Tehlikeli Savrulmalar
Günümüzde, Müslümanlar olarak bir gelecek perspektifi üzerinde çalışmamız gerekiyor. Bu perspektifi oluşturmadan önce, geçmişe yönelik ilgilerimizi eleştirel bir bilinç içerisinde şekillendirmemiz icap eder.
03/08/2011 - 11:27

Tarihi inşa etme iradesine sahip olmayan toplumlar, bir şekilde tarihin kurbanı / kurbanları oluyor. Tarihi etkileyecek eylemler gerçekleştirmediğimiz taktirde, tarihe maruz kalmaya devam edeceğiz. Nerde hangi alanda ve hangi toplumda olursa olsun, sorumluluklarının gereklerini yerine getirmeyerek, eylemde bulunmayanlar; sorumsuzlukları yüzünden karşı eylemlerin nesnesi haline gelirler. Siyasal bir varlık olarak özgür olmadığımızda, bir karar verme iradesine sahip olmadığımızda, olayları etkileme gücüne sahip olmadığımızda, özgürlüğümüzün bir anlamı olamaz. Geleceği hazırlayan koşulları/zemini/iklimi üretmeksizin geleceği  konuşmak, hastalıklı ütopyalar üzerine konuşmak gibidir. Ütopyalar için çok büyük çabalar gerekir. Çaba harcamaksızın, sorumluluk almaksızın ütopik umutlar içersinde yaşamak marazi bir durumun adıdır.

Tarihinden, kültür ve uygarlık değerlerinden mahrum edilen toplumlar, yalnızlığa ve geleceksizliğe terk edilmiş toplumlardır. Türkiye örneğinde görülebileceği üzere, ideolojik safsatalarla engellenen, ufku kapatılan, ideolojik sınırlar içerisine hapsedilen toplumlarda; ilgilerimiz/uğraşlarımız, özgün-temel vazgeçilmez bağlamlarından koparılıyor. Yabancı kimlik kaynaklarına yönlendirildiğimiz için, hepimiz kültürel diasporalarda yaşıyoruz. Müdahale altındaki hayatlardan, bağımsız düşünceler, tarzlar çıkmıyor.

Günümüzde, Müslümanlar olarak bir gelecek perspektifi üzerinde çalışmamız gerekiyor. Bu perspektifi oluşturmadan önce, geçmişe yönelik ilgilerimizi eleştirel bir bilinç içerisinde şekillendirmemiz icap eder. Kimi zaman geçmişin hafızası bugünü anlamsız/etkisiz hale getirebilir. Geçmişin hafızası bugüne hayat veren bir kavrayış biçimi içermelidir. İslami bütünlüğe, temellere gönülden ve bilinçli bir bağlılık içersinde olan aktivistler ve kültür adamları İslam dünyası çapında ortak bir kültürel duyarlılık oluşturabilmelidir. Kültürel bir proje hayata geçirilmeden, ekonomik ya da politik bir proje hayata geçirilemez. Bu konuda hepimizin heyecanlı düşüncelere ihtiyacımız vardır. Bizler Müslümanlar olarak çeşitlilikleri birleştiren kuşatıcı temellere sahibiz. Karşı karşıya bulunduğumuz, kabul etmek istemediğimiz, sorgulamadığımız çok tehlikeli savrulmaları aşarak, İslami dil’e, söylem’ e yeni bir soluk kazandırabiliriz. İslami çevrelerin, İslami iddialarını birer birer terk ederek, kişisel dindarlık biçimleri seçiyor olmaları kayıtsız kalınabilecek, sessizlikle geçiştirilebilecek bir durum değildir. Kavramlarda yaşanan ve bir gerçekliğe dönüşmeyen İslam yaklaşımı, asla kabul edilemez.

Bugün, İslam dünyası toplumları, bu toplumlarda faaliyet halinde bulunan cemaatler, edilgenliği bir gelenek/tarz halinde getirmişlerdir. Bu yüzden sözü geçen toplumlar/cemaatler, her türlü inisiyatiften yoksundur. Bu cemaatler, Türkiye’de de görüldüğü üzere, ibadetler ve manevi inançlarla sınırlı bir din anlayışına ikna edilmişlerdir. İslam toplumlarından söz ederken, kendilerini İslama nispet eden toplumlardan söz ediyoruz. İslam tarafından şekillendirilen toplumlardan değil. Aziz İslam, hiçbir şekilde, hiçbir milliyetçilikle uzlaştırılamazken, kimi cemaatler, cemaat çıkarları için milliyetçilikle İslami uzlaştırmaya çalışıyor. Hangi nedenle olursa olsun, milliyetçilikleri meşrulaştırmaya çalışmak demek, her hangi bir etnik aidiyettin, bir başkasına üstünlüğünü meşrulaştırmaya çalışmak demektir. Böylesi bir durumun adı yalnızca faşizm olur.

İslam, insanları tek bir cemaat olarak kabul eder, bu nedenle de etnik bütün ölçütleri reddeder. Zaman ve mekânla sınırlandırılması mümkün olmayan İslam, evrenin bütünlüğü, fıtri yasaların evrenselliğini ve kişisel iradenin önemini temsil eder. Müslüman olmak demek, bütüncül bir var oluş/hayat felsefesine sahip olmak demektir. İslam tehdit altındayken, mezheplerin ve etnik toplulukların kendi aralarında karşıtlıklar ve çatışmalar yaşıyor olmaları kabul edilemez, mazur görülemez. İnsan olmak, evrensel insanlığın bütün renklerine açık olmakla mümkün olabilir. Her Müslüman hayatını ahlaki bir sorumluluk temelinde şekillendirir. Hiçbir İslami cemaat, hiçbir gerekçeyle, büyük insanlık sorunları, acıları, trajedileri dışında, bu sorunlar, acılar ve trajedilerle ilgilenmeksizin kendisine özgü bir gündem oluşturamaz. Gerçek böyle iken, günümüzde kurulu düzenlerin rızasını/ güvenini kazanmaktan başka çabaları olmayan kimi cemaatler, teslimiyeti seçerek, utanç verici kayıtsızlıklar,ilgisizlikler ve sorumsuzluklar sergiliyor. Halen karşı karşıya bulunduğumuz trajedileri hiçbir biçimde gündemlerine almayan bu cemaatler, aziz İslam ümmetinin çocukları açlıktan kırılırken; korkunç paralar harcayarak, çok pahalı, çok gösterişli toplantılar düzenleyerek yalnızca liderlerinin imajlarını parlatmaya çalışıyor.

İslam toplumlarında, muhafazakâr, geleneksel düşünme ve yaklaşım biçimleri, tevhidi bilincin/algının dejenere edilmesi sonucunu doğurduğu gibi; bu yaklaşım biçimleri aynı zamanda statükolarla da bütünleştiler. Her alanda algısal bir yabancılaşma yaşandığı için, yaşamımızı tevhid’i bir dünya görüşüne, bir hayat tarzına dönüştüremiyoruz. Tevhid; bir dünya görüşü ve hayat tarzına dönüşmeyince, hiçbir zaman, hiçbir şey’e “hayır” diyemeyen, hiçbir yabancılaşmayı sorgulama ihtiyacı duymayan statükocu çevrelere “evet” diyen cemaatler popülarite kazanıyor. Tevhid’i; bir dünya görüşü ve hayat tarzına dönüştüremediğimiz için, ibadetlerimizin, içerisinde yaşadığımız dünyaya yönelik düzenleyici etkileri yok, ibadetler daha çok ahiret hayatı için, icra ediliyor. Kur’an-ı Kerim daha çok ibadetler sırasında okunuyor. İbadetlerimizi içerisinde yaşadığımız dünyanın İslamileştirilmesi doğrultusunda gerçekleştirmiyoruz. Tevhid’i, bir dünya görüşü ve hayat tarzına dönüştürmeyen cemaat hareketleri günümüz dünyasında utanç verici ittifaklar, uzlaşmalar ve mutabakatlar içersine giriyor, çıkarları için bütün iktidar biçimleriyle iş birliği yapıyor, hiçbir direniş mücadelesine, düşüncesine, ahlakına, bilincine, kültürüne sahip çıkmıyor. Tevhid’i bilinç ve bütünlüğe yabancılaşan cemaatler, gruplar, İslami etkinlik adına yalnızca metafizik/mistik/hikemi spekülasyonlarla varlıklarını ve etkinliklerini devam ettirmeye çalışıyor. Metafizik spekülasyonlardan ibaret olan İslami söylem, günümüz tarihinin sorunlarıyla, ihtiyaçlarıyla, beklentileriyle ilgisi olmayan bir çerçeve oluşturuyor.

Müslümanlar olarak, özgün, özgür, evrensel bir entelektüel mimari oluşturmak, bu çağın söylemini gerçekleştirmek zorundayız. Kavramsal ve algısal bir yenilenmeye cesaret edemediğimiz için bastırıldığımız, etkisizleştirildiğimiz için, Batı’dan ödünç alınmış kavram ve kurumlarla düşünmeye çalışıyoruz. İslam düşüncesinin, kavram ve kurumlarının, modern-seküler yorumlarla sınırlandırılması kabul edilebilir bir durum değildir.

İletişim alanındaki gelişmeler,  teknolojik alandaki gelişmeler, Yirminci Yüzyılın başından beri, hayatın her alanında, seküler yaklaşımların egemen olması ve küreselleşmesiyle birlikte, bütün toplumlarda kültürel yapıları etkiledi, bu kültürleri kendi tarihsel ve özgün bağlamlarına yabancılaştırdı, bu kültürlerin kendi özelliklerinin ve yapısal niteliklerinin kaybolmasına neden oldu. Keşifler yoluyla, ticaret yoluyla, sömürgeleştirme yoluyla, kültürel emperyalizm yoluyla Batılılaşma, küresel bir dönüşüm gerçekleştirdi. Kapitalizm yoluyla ekonomik değişim gerçekleştirilirken, ulus devlet yoluyla da politik değişim gerçekleştirildi.

Kültürlerin kitleselleşmesi her toplumda kültürleri niteliksizleştirdi. Tüketim kültürü ile sınırlı bir hayat tarzı ve dünya görüşü sebebiyle, herkes statülerini sergileyerek, fark edilme çabası/tutkusu içerisine girerek varolma yolunu seçti. Piyasanın sömürgeleştirdiği bir dünyada, ahlaki değerlerden bağımsız bireyler şeyleşmiş varoluşlar yaşıyor. Hayatın modernleştirilmesi, mekanikleştirilmesiyle birlikte hayat bütünüyle ruhsuzlaştırıldı. Tek boyutlu hesap yapan akıl, modern insanın tutkularını kontrol etmeyi başaramıyor.

Kışkırtıcı bir kitlesel pazarlama ve kitlesel reklâmcılık döneminde, moda,  yeni bir sömürü biçimine dönüştürüldü. Kadın cinselliğini sömüren bir modernlik biçimi, sorgulanamaz hale getirildi. Bireyler medya kültürünün nesnesi  haline getirildiler. Her yerde, her alanda korkunç bir yapaylık sahneye çıktı. Karşılıklı bağımlılığın yoğunlaşması/hızlanması, modern/postmodern ahlaksızlıkların, kötülüklerin her toplumda zemin kazanmasına yol açtı.

Günümüz dünyasında küreselleşme karşısında savunmasız olan toplumlar sürekli olarak kültür ithal ediyor, hiç bir şekilde kültür ihraç etmiyor. Bir toplumun kültür ihraç edebilmesi için, günümüz insanının ilgisini çekebilecek, kalbini kazanabilecek nitelikte kültürel ürünler üretebilmesi gerekir. Bu konuda, İran’ın, günümüz entelektüel dünyasının ilgisini çekecek ölçüde sinema ihraç ettiğini kaydedebiliriz. Kültürel sömürgecilik/emperyalizm geçmişin sorunu değil bu günün ve şimdinin de sorunu. Kültür emperyalizminin neden olduğu parçalanma, yabancılaşma, özgün kültürlerin yapıların,  geleneklerin yıkımına neden oldu. Taklitçi bir kültür algılarımızın davranışlarımızın, hayat tarzımızın bozulmasına yol açtı. Hayatın teknik akılla biçimlendirilmesi, hayatın bütünlüğünün bozulmasıyla sonuçlandı. Aklın da, fıtratın da, ilahi varoluş tarafından belirlenen doğal sınırları var. Aklın ve fıtratın doğal yasalarına isyan eden laik/modern kültür, bireyi ahlaki ve vicdani sınırlar içerisinde tutmayı başaramıyor.

Günümüzde tüm İslam toplumları yoğun bir biçimde iletişim saldırıları ile karşı karşıya bulunuyor. Edilgenliği bir kader gibi yaşadığımız için, bir gelecek öngörümüz yok, hazırlıklarımız yok. Toplumlarımız iletişim saldırıları karşısında savunmasızlık ve dirençsizlik içerisindeler. Enformasyon gücünü elinde tutan batı dünyası, egemenlik yetenekleri kısıtlanmış olan ülkelerde, bu ülke yönetimlerinin ve toplumlarının kontrol edemediği etkiler/süreçler oluşturuyor. Küresel dünyada, fikir, bilgi, imge hareketlilikleri her geçen gün yoğunlaşıyor. Toplumsal küresellik, toplumların zihin dünyalarını kültürel/politik tercihlerini etkiliyor. Coğrafi ve siyasal sınırları aşan fikirler, kimliklerin dönüşmesine neden oluyor.

Farklılık, ötekilik gibi sorunlar, modern zamanların icadı olan sorunlar. Modern batı düşüncesi; ‘öteki’ ve ‘karşıt’ düşüncesini icat ederek, bu düşünceye dayalı bir kimlik oluşturuyor. İslam imparatorlukları döneminde uygarlıklar çatışması yoktu, uygarlıklar etkileşime/kaynaşmaya açıktı. Günümüzde özellikle Türkiye’de yaşadığımız üzere; Müslüman bilinci yerine Türk bilinci ikame edilince, ciddi etnik sorunlar baş gösterdi. Etnik/dogmatik aşırılıklar, kendi dillerini/kültürlerini kullanamayan, kendi dillerine/ kültürlerine yabancılaştırılan, kendi dillerinin/kültürlerinin göçebesi haline getirilen Kürt toplulukları gibi topluluklar oluşturdu. Bütün bunlar yapılırken anadili/kültürü yasaklanmış, dışlanmış/ötekileştirilmiş unsurlardan itaat/bağlılık beklenemeyeceği unutuldu, düşünülemedi. Irkçı sapkınlıklar nedeniyle, tüm toplumların/halkların/kültürlerin/dillerin eşit ahlaki öneme sahip oldukları gerçeği dikkate alınmadı. Türkiye’de bütün dönemler boyunca otoriter/ideolojik/ devletçilik ve ideolojik modernlik gündemde olduğu için, bütün tanımlar ideolojik çıkarlar doğrultusunda sömürüldü.

Günümüz dünyasında, insanlığın karşı karşıya bulunduğu sorunlar, bunalımlar, krizlerin ahlaki nedenleri hiç konuşulmuyor. Ahlaktan bağımsız bir ekonominin, ahlaktan ve adaletten bağımsız bir siyasetin her zaman büyük bunalımlara neden olduğu tartışılamıyor. Bugünün entelektüel hayatı, politik hayatı, ahlaktan bahsetmeye cesaret edemiyor. Kapitalist ihtiraslar adına milyonlarca masum insanın kanı akıtılabiliyor. Kapitalist ihtiraslar uğruna bütün bir insanlığa büyük/eşsiz yalanlar söylenebiliyor. Modern uygarlık ve hayat tarzı; kapitalist ihtirasları, yalanları, hırsızlıkları, katliamları meşrulaştırmak için, Sürekli olarak bir araç olarak kullanılabiliyor.

Tarihin tüm trajedilerini bütün boyutlarıyla yaşayan Müslümanlar olarak, maruz bırakıldığımız tüm kötülükler karşısında, hala toplumsal, kültürel entelektüel bir öfke’yi yükseltememiş olmamız çok düşündürücüdür. Bütün bu olup bitenler karşısında, tarih karşısında kayıtsız kalan ve aziz İslam’ı yalnızca bir gönül işine indirgeyen çevreler ciddi bir biçimde ahlaki ve entelektüel bir muhasebe yapabilmelidir. İslam toplumları olarak maalesef eleştirel bir kamuoyuna sahip değiliz. Bu nedenle din’i etiket taşıyan her şeye duygusal bir bağlılıkla bağlanıyor, alternatif keşifler yapma ihtiyacı duymuyoruz. Olayların yoğunluğu sebebiyle, insanlığın serüvenini gereği gibi takip etmiyoruz. Olayları çok konuşuyor, ancak insanlığı konuşmuyoruz. Ne pahasına olursa olsun, onaylanma ve kınanma kaygısı taşımaksızın yolumuza devam etmeliyiz. Yenilenme ve değişim için yola çıkanlar, çabalarının yankı bulmaması durumunda düş kırıklığı yaşamazlar, çabalarını derinleştirerek sürdürürler. Kalabalıkların ilgi ve desteği çoğu kez, cemaat lideri üzerinde, politik lider üzerinde sarhoş edici etkiler uyandırır, bu etkiler tehlikeli etkilerdir.

Görsel dilin önem kazandığı, sözel dilin önemini yitirdiği günümüzde, gündelik varoluşun basit ayrıntılarıyla oyalanıyor, gerçek sorunları, gerçek sorumlulukları ihmal ediyoruz. Bu nedenle zaman zaman gündelik var oluşlarımızı sorgulayabilmeliyiz. Öteki’ni, ya da ötekileştirileni yok ederek varolmalıyız,  varolmak, birlikte var olmaktır. Ötekileştirilenlerin hassasiyetlerine, taleplerine açık olmak insani bir erdemdir. Her durumda haklı olmayabiliriz, başkalarının düşünceleri de önemli/değerli olabilir. Her ilişki, her uzlaşı iki irade arasında cereyan eder. Sizin iradenizi yok sayan bir irada ile ilişki kuramaz, uzlaşı sağlayamazsınız. Sizin iradenizi tanımayan bir irade ile diyalog kuramazsınız. Ahlaki bir direniş eylemi, sözün ahlakına sahip çıkılarak gerçekleştirilebilir. Söylediklerimizin, yazdıklarımızın sorumluluğunu almalıyız. Düşüncenin, fikirlerin, sözün gücünü hafife almamalıyız.

Bilinçli amaçlara sahip olmalıyız.

Kendi anlam ve amaçlarımız hakkında kendi kararlarımızı alamıyorsak, dışarıdan belirleniyorsak bu durum özgür bir iradeye sahip olmadığımız anlamını taşır. Koşullara göre değişen yorumlar, düşünceler, tutarsızlıklara, parçalanmalara neden olur. Bu nedenle yorumlama sistemimizi bağımsızlaştırabilmeli, koşullara göre belirlememeliyiz. Sorumsuz yorumlardan, yaklaşımlardan kaçınmalıyız. Evrensel insanlık düşüncesinin, kültürünün, etnik ve kültürel farklılıkları bir sorun olarak görmediğini bilmeliyiz.  Farklı kültürlere bir etnografı olarak bakmamalıyız. Medyatik başarılar kazanmak ve ilgi toplamak için, kesinlikle sansasyonel bir dil ve tarza tenezzül etmemeliyiz.

Kendimiz olmayı, kendimiz kalmayı bir kimlik ve kişilik sahibi olmayı gereği gibi başarabilseydik, her tür “ötekileştirme” girişimine direnebilecektik.