Bir Karasaban Çağında
Modernlikler, postmodernlikler evrensel çapta yabancılaşmalara yol açtı. Modern-postmodern hayat tarzı, kötülükleri ahlaksızlıkları, hayasızlıkları sıradanlaştırdı. Haya, utanma duygusu en yüksek bilinç durumu iken; bu konuda modernler bilinçsiz ligi seçtiler.
09/05/2011 - 12:10

Modern, postmodern dönem ahlaki, vicdani sınavlar da utanç verici sonuçlar aldı. İnsanlığın ahlak ve vicdan adına gerçekleştirdiği her ne varsa, hepsi ideolojik/politik sapkınlıklar çıkarlar adına yok sayıldı. Hiç bir değer kaygısı taşımayan bir dünyada/toplumda her kavram bir meta'ya dönüştürülüyor. Evrenseli ufuklara kapalı olan toplumlar bilimi, sanatı, siyaseti ideoloji'ye dönüştürüyor. İdeolojik saplantılar, zihinleri, vicdanları kirletiyor. Hiç bir şekilde bir meşruieye sahip olmayan dünya düzeni faşist ve militarist politikalar yoluyla varlığını devam ettireb: liyor. Sömürgecilik çağı sürüyor. Sömürgecilik çağında insan hakları söylemi de, sömürgeci amaçlara hizmet ediyor. Ne hazindir k: günümüzde Müslümanlar ırkçı, ayrımcı, ötekileştirici insan hakları söyleminin himayesi altında İslami haklarına meşruiyet kazandırma ya çalışıyor.


Osmanlı düzeninin son bulmasıyla birlikte, İngiliz, Fransız çıkarlarına göre şekillenen, Ortadoğu ülkeleri sınırları içerisinde parçalanmalar, istikrarsızlıklar,  yönsüzlükler, teslimiyetçilikler, belirsizlikler yoğunlaşarak devam ediyor. Osmanlı düzeninin parçalanmasından sonra hiç bir parça istikrar kazanamadı. Emperyalistlerin kendi çıkarlarına hizmet etmek üzere kurdukları hanedanlığa dayalı kapalı siyasal sistemler, bugün de emperyalizme hizmet vermeye devam ediyor, İslam Dünyası ülkeleri küreselleşme karşısında hiç bir irade ortaya koyamıyor. Ayrıca, küreselleşme İslam toplumlarında İslami duyarlılıkları ciddi bir biçimde erozyona uğratıyor.


Günümüz dünyası çok hızlı, çok yoğun değişim/dönüşümler yaşarken, Türkiye bütün yerel alışkanlıklarını/saplantılarını asabiyetle muhafaza ediyor, yerleşik ideolojik bürokrasi statükoyu koruyabilmek için her tür girişimi meşrulaştırmaya çalışıyor. Türkiye, değişim yanlısı her tür girişimi şüphe ile karşılıyor, denetliyor, engelliyor. Türkiye 1930 lu yıllarda kalmak, orada yaşamak istiyor. Devletçi/elitist zihniyet, halkı, devletin nesnesi olarak görüyor. Kitleştirilen bu zihniyet 1950 yılın dan beri halkın yaptığı siyasal tercihlerden rahatsız.


İçerisinde yaşadığımız dünya, hiç bir tartışmaya yer bırakmayacak şekilde patolojik bir dünyadır. Patolojik bir dünyada yaşadığımız için kirli ideolojik gerçekliklerle kuşatılıyoruz. İletişim patlamalarının yaşandığı bir dönemde tek yönlü ve bilinçsiz bir iletişim-etkileşim yoluyla kitleler ideolojik manipülasyonun pasif alıcıları haline getiriliyor. Modernleşme ve postmodernleşme tarafından kuralsızlaştırılan bir dünyada yalnızca piyasanın kuralları geçerli. Piyasanın kuralları aynı zamanda kutsallaştırılmış kurallar. Günümüz toplumlarında kitleler pasif alıcılar haline getirildikleri için görsel rüyalar dünyasında yaşıyor.
İslam karşıtı, ırkçı, emperyalist ve faşist dünya, İslamın bütün hayati boyutlarını bir yana bırakarak, yalnızca savaşçı boyutunu ısrarla ve çarpıtarak gündemde tutuyor. İslam, tarihe girdiği andan itibaren, Müslüman olmayanlara karşı büyük bir müsamaha gösterdi. Kur'anı Kerimin emri doğrultusu da ehl-i kitabı himayesi altına aldı. Hangi dinden olursa olsun gerçek tarihçiler, İslam fetihlerinde zorla din değiştirme olaylarının bulunmadığını, kimi din değiştirme olaylarını istisnai olaylar olduğunu kaydederler. İslami fetihler sonrasında, hiç bir şekilde fethedilen ülke halklarının kültürel geleneklerine/hassasiyetlerine müdahale edilmediğini biliyoruz. Müslümanlar, tarihe girdikleri İslamın ilk yüzyılından beri, etnik kökenleri, farklılıkları, renkleri sorun olmaktan çıkararak, bütün Müslümanların eşitliğine saygıyı esas alan bir evrenselliği gerçekleştirdiler.


Müslümanlar tarihin en zorlu dönemlerinde gerçekleştirdikleri evrenselliği, bugün milliyetçilikler, mezhepçilikler nedeniyle kaybettiler. İslam, tarihe girdiği andan itibaren, çok kısa bir zaman içerisinde ve hayret uyandıracak bir şekilde, vahiy merkezli bir dönüşüm yaşayarak, göçebe bir çöl toplumundan evrensel bir imparatorluk ve evrensel bir uygarık oluşturmuştu. Bugün yaşanan milliyetçilikler ve mezhepçilikleri dehşetle takip ederken, yeni bir cahiliye dönemiyle karşı karşıya bulunduğumuzu anlıyoruz.
İslamın geçmişte kazandığı başarıları bilmek, konuşmak, yaşatmakla; İslamın bugün yapması gerekenleri bilmek, konuşmak ve tartışmak birbirinden farklı şeylerdir. Bugün de gördüğümüz üzere, yeni gerçeklikler, eski kalıplara sığmıyor. Bugün sahip olacağımız şeyler için çaba harcamak varken, hiç bir şekilde sahip olamayacağımız bir geçmiş için romantik özlemler biriktiriyoruz. Bugüne ilişkin, geleceğe ilişkin umutları/hazırlıkları, sorumlulukları/çabaları olmayanlar, geçmişte yaşamayı tercih ediyor. Müslümanlar olarak hangi çağda yaşıyor olduğumuzun bilincine vararak, bu çağın ihtiyaç duyduğu, dili/tarzı/duruşu oluşturmak gibi çok büyük sorumluluklarımız olduğunu hatırlamalıyız. Yazdıklarımız, yaptıklarımız bu çağda işlevsel olmalı, etkili olmalı, tayin edici olmalı.


Günümüz insanı, araçların dünyasına, paranın dünyasına, tüketimin dünyasına mahkûm olduğu için, korkunç yabancılaşmalar yaşıyor. Biz Müslümanlar da, taşıdığımız zincirlerin ağırlıklarını hissetmediğimiz için, özgür olduğumuzu sanıyoruz. Bugünün dünyasında dini hayat, dini algı biçimleri de büyük yozlaşmalar la karşı karşıya bulunuyor. Kimi dini çevreler,    hikemi, felsefi, batini spekülasyonlar, demagojiler, teviller ve zorlamalar yaparak, kitlelerin dini duyarlıklarını sömürüyor; kitleleri uyutuyor; tarihsel sorunlarla, insanlık sorunlarıyla ilgilenmeyen, bu sorunlar karşısında eylem/sorgulama/eleştiri sorumluluğu almayan, ümmet bilincini ve ahlakını felce uğratan, İslamı yalnızca hikemi/irfani bir yaklaşımla sınırlandıran bir dil/söylem oluşturuyor.
Bir katliam, işkence, işgal ve yıkım çağında, bir karabasan çağında; Müslümanlar yüzeysel konular ve ilgilerle, yapay ve icat edilmiş sorunlarla, masal / menkıbe/efsane kültürüyle meşgul olmaya devam edemezler. Bugün, öncelikle, İslam ümmetine özgü evrensel dayanışma bilincini somutlaştırmak durumundayız. Varoluşsal kaygılar taşımak zorundayız. Ütopik şeyler üzerinde değil, gerçek şeyler üzerinde konuşmalıyız.