NAİF UMUTLAR VE OPORTÜNİST HOŞGÖRÜ ANLAYIŞI
Dışlanmaktan ve yalnız kalmaktan korkanlar, her tür bağımlılığa ve itaatkârlığa sonuna kadar açıktırlar.
05/09/2011 - 14:39

Küresel bir enformasyon sisteminin, küresel bir tüketim modelinin, kozmopolit hayat tarzlarının, sınırları olmayan bir ekonomik hareketlilik ve etkileşimin etkili olduğu küresel kapitalizm çağında yaşıyoruz. Yeni Dünya karşılıklı bağımlılık ilişkileriyle şekilleniyor. Böyle bir dünyada Müslümanların küresel gündemi etkileyebilmeleri, şekillendirebilmeleri, küresel gündemin dikkatini çekebilmeleri için İslami bütünlüklere sahip olmaları gerekir. Müslümanların, insanlığa, dünyaya, tarihe katkıda bulunabilecek, evrensel bir çerçeve içerisinde yeni bir düşünüş ve değerler sistemi oluşturmaları icap eder. Bunun için, Dünya Müslümanlığının,  insanlık çapında ilgi uyandırabilecek bir kültürel üretkenliğe sahip olmaları gerektiği üzerinde durulmalıdır. İçe kapalı kültürlerin dünyayı dönüştürme konusunda hiçbir iddiaları olamaz. 

            Var oluşsal bir bütünlüğe sahip olduğumuzda, hayatımız inançlarımız doğrultusunda düzenleme imkânına sahip olabiliriz. Bize dışarıdan dayatılan hayat ve düşünce tarzları, var oluş biçimleri, hayatımızın, zihinlerimizin ve kişiliğimizin parçalanmasına neden olur. Modern, neo-liberal referanslara teslim olmuş, sömürgeci etkiler taşıyan zihinsel bir birikimle, bilinçli etkinliklerde, özgür eylemlerde bulunamayız. Bu nedenle, öncelikle sömürgeci etkilere karşı zihinsel, entelektüel, kültürel bir özgürlük mücadelesine hazırlanmalıyız. Hayatın her alanında üretkenlik ruhuna ve yeteneğine sahip olabilmeliyiz. Kendi çağının, zamanının, insani, kültürel, siyasal sorunlarıyla yüzleşmeyen, gerçek sorunlarla ilgilenmeyen bir entelektüel hayat düşünülemez. Gerçek sorunlar karşısında kayıtsızlık, sorumsuzluk entelektüel tükenişin, entelektüel yetersizliğin bir ifadesidir. Geçmişi, geçmişe özgü söylemi, dili, tarzı tekrar edersek, yeni bir kültür, yeni bir dil ve başlangıç mümkün olmayacak. Eski yaklaşımlarla yeni zamanlara hitap edemeyeceğiz. Tarihin belirli bir döneminde yazılmış eserlerin, tarihin ilerleyen dönemlerinde etkili olmayabileceği, işlevini yitirebileceği, gündemden düşebileceği, pek çok açıdan güncelliğini yitirmiş olabileceği, bu nedenlerle bu gibi eserleri tarihin bütün dönemlerine teşmil etmemek gerektiğini hatırlayarak, gerektiğinde bu eserlerden de yararlanarak daha çok kendi çağımıza hitap eden, bu çağı dönüştürmeyi amaçlayan düşünsel/entelektüel/kültürel çalışmalar yapmalı, eserler üretmeli, etkinliklerde bulunmalıyız. Çağımızın sorunlarıyla ilgilenmediğimiz için, hiçbir alanda bir varlık gösteremiyor, hiçbir sorunu gündem konusu yapamıyoruz, düşüncelerimizi ve inançlarımızı bir gerçeklik haline dönüştüremiyoruz. Müslümanlar olarak dünyanın taşrasında yaşadığımız için, taşrada her şey çok yavaş ilerliyor, her şey çoğu kez hep aynı kalıyor. İslami Eğitim bağlamında çok şey öğreniyoruz, öğrendiklerimizi herhangi bir yerde, alanda kullanmıyoruz. Bilinçsiz bilgiler, işlevsiz bilgiler biriktiriyoruz. 

            İslami bir iradeye, etkiye ve nitelikli yoğunluklara sahip olmaksızın, naif umutlara sahip olmamızın bir anlamı yoktur. İçerisinde bulunduğumuz dönemde neo-liberal dünya görüşü ve hayat tarzı küresel ölçekte bir meşruiyet sağlamaya çalışıyor. Neo-liberal dünya görüşü ve hayat tarzı özellikle toplumlarımızda toplumsal, kültürel ve ahlaki belirsizliklere yol açıyor. Neo-liberal meşruiyet karşısında Müslümanlar ne yazık ki, nitelikleri çoğaltmak yerine sayıları çoğaltmaları bir meşruiyet imkânı bulmaya çalışıyor. Küresel çapta etkili olan elektronik işgal hareketleri karşısında zayıf kültürler, yerel kültürler direnemiyor. Yeni kültürel bağımlılık biçimleri, yeni kültürel egemenlik biçimleri, kültürel bütünlüklerin ve değer sistemlerinin tahribatına ve kültürel gerilimlerin derinleşmesine yol açıyor. 

            Enformasyon ve iletişim teknolojilerinde yaşanan devrim çapındaki gelişmeler nedeniyle, kapitalizm/ emperyalizm/ yeni sömürgecilik ve modernleşme hareketleri biçim ve yöntem değiştirerek, üslup değiştirerek, yenilenerek yıkıcı etkilerini sürdürüyor. Mali sermayenin ve elektronik enformasyonun belirleyici gücü, ulusal sınırları, kültürleri ve politikaları geçersiz kılabiliyor. Küreselleşmenin efendilerine hizmet ve itaat etmeyen İran gibi ülkeler ambargo/ tecrit ve savaş tehdidi ile sürekli olarak baskılanıyor. Türkiye`nin de aralarında bulunduğu kimi ülkelerin bağımsız dış politika inisiyatifi almaları, küresel sahneye çıkmaya çalışmaları, Amerika`nın mutlakıyetçi tutumunun sınırlandırılabileceğini gösteriyor. Uluslar arası siyasette Amerika`nın merkez olma rolünün zayıfladığını görebiliyoruz. Asya`nın özellikle ekonomik anlamda yükselişi, Amerika`nın son iki yüz yıllık küresel egemenliğinin sona ermekte olduğunu gösteriyor. 

            Günümüz dünyasında demokratik meşruiyetin yerini, neo-liberal meşruiyet alıyor. Demokrasi daha çok batılı bir ihraç ürünü olarak, büyük ve etkili bir marka olarak pazarlanıyor. Bütün markalarda olduğu gibi, demokrasilerde de pazarlanan imaj/ürün ile içerikler birbirinden bütünüyle farklıdır. “Demokrasiler” , her şeyin sayılabilir, ölçülebilir hale geldiği, niceliklerin önem kazandığı, niteliklerin yerine kalabalıkların geçtiği günümüz dünyasının en büyük putu halin gelmiştir. 

            Zaman bilincinden yoksun var oluşlarla yeni gerçekliklere nüfuz edemeyiz. 

            Sayısal çokluklara sahip olarak, parasal zenginliklere sahip olarak, İslami niteliklere sahip olamayacağımızı öğrenmeliyiz. Günümüzde, İslami Cemaatlerde, fikirleri ve eylemleri çoğaltmak yerine, sayıları ve paraları çoğaltmak suretiyle kendilerine meşruiyet zemini açmaya çalışıyor. Eleştirel akla ihtiyaç duymayan bir sezgicilik, rüyalar, menkıbeler, kerametler ve kehanetlerden oluşan yeni bir mistisizm inşa ediliyor. Gizemli bir dil yoluyla, söylenceler yoluyla sayılar çoğaltılabiliyor., ancak bu sayılar entelektüel emperyalizm karşısında, entelektüel haçlı seferleri karşısında hiçbir şey ifade etmiyor. Söylenceler yoluyla oluşturulan cemaatler İslami temel ilkeleri çiğneme pahasına cemaat çıkarları öne çıkarılıyor. Bu nedenledir ki; tevhid bilincinin, cihad bilincinin, ümmet bilincinin, Bâtınilik ve mistik hezeyanlar yönünde gerilediğine tanık oluyoruz. 

            Oportünist bir “hoşgörü”  yaklaşımı hiçbir engel ve sınır tanımaksızın yayılıyor. Sınır tanımayan oportünist “hoşgörü” anlayışı, her şartta korunması, savunulması ve onurla temsil edilmesi gereken temel İslami ilkeleri/ değerleri/ ölçütleri aşındırıyor. Sınır tanımayan oportünist “hoşgörü” anlayışına öncülük eden neo-nurcu hareket genel kabule mazhar olabilmek için, utanç verici ödünler, ilişkiler, dayanışmalar sergiliyor. Bu hareketin lideri, ahlakın ve edebin ilahi yasalarını ihlal ederek, bu yasalara meydan okuyarak, fuhşiyat ve münkeratla bütünleşen bir politik lideri bile “hoş görebiliyor” bu liderle dayanışma içerisine girebiliyor. Böylesine bir durum mazur görülebilir, oportünizmle bile açıklanabilir bir durum değildir. Noe-nurcu hareket her vesileyle bütün siyasal partilere “eşit ölçüde yakın” olduklarını açıklayarak, ahlaki ilkelere, kurallara, bir değer ve düşünce sistemine bağlı bulunmadıklarını ilan etmiş oluyor. 

            Dışlanma, etiketlenme, ötekileştirilme endişesi, korkusu, bireyleri olduğu kadar, cemaatleri de içerisinden asla çıkamayacakları bir konformizme sürükler. Bu tür bir konformizm neo-nurculuk örneğinde de görülebileceği üzere, cemaati modaya uygun düşüncelerle bütünleşmeye, hep kazanan tarafta olanlarla birlikte görünmeye sevk eder. Bu tür konformist cemaatlerin, dışlananların, ötekileştirilenlerinin, muhaliflerin ya da direnenlerin yanında oldukları hiç görülmemiş, işitilmemiştir. 

            Dışlanmaktan ve yalnız kalmaktan korkanlar, her tür bağımlılığa ve itaatkârlığa sonuna kadar açıktırlar.  

            Müslümanların bütün dünyada ideolojik mühendislik faaliyetlerine tabi tutulduğu, korku ve nefret nesnesi haline getirildiği, Filistin, Irak ve Afganistan`da insanlık dışı konumlara, hapishane ve toplama kampı koşullarına mahkum edildiği bir dönemde, oportünist “hoşgörü” anlayışını normalleştirmeye, meşrulaştırmaya çalışmak korkunç bir ahlaki körlükle, korkunç bir bilinçsizlikle karşı karşıya bulunduğumuzu gösterir. Sistematik bir biçimde, emperyalist, Siyonist, sömürgeci şiddete, işkenceye, soykırıma maruz bırakılan Müslümanların, maruz bırakıldıkları koşullara karşı verdikleri ahlaki yanıtları, tepkileri yargılamaya hiç kimsenin hakkı yoktur. Müslümanlar olarak emperyalistlere, sömürgecilere, faşistlere karşı taşıdığımız ahlaki öfke ve ahlaki nefret sebebiyle hiçbir şekilde suçlanamayız. 

            Egemen yorum ve yaklaşım biçimlerinin dayattığı yanılsamalara teslim olanlar, yeni düşünceler, yöntemler geliştiremez, hiçbir alanda yeni bir üretimde bulunamazlar. Yeni durumlar için yeni bir dil, yeni bir duyarlık ve bilinç gerekir.  Şimdiki zamanı etkileyebilmek için, bugüne özgü sorumluluklar almak gerekir.