DİNLEME AHLAKI 3
Kulak, göz ve kalp, yaptıklarından (ve yapmak zorunda olup da yapmadıkla­rından) sorumludur. (İsrâ, 17/36)

28/12/2011 - 11:22

            4-Dinlemek farkında olmaktır

Anlamak ve öğrenmek için dikkatlice dinlemek, kendini duyulan şeye tümüyle vererek dinlemek gerekir. Böyle yapan birisi ne dinlediğini, dinlediğinin ne olduğunu farkeder. Bu elbette muhataba, bulunulan ortama ve kişinin kendi durumuna göre değişir.

Kur’an, Allah’ın varlığının belgelerinden örnekler verdikten sonra bu gibi âyetlerde işitenler için önemli olduğunu söylüyor. Bunlar elbette işitip ders almak isteyenler için birer ibret kaynağı, birer hidâyet vesilesidir. Zira onlar ne işittiklerinin farkındadır. Sesin, davetin nereden ve kimden geldiğini anlarlar. 

“O (Allah), geceyi içinde dinlenesiniz diye sizin için yaratan, (çalışıp kazanmanız için de) gündüzü aydınlık kılandır. Şüphesiz bunda dinleyip (ders almak) isteyen bir toplum için ibretler vardır.”  (Yunus, 10/67. Bir benzeri Nahl, 16/65. Rûm, 30/23)

Kur’an kulakları olduğu halde hak daveti duymayanların durumunu dört ayaklı mahlûklara benzetiyor. Onlar da bir takım sesler işitirler ama ne o sesi algılarlar, ne de gereğini yaparlar.

“Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” (A’raf, 7/179, 195. Bir benzeri, Furkan, 25/44)

 Hak daveti duymayan ve aldırmayanlar da manen sağırlar gibidir. Kendilerini kimin davet ettiğini duymadıkları gibi, neye davet edildiklerini de anlamazlar. Buna göre asıl sağır, kulaklarında özür olanlar, ağır işitenler değil; hak sese karşı kapalı olan, onu duymamazlıktan gelen, duysa da aldırmayan kimselerdir.

“Bil ki sen ölülere işittiremezsin, arkalarını dönüp giderlerken sağırlara da dâveti duyuramazsın.”  (Neml, 27/80. Rum, 30/52)

Zaten kimileri de Kur’an’ın duyulmaması, etkisinde kalınmaması için gürültü yaparlar, yaygara koparırlar, tozu dumana katarlar. Gürültü olsun ki insanlar Kur’an’a ilgi duymasınlar. Kur’an’ı duymasınlar. Kur’an’ın sesi, güzelliği, ahengi, mucizevi sözleri, yüreklere işleyen nağmeleri, insanın içine işleyen âyetleri duyulmasın. Zira Kur’an’a kulak verip de etkilenmemek mümkün değildir. Onlar ise Kur’an’a kulak verilmemesi için ellerindeki bütün imkanları seferber ederler.

“İnkâr edenler: Bu Kur'an'ı dinlemeyin, okunurken gürültü yapın. Umulur ki bastırırsınız, dediler.” (Fussilet, 41/26)

Kur’an’a karşı gürültü yapanlarla ilgili ilginö bir örnek.

“İnsanlardan öyleleri vardır ki,  bilgisizce (insanları)  Allah’ın yolundan saptırmak ve onunla alay etmek için ‘eğlence-boş ve amaçsız-lehve’l-hadis’ (türünden) sözleri satın alır. İşte onlara küçük düşürücü bir azab vardır.

Ona âyetlerimiz okunduğu zaman, sanki bunları işitmemiş, sanki kulaklarında ağırlık varmış gibi büyüklük taslayarak yüz çevirir. Sen de ona acıklı bir azabın müjdesini ver!”  (Lukman, 31/7)

Kaynaklar bu âyetlerin iniş (nüzûl) sebebiyle ilgili şöyle anlatılıyor:

İbni Hişâm’ın İbni İshak’tan rivâyet ettiğine göre, Peygamberimizin tebliğinin etkisini azaltmak için çeşitli yollara başvurulur ama başarılı olunamaz. Bunun üzerine, Mekkeli zengin müşriklerden Nadr b. Haris, ‘siz, aranızda emin olarak bilinen birine ‘mecnun, sihirbâz’ diyerek ona olan ilgiyi azaltmaya çalışıyorsunuz. Buna kimse inanmaz. Bakın ben onunla nasıl baş edeceğim’ demiş.

Bu adam bazen ticaret için Irak taraflarına giderdi. O bu yolculuklarında acemlerin, Hire halkının masallarını ve onların aralarında dolaşan rivâyetleri derlemeyi başarıp geri dönerdi. (İ. b. Ziyad el-Ferrâî, Meâni’l Kur’an, 2/326) Sonra da onları Kur’an’ı dinlemeye gidenlerin yolları üzerine oturur, onlara bu masal ve efsaneleri anlatır, dikkatlerini anlattığı şeylere çekerek onları uyutmaya ve Kur’an’a yönelmelerinin önüne geçmeye çalışırdı. 

Bu masalları Kureyşlilere anlatırken şöyle dermiş: “Muhammed size Âd kavminin, Semud kavminin hikâyelerini anlatıyor, ben ise size Rüstem’in, İsfendiyar’ın hikayelerini anlatıyorum. Ben O’ndan daha iyi bir hikâye anlatıcıyım. Benim anlattıklarım, Muhammed’in sizi davet ettiği şeyden daha hayırlıdır.” Böylece kimileri onun bu anlattıklarına kulak kabartıyor ve Kur’an dinlemeyi terkediyorlardı.

         Vakıdî’nin Kelbî ve Mukâtil’den rivâyetine göre aynı adam, bir kimsenin Peygamberimizin etkisine girdiğini duyunca, satın aldığı şarkıcı  bir cariyeyi şöyle diyerek ona musallat ederdi: “ona yedir, içir ve şarkılarınla onu oyala ki başka tarafa ilgisi kalmasın”. (İbni Hişam, Siyer, 1/299-300; Esbab’ü Nüzûl, Ahmed el-Vahidî en-Nisabûrî,  s: 259-260; Abdülfettah el-Kâdi, Esbabü’n Nüzûl, s: 305; İbni Kesir, Muh. Tefsir, 3/62) 

           

            Kur’an’da kalp, kulak ve gözün konumu

İnsanın kalp, kulak ve göz gibi organlara sahip olması Allah’ın en büyük lütfudur. Bütün bunlar olmazsa hayat olmaz, yani insan olmaz.

Kur’an, hem bunların birer büyük nimet olduklarını hatırlatıyor hem de onların doğru kullanılmasına işaret ediyor. Bu organlar doğru, ya da yaratılış amacına, yani fıtrata uygun kullanılmazsa olabilecek zarar konusunda aklı başındaki insanları uyarıyor.

“Hiçbir şey bilmeden anne karnından çıkan insana Allah’ı hakkıyla tanıyıp şükretmesi için kalp, göz ve kulak gibi nimetler verilmiştir. “Siz, hiçbir şey bilmezken Allah, sizi analarınızın karnından çıkardı; şükredesiniz diye size kulaklar, gözler ve kalpler verdi.” (16/Nahl, 78

Ancak Allah’tan gâfil olanlar, kendi iradeleriyle kulak, göz ve kalplerini fıtratları doğrultusunda kullanmadıkları için Allah, onların kulak ve kalplerini mühürlemiş ve gözlerine perde çekmiştir.  Çünkü onlar bunu hak etmişlerdir.

“İşte onlar Allah'ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir. Ve onlar gafillerin kendileridir.” (Nahl, 16/108; Bakara, 2/7)

Kulak, göz ve kalplerini gereği gibi kullanıp Allah'a teslim olamayanlar, in­sanlıklarını kaybederler; hayvandan daha aşağı derekeye düşerler. (A’râf, 7/179)

Kulak, göz ve kalp, yaptıklarından (ve yapmak zorunda olup da yapmadıkla­rından) sorumludur. (İsrâ, 17/36)

Gerçek körler, kafa gözü görmeyenler değil; kalp gözlerini, basiretlerini kay­bedip tarihten ibret almayan ve geçmiştekilerin işlediği hataları tekrar edenle­rindir.

“(Seni yalanlayanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur.”  (Hacc, 22/46)

Kafadaki kulağın görevi kendisine ulaşan sesleri ayırt edip sahibine bildirmek ise, manevi kulağın görevi de hak sesi, hak daveti, haktan gelen çağrıyı duymak, anlamak ve kabul etmektir. Ama ne yazık ki fıtrat üzere görevini icra etmeyen kulak duymaz, göz görmez.

“Onları doğru yola çağırmış olsanız işitmezler. Ve onları sana bakar görürsün, oysa onlar görmezler.” (A’raf, 7/198)

Bu kulaklara sahip olan inatçı inkârcıların kulaklarında hakkı duymalarına engel şeyler vardır.

“Ve dediler ki: Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Bizimle senin aranda bir perde bulunmaktadır. Onun için sen (istediğini) yap, biz de yapmaktayız!” (Fussilet, 41/5)

Onlar Vahy’e karşı kesin bir tavır aldıkları ve bir daha hidâyete dönmelerinde ümit kalmadığı için böylelerinin kalplerinin üzerine perde çekilir, kulaklarına ağırlık konulur. Bundan sonra hakkı anlamazlar, hak sesi işitmezler, Hakk’ın davetine itibar etmezler. (En’an, 6/25; İsra, 17/46; Kehf, 18/57)

Kur’an şöyle buyuruyor:

“Eğer biz onu, yabancı dilden bir Kur'an kılsaydık, diyeceklerdi ki: Âyetleri tafsilatlı şekilde açıklanmalı değil miydi? Arab'a yabancı dilden (kitap) olur mu? De ki: O, inananlar için doğru yolu gösteren bir kılavuzdur ve şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır ve Kur'an onlara kapalıdır. (Sanki) onlara uzak bir yerden bağırılıyor (da Kur'an'da ne söylendiğini anlamıyorlar.” (Fussilet, 41/44)

 

(Devamı var)

 

 Hüseyin K. Ece  Zaandam/Hollanda