Ahlaki Bir Öfke
02/12/2010 - 11:14

Dünya ölçeğinde tek başına sorumsuzca hareket eden ABD, kin,düşmanlık, korku ve mutsuzluk üretiyor; uydu rejimler kurabilmek amacıyla keyfi bir şekilde ülkeler istila ediyor; bu uğurda çatışmalar ve savaşlar gerçekleştiriyor. İsrail’le birlikte her tür terörizmin en canilerini gerçek-leştiriyor. Özellikle orta doğu’da, ABD nin çıkarlarını tehlikeye sokabilecek bütün oluşumlar, gelişmeler ve yapılar birer birer etkisizleştiriliyor. Bunun için ABD orta doğuya askeri açıdan bütünüyle hakim olma hazırlıkları yapıyor. En karanlık seçenekleri sorumsuzca kullanan ABD ve İsrail militarizmi, dünyayı kirletiyor, çirkinleştiriyor. Orman yasaları uygulayan ABD ve İsrail, kitlesel katliamlara, imha savaşlarıyla, etnik temizliklerle ölüm üretiyor, ölüm ve acı dağıtıyor. Tek yanlı yaklaşımlarla tek yanlı basit gerekçelerle, çok karanlık ve açık olamayan ilişkilerle, gerçekler çarpıtılarak dünya çapında bir haçlı seferi sürdürülüyor. Sistemli ve programlı bir şekilde İslam ve Müslümanlarla ilgili kötü imaj üretiliyor. Militarizm ve faşizm, insanlık vicdanını ve bilincini esir almaya çalışıyor. Bütün bu gelişmeler karşısında güçsüz ve savunmasız durumda bulunan İslam dünyası toplumlarının toplumsal ve siyasal tepkileri çok yetersiz kalıyor. Güçlüler çok saldırgan,zayıflar ise çok savunmacı bir dil kullanıyor. Bütün bir insanlık ideolojik , politik kalıplara konulmuş bilgilerle yanlış yönlendiriliyor ve aldatılıyor, gerçekler gizlenebiliyor. Bütün özgün kültürler Amerikan popüler kültürü tarafından kirletiliyor. Yalnızca eğlenceye yönelik bir kültür olan popüler kültür aracılığıyla bir örneklik, bayağılık, kayıtsızlık ve başı boşluk yayılıyor. Spor bir çılgınlık ve fanatizm biçimine, futbol bir ideolojiye, kapitalist sisteme özgü bir endüstriye dönüşüyor. Televizyonlar emperyalizmin en tahripkar aracı olarak faaliyetlerini sürdürüyor. Emperyalizm televizyon aracılığıyla kendi ideolojilerini,siyasetlerini ve hayat tarzlarını dayatıyor. Markalar özellikle genç kuşaklar için bir kimlik belgesi halini alıyor Pop kültürü niteliksizliği, kalitesizliği, estetiksizliği, düzensizliği üretiyor ve pazarlıyor. Eğlence kültürü endüstrisi hiçbir ahlaki, kültürel ve entelektüel yargıya sahip olmayan, çürümüş ,yoz ve müptezel kişilikleri; içi boş yeteneksiz şöhretleri; şarkıcı, sinema yıldızı ve futbolcuları idol haline getiriyor. Tüketim kültürü tarafından toplumlar, kitleler tüketimin çekiciliğine ölçüsüzce koşullandırılıyor.İnsanlığın dünyası yalnızca İdeolojik ve politik bir dil ve söylemle tanımlanıyor.İdeolojik temelli eğitim anlayışı genç bireylere kendi varlıklarının özneleri olma imkanını vermiyor. Bu tür bir eğitim anlayışı içerisinde bireyin önce bir özne olarak bir irade ve ifade tarzına sahip olması mümkün değildir. Eğitimi yalnızca zihinsel bir etkinlik olarak almamak, ahlâkî, kültürel ve edebî bir etkinlik olarak görmek gerekiyor. Hayattan ve insanlıktan kopuk ideolojik temelli bir eğitim anlayışı dayatmacı bir eğitim anlayışıdır. İdeolojik eğitim ve ideolojik söylem, İslâmî kimliği toplumdışı ve yabanıl bir kimlik olarak tanımlıyor. İslâmî kimliğin siyasal süreçlere ve kararlara katılmalarını barbarca engelliyor. İslâmî kimliğin sözü, söylemi, hayatı, ortak hayatın dışında tutulmak isteniyor. Araçsal ve yararcı bir eğitime muhatap olan, kültürel ve ahlâkî eğitimden yoksun olan modern bireyler, insanlık durumlarına bütünüyle yabancı kalabiliyor. İdeolojik temelli eğitim anlayışı Öteki'nin tanınmasına ve saygı görmesine imkân vermiyor. Eğitimin ideolojik gereksinimlere cevap vermek üzere yapılandırıldığı toplumlarda, insanî, ahlâkî gereksinimlere cevap bulunamıyor. Batı Dünyasının kendi kültürünü, hayat tarzını, kavram ve kurumlarını, askerî ve ekonomik müdahaleciliğini, akıldışı ve ahlâkdışı dayatmalarla küreselleştirmesi, küresel bir mücadele ile karşı karşıya bulunduğumuzu gösteriyor. Bu dönem insanlığın büyük anlamlardan, büyük amaçlardan, büyük davalardan uzaklaştırılarak metalaştırıldıkları bir dönemdir. Tarihin akışını doğru yorumlamak ve kendi tarihimizi üretmek, kendi tarihimizin eyleyeni olmak gibi büyük bir sorumluluk altındayız. Toplumsal, kültürel ve ahlâkî eyleyenlerin ve etkinliklerin sahneden çekildiği toplumlarda yapısal değişim ve dönüşüm yaşanamaz. Herhangi bir kültür, genç ve dinamik karşıt kültür karşısında kendisini savunamıyorsa, dinamiklerini ve içeriğini koruyamıyorsa, bu kültür bir çöküş ve çözülme sürecine girmiş demektir. Kendilerini yenileme potansiyeli ve birikimi olan kültürler bu çözülme sürecine dur diyebilirler. İçerisinde bulunduğumuz dönemde İslâm Dünyası toplumları kendi imkânlarını ve birikimini hareket geçirmek yerine, tarihin insaf ve merhametine sığınmış görünüyor. İslâm Dünyası toplumları bugünün tarihinin insaf ve merhametten yoksun bulunduğunu görmek istemiyor. Bu dönemde, anlam duygularını diri tutmamız, kültürel anlamları çoğaltmamız gerekirken; birbirimizle derunî anlamda ilişkiler kurmamız gerekirken; inanç dünyamıza yabancılaşıyor, bencil hesapçılıklara yöneliyor ve hayatı daha çok kazanmaktan ibaret bir etkinlik olarak görmeye başlıyoruz. İnsanda hüzün ve dehşet uyandıran bir ıssızlık ve uğursuz bir sessizlik karşısındayız. Değişim ve iletişim çağında yaşıyor olmamıza karşın, İslâmî kimliğin çok ilkel müdahalelerle yalnızlaştırılması anlaşılabilir bir durum değildir. Sessizliğe gömülmeyelim. Hayatı anlamlı kılabilmek için ahlâkî bir öfkeye sahip olalım. Anlık, mevsimlik ve konjonktürel kimliklere îtibar etmeyelim. İnançlarımızın, dilimizin, kavramlarımızın, değerlerimizin onurunu korumalıyız. Hayatın her alanında büyük bir inanç ailesinin sorumlu ve onurlu bir üyesi gibi davranmalıyız. Hayatın her alanında ölçülü, ilkeli ve tutarlı olmayanların etkili ve güvenilir olamayacağını bilmeliyiz. Daha yüksek ahlâkî düzeylere, daha yüksek kültürel düzeylere ulaşmalıyız .