmüm etmem için bir ruhsat ve izin biliyor musunuz? diye sordu. Arkadaşları: Su varken teyemmüm etmen için herhangi bir ruhsat ve izin bilmiyoruz, dediler. Bunun üzerine arkadaşımız su ile gusletti. Oysa gusletmesi derin yarası için zararlıydı. Su yarayı azdırdı. Yaralı arkadaşımız çok geçmeden de öldü. Bu durum Peygamberimiz'e bildirilince, Efendimiz buna çok üzüldü. Bir müslümanı kaybetmek O'na çok ağır gelmişti. Bu durumda çok acı konuştu. Efendimiz o gün şöyle demişti: "Onu onlar öldürdüler. Allah cezalarını versin. Bilmediklerine göre soramazlar mıydı? Bilgisizlik hastalığının şifası, bilene sormaktır. Yarasının üzerini sarıp vücudunun diğer yerlerini yıkaması ve teyemmüm etmesi onun için yeterli idi."(13) Bu olayda ilim ehline sormadan, bilgisizce verilen yanlış fetva, bir mücahidin ölümüyle sonuçlanmış, bu duruma çok üzülen Rahmet Peygamberi belki de bir daha benzeri bir olayın tekrar yaşanmaması için bu acı ve sert ifadeyi kullanmıştı.

 

4.Ölçüsüzlük, itidalden ayrılmak, ifrat veya tefrite düşmek, İnsan psikolojisine tam anlamıyla hakim olan Peygamberimiz, daima itidali ve ölçülü davranmayı emretmiştir. Karşılıklı ilişkilerde, davet ve tebliğde, dini ve dünyevî her konuda ana ilke ve temel ölçü, şu eşsiz nebevî ifade ile açıklanmıştır: "Kolaylaştırınız.. Zorlaştırmayınız... Müjdeleyiniz.. Nefret ettirmeyiniz. "(14) Ancak "kolaylaştırma" her zaman ve her konuda geçerli genel bir metod değildir. Allah'a isyan olan bir konuda, kesinlikle haram kesin olan şeylerde kolaylaştırma söz konusu değildir. Hz. Aişe (r.anha) validemiz anlatıyor: "Allah’ın Rasûlü iki şey arasında serbest bırakıldığında O, "günah olmadıkça" daima kolay olanı tercih ederdi. Eğer o husus günah ise, insanlar arasında bundan en uzak olan kişi Rasûlullah olurdu".(15) Hz Aişe'nin bu ifadesi günah olan şeylerde kolaylaştırma veya kolayı tercih etme hakkı bulunmadığını göstermektedir. Kur'an âşıkı genç sahabî Muaz b. Cebel, kabilesinin mescidinde kıldırdığı bir akşam namazında kendisini tamamen ilahî huzura verip çok uzun sûreler okuması sebebiyle Peygamberimiz'e şikâyet edilmişti. Bunun üzerine Efendimiz bu duruma üzülmüş, kendisine üç defa: "Sen fitneci misin ey Muaz?!..." (16) diyerek onu uyarmıştı. Bu uyarıya uyarak namaz kıldırırken bile ölçülü davranmalı, arkamızdaki yaşlı ve hastaları, çocuklu hanımları ve ihtiyaç sahiplerini düşünmeliyiz. İnsanları fitneye, sıkıntıya ve huzursuzluğa sürükleyecek davranışların Allah Rasûlünü üzdüğünü iyi bilmeliyiz. Sevgili Peygamberimiz'i üzmeyelim!.. O Yüce Peygamber'in ümmeti olma şerefine nail olanların O'nun mesajını iyi kavramaları, O'nu üzecek söz ve davranışlarda bulunmamaları gerekir. Ümmeti olarak O'nun huzurunda boynu bükük, mahrum ve mahcup olmamaları için O'nun Sünnetine tam anlamıyla sarılmaları, O'nun hayat anlayışını gönülden benimsemeleri gerekir. Gelin Kardeşlerim!.. Rasûlullah'ı üzecek davranışlar sergilemeyelim. O'nun gönlünü incitecek sözler söylemeyelim. O'nun hayat anlayışını baş tacı edelim. O'nun arzu ettiği İslâm kardeşliğini gerçekleştirelim. Rabbimiz'e O'nun açıkladığı şekilde "kulluk" edelim. Ümmetini sonsuz sevgiyle kucaklayan Yüce Peygamberimiz'e, O'nun ümmeti olarak sevgi ile karşılık verelim.

 

* 1-Geniş bilgi için bkz. "Hüznü'n-Nebî", İ. Lütfi Çakan, Altınoluk dergisi, sayı....

* 2-Tirmizî: Şemail: s.184 No:226; İbn Sa'd, Tabakat: 2/128; Taberanî, el-Mu'cemü'l-Kebir: 22/155 No:414; Hakim, Müstedrek: 3/640; Ebu Nuaym, Delâil: No:565; Beyhakî: Delâil: 1/286; Kadı İyaz, Şifa: 1/288; Heysemî, Mecmau'z-Zevaid: 8/273

* 3-Maide: 41

* 4-En'am: 33

* 5-Lokman: 23

* 6-Yunus: 65, Yâ-Sin: 76

* 7-Kehf: 6

* 8-Şuara: 3

* 9-Buharî: Sulh 7; Müslim: Cihad 91; Ebu Davud: Menasik 32; Darimî: Siyer 64; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 1/86; 4/291; İbn Hişam, Sîret: 3/331; İbn Kesîr, Tefsir, Fetih Sûresi: 25

* 10-Nahl: 43; Enbiya: 7

* 11-Darimî: Mukaddime 20

* 12-Buharî: İlim 34; Müslim: İlim 13; Tirmizî: İlim 5; İbn Mace: Mukaddime 8; Darimî: Mukaddime 26; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/162,190

* 13-Ebu Davud: Taharet 125; İbn Mace: Taharet 93; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 1/370

* 14-Buharî: İlim 11, Cihad 164; Müslim: Cihad 5; Ebu Davud: Edeb 17; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 1/239, 4/399; Tirmizî, Şemail: s. 288 No: 350.

* 15-Buharî: Menakıb 27, Edeb 80, Hudûd 10; Müslim: Fedâil 77, 78; Ebu Davud: Edeb 4; Malik b. Enes, Muvatta: Husnül-Huluk 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 6/85,114, 130.

* 16-Buharî: Edeb 74; Müslim: Salât 178; EbuDavud: Salât 124; Nesaî: İmamet 39, İftitah 63,70; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 3/124, 299, 300, 301, 369

 

 

[email protected]