SON ELÇİ VE SON MESAJ HZ. MUHAMMED VE KUR’ÂN-I KERİM
. Son Elçi’ye, Son Mesaj olarak indirilen mukaddes belge Kur’ân-ı Kerim’in ilk ayetlerinin, ilmin değişmez unsurları olan “okuma” ve “yazma”dan bahsetmesi, İslâm dininde, ilme ve ilmî çalışmalara verilen değerin çarpıcı bir örneğidir.
02/12/2010 - 12:09

Kur’ân-ı Kerim’i, “En Sevgili Kul” ve “Son Resûl” Hz. Muhammed’e, en büyük mucize olarak vahyeden Allah Teâlâ Hz.lerine sonsuz hamd ve senâlar olsun. Kalbi Kur’ân ile nakışlanan, ahlâkı Kur’ân ile şekillenen ve nezih hayatı Kur’ân’ın ahkâmıyla biçimlenen; hâfızların ve kaarîlerin ilki, elçilerin sonuncusu, Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v.) Hz.lerine, bugüne dek okunmuş ve kıyamete kadar okunacak olan Kur’ân-ı Kerim Hatm-i Şeriflerindeki harfler ve sesler sayısınca salât ve selâm olsun.

Kıymetli okuyucum. Son Elçi’ye, Son Mesaj olarak indirilen mukaddes belge Kur’ân-ı Kerim’in ilk ayetlerinin, ilmin değişmez unsurları olan “okuma” ve “yazma”dan bahsetmesi, İslâm dininde, ilme ve ilmî çalışmalara verilen değerin çarpıcı bir örneğidir. İslâm’ın getirdiği prensiplerin ilme ve âlimlere verdiği değer sayesinde, kısa zamanda okuma ve yazma faaliyetinin yanısıra, eğitim müesseseleri de teşekkül etmiştir. Peygamberimizin (s.a.v) hayatta olduğu Asr-ı Saadet’ten günümüze dek, tüm İslâm dünyasında ilmî faaliyetlerin temelinde, bu mukaddes kitabın yer alması, Kur’ân öğretimi konusuna ayrı bir ehemmiyet kazandırmıştır. Sonsuza dek Allah Teâlâ’nın korumasına mazhar olan Kur’ân-ı Kerim, zaman içinde farklı kültürlere sahip muhtelif İslâm ülkelerindeki eğitim programlarının ilk dersini oluşturmuştur. Yüzyıllarca İslâm’a hizmet ederek, onun mukaddes emanetlerinin muhafızı olan ecdadımız da, tarih içinde, Kur’ân-ı Kerim’e gösterilmesi gereken hürmet ve itibarın en güzel örneklerini vermişlerdir.

Günümüzde Kur’ân öğretimi konusunda gerçekleşen tüm olumlu gelişmelere rağmen, biz Müslümanların, Kur’ân-ı Kerim’i okuma ve anlama konusunda yeterince mesafe kat edebilmiş olduğumuzu söylemek maalesef mümkün değildir. Temel problemimiz şudur: Biz Müslümanlar, bizden istenen anlayış ve kavrayışa ulaşabilmek için, Kur’ân-ı Kerim’i Nasıl Okumalıyız? Bu sorunun cevabını bulmak için önce Kur’ân-ı Kerim’e sonra da onu bize aktaran Sevgili Peygamberimizin tavsiyelerine müracaat etmeliyiz. Önce mukaddes kitabımızı ve özelliklerini tanımalıyız.

KUR’ÂN-I KERİM’İN ÖZELLİKLERİ

Kelime anlamı itibariyle, “okumak ve okunan şey” manasındaki Kur’ân, özel isim olarak, semâvî kitapların sonuncusu olarak son elçi, Hz. Muhammed’e (s.a.v) indirilen mukaddes metnin adıdır.Kur’ân-ı Kerim’in, bizatihi ayetlerde geçen diğer isimleri ise şöyledir: Kitâb, Furkan, Zikr, Rûh, Şifâ, Nûr, Mecîd, Kelâmullah, Hablullah, Kerîm, Mübîn, Mübârek, Rahmet. “Mushaf” ise Kur’ân-ı Kerim’in harflerle yazıya dökülmüş, iki kapak arasında bulunan kitap şekline verilen isimdir.

Böylesine farklı isimlerle değeri yüceltilen bu mukaddes kitabın Allah katındaki kıymetinden de kısaca bahsetmeliyiz. Bir ayette şöyle buyrulur: “Ey insanlar! Andolsun ki, (bu Kur’ân) Rabbinizden size bir öğüt, gönüllerinizdeki sıkıntılara da bir şifâdır. Ve o aynı zamanda müminler için bir hidayet rehberi ve bir rahmettir.” (Yûnus/57)

Kur’ân-ı Kerim böylesine değerli, böylesine bir şifa ve rahmet, öğüt ve hidayet vesilesi iken, nasıl oluyor da bazı insanlar onun şifasından, rahmetinden istifade ediyor, bazıları ise rahatsızlık duyabiliyor? Önce konuya işaret eden bir ayete kulak verelim isterseniz…“Biz Kur’ân’dan, müminler için bir şifa ve rahmet kaynağı olacak ayetler indiriyoruz. Bununla beraber bu Kur’ân, zalimlerin ancak hüsranını artırmaktadır.” (İsra/82)

Kanaatimizce ayeti anlamamıza en çok yardımcı olacak izahlardan biri Hz. Mevlânâ’ya aittir. Şu anlamlı misali vererek konuyla ilgili şunları söyler, Hak Aşığı Hz. Mevlânâ: “Nisan yağmurları yağdığında, ağzını açarak tek bir yağmur damlasını yakalayan bir balık (istridye), o damlayı alarak suyun derinliklerine iner. Bir süre sonra o bir damlacık yağmur, balığın karnında bir inci tanesine dönüşür. Aynı yağmur damlasını, yılan da ağzını açarak bekler ve bir damla sudan o da istifade eder. Lâkin, o bir damla su, bir müddet sonra yılanın ağzında en kuvvetli zehirlerden birine dönüşür. Yağan yağmur aynı yağmurdur; fakat netice itibariyle o, birinde inci, diğerinde ise zehir olur. İşte Allah’ın ayetleri de böyledir. Onlar sadece ve sadece rahmettir. Ancak müminlere şifa olan bu ayetler, zalimler için bir sıkıntıdır, bir hüsrandır…” Sonra nasihatlerine şöyle devam eder Hz. Mevlânâ: “Ey insan! Kur’ân’dan bir şey anlamıyorsan suç onda değil sendedir. Çünkü gülistana girip de gül kokusunu duyamayan insan, hatayı gülistanda değil gönlünde ve burnunda arasın!...”

Şimdiyse Son Elçi, sevgili peygamberimizin Kur’ân-ı Kerim’in değeriyle ilgili olarak söylediklerine bakalım. Şöyle buyuruyor Resul-i Ekrem (s.a.v): “Sadece şu iki kimseye gıpta edilir. Biri Allah’ın kendisine verdiği Kur’ân ile gece gündüz meşgul olan kimse. Diğeri Allah’ın kendisine verdiği malı gece gündüz O’nun yolunda harcayan kimse…” “Kur’ân okuyun. Çünkü Kur’ân, Kıyamet gününde kendisini okuyanlara şefaatçi olarak gelecektir.” “Kur’ân, Allah Teâlâ’ya, göklerden, yerlerden ve bunların içinde bulunanlardan daha sevimlidir.” Peygamber Efendimizin (s.a.v) Kur’ân’ın değerini belirleyen bu sözleri yanında, onun Kur’ân ile doyumsuz bir beraberliğinin olduğunu görmekteyiz. Hadis kitaplarında geniş bir şekilde yer alan bu beraberliğin birkaç örneğini aşağıda zikredelim. Peygamberimiz, Kur’ân’ı güzel sesle okur ve onun güzel sesle ve makamla okunmasını isterdi. Enes b. Malik ve Bera b. Azib isimli sahabiler, Efendimizden dinledikleri Kur’ân’ın güzelliğinden söz ederken, “daha önce böylesine güzel ve tatlı bir ses duymamış olduklarını”anlatırlar. “Kur’ân’ı seslerinizle güzelleştiriniz. Çünkü güzel ses Kur’ân’ın güzelliğini daha da arttırır.” buyuran Efendimiz (s.a.v) bizlerden de Kur’ân’ı güzel sesle ve özenle okumamızı istemektedir. Peygamberimiz, Allah Teâlâ’ya Kur’ân vasıtasıyla sığınırdı. Ebu Said el-Hudri ve Hz. Aişe (r.a) Peygamberimizin, şeytanın ve cinlerin şerrinden korunmak için Allah’a dualar ettiğini, ne zaman ki felak ve nas sûreleri nazil olduysa, bundan böyle ihlâs sûresi ile birlikte bu sûreleri okuyarak Allah’a sığındığını, bir rahatsızlık hissettiğinde hemen Kur’ân okuyarak onunla şifaya kavuşmayı arzu ettiğini bildirmektedirler.

Peygamberimiz Kur’ân’ı başkasından da dinlemeyi çok severdi. Abdullah b. Mes’ud ve Ebu Musa el-Eş’ari (r.a) Peygamberimizin kendilerinden Kur’ân okumalarını istediğini ve okudukları Kur’ân’ı şevkle dinlediğini aktarmaktadırlar. Kendisine indirilen, “Kur’ân’ı ağır ağır, tane tane oku.” (Müzzemmil/4) emri üzerine Sevgili Peygamberimiz, Kur’ân-ı Kerim’i, aynen ayette ifade edilen şekliyle okumaya gayret ederdi. Ona eş olma şerefine nail olan Ümmü Seleme (r.a) validemiz, Peygamberimizin (s.a.v) Kur’ân okuyuşunu “tane tane, harf harf anlaşılacak şekilde açık bir okuyuş” olarak anlatmıştır. Kendisine uzun yıllar hizmette bulunan Hz. Enes ise şöyle anlatıyor: “Peygamberimiz Kur’ân okurken, uzatılması gereken yerleri özenle uzatır ve tane tane, ağır ağır okurdu” Şimdiyse, Kur’ân-ı Kerim ile müminlerin beraberliğinin hangi kıvamda ve hangi özelliklerde olması gerektiği hususunda Peygamber Efendimizin tavsiyelerine bakalım.