ROMANTÎK-NOSTALJİK UYKULARDAN UYANMAK |
Günümüz dünyasında bağımlılığın en yeni biçimi küreselleştirici bağımlılık olarak somutlaşıyor. |
02/01/2012 - 12:27 |
Uluslararası sermayenin, internet ve sosyal iletişim ağlarının, yeni teknolojilerin dönüştürücü hareketliliği; sermayenin ve teknolojilerin sınırları aşan etkisi, hayatın her alanında yeni bir kültürel etkileşime yol açıyor, bu etkileşim kuşkusuz siyasal alanda da yönlendirici olabiliyor, içerisinde yaşadığımız küresel iklim, etkileşim ve hareketlilik halkları, özellikle de genç kuşakları otoriter rejimler karşısında, diktatörlükler karşısında daha güçlü kılıyor. Küreselleştirme ideolojisi, kamuoyunun iletişimini ve oluşumunu ciddi bir biçimde şekillendiriyor. Bu noktada çok güçlü bir yönlendirme ve etkileme kampanyasına tabi tutuluyoruz. Bütün toplumlar başka hiç bir seçenek yokmuşçasına demokrasi/diktatörlük karşıtlığı içerisinde düşünmeye, eylemde bulunmaya zorlanıyor. Demokrasi/diktatörlük karşıtlığını bir propaganda malzemesi haline dönüştüren batı dünyası, faşizme ve militarizme dayalı dış ilişkiler/politikalar üretirken “demokrasi” maskesini kullanmayı da ihmal etmiyor. Bizler, müslüman toplumlar olarak yüzyıllardır hep sistemli bir biçimde ilaçlı saldırılarına maruz kalıyoruz. Batı dünyası; her konuda, batı dışı dünya hakkında kendisini nihai bir karar mercii olarak görebiliyor, bugünde bu durum maalesef devam ediyor. Müslümanlar olarak, İslami anlamda farklı bir sistem seçeneği olduğuna ilişkin güçlü, ikna edici fikirler/pratikler/modeller ortaya koyamadığımız için, ithal dünya/toplum/siyaset görüşleri ile oyalanmaya devam ediyoruz. Zihinsel bir teslimiyetçilik içerisindeyiz. Bu teslimiyetçiliğin zihinsel yetersizliğimizden, yeteneksizliğimizden kaynaklandığını itiraf etmiyoruz. Bugünün dünyasında güçlüler/müstekbirler her alanda dayanışma içerisinde bulunurlarken, bizler daha güçlü dayanışmalara ihtiyacımız olduğu halde, paramparça bir tabloyu sürdürmeye devam edebiliyoruz. Paramparça olduğumuz için hiç bir saldırıya karşı güvencemiz yok. Sürekli olarak denetim-kuşatma ve işgal altındayız. Zihinsel ve algısal parçalanmışlıklar sebebiyle, emperyalistlerin Afganistan'da, Irak'da, şimdi de, Libya’da ne aradıklarını gereği gibi sorgulayamıyoruz. Seslerimizi yükseltmiyoruz. Sesimizi özgürleştiremiyoruz. Yerel diktatörlere karşı, emperyal diktatörlerle işbirliği yapabilen aşağılık unsurlarla bir arada görünebiliyor, yardımlaşabiliyoruz. Libya örneği bu konuda ibretamiz bir örnektir. Sayıların nihai ölçüt olarak alındığı bir sistemde, İlahi Hakikat bireysel bir tercihe indirgenebiliyor. Her tür iktidarın yalnızca sayılara ihtiyacı var, hakikate ihtiyacı yok. İslami cemaatler bile sayılara dayalı meşruiyet peşinde çaba harcıyor. Sayıların onayını alamayanların değersizleştirildiği, marjinalleştirildiği, dışlandığı bir dünyada yaşıyoruz. Sayıların belirleyici olduğu bir sistemde nitelikler, fikirler, bilgelikler, değerler ve ahlak dikkate alınmıyor. Hak ve hakikati bir sayılar sorunu haline getiren, sayıları mutlak bir değere dönüştürerek, meşruiyet kaynağı haline getiren bir sistem içerisinde kalarak kuşkusuz zihinsel/düşünsel/entelektüel bir bağımsızlık gerçekleştirilemez. Zihinsel, entelektüel bir bağımsızlık mücadelesine ihtiyaç duymayan kesimler, toplumlar, genç kuşaklar liberal atraksiyonların, liberal hoşgörünün büyüsüne kapılıyor. Onaylamadığımız, paylaşmadığımız bir şey için bizlerden "hoşgörü" talep edildiğini unutuyoruz. "Hoşgörü" hiç bir şekilde paylaşamayacağımız yanlışlıkların, kirliliklerin, kötülüklerin, yanılsamaların sürdürülmesine ses çıkarmamak, tepki göstermemek demektir. Bugünün tarihi, silahlarla, katliamlar, işgaller, suikastler yoluyla yapılandırılan bir barbarlık tarihidir. İslam toplumlarının egemenlik haklarına zerre kadar saygısı bulunmayan emperyalistler, insansız uçaklarla her gün İslam topraklarında masum insanlara yönelik katliam ve suikastler gerçekleştirebiliyor. Müslüman fikir adamları, siyaset adamları, ilim adamları, kutsallaştırılmış/efsaneleştirilmiş cemaat liderleri bu korkunç canavarlıklar karşısında tarihe tanıklık sorumluluğunu yerine getirmiyor. Maddi hayatı referans olarak alan bir dünya görüşünün ve hayat tarzının, düşünsel-kültürel-ahlaki-entelektüel sorunlar karşısında büyük bir kayıtsızlık içerisinde olduğunu görüyoruz. Bizlerin, müslümanlar olarak, dışarıdan dayatılan ekonomik/politik/kültürel çerçeveleri aşarak, pazar ekonomisi temelinde sürdürülen küreselleşmenin dışında, bağımsız bir ufkumuz, bilincimiz ve vizyonumuz olmalı. Günümüzde, seyirci haline getirilen kitlelerin dünyada olup bitenler hakkında bir farkındalığa sahip olmadıkları esef verici bir gerçektir. Müslümanlar olarak yeteneklerimizi ve üretkenliğimizi yeniden harekete geçirmeli, yerel ufuklar/ilgiler, mezhep/hizip ufuklarını ve ilgilerini aşarak Ümmet ufku üzerinde çalışmaya başlamalıyız. Yeteneklerimizi ve üretkenliğimizi harekete geçirebilmek için maddi zenginliklere ihtiyacımız olmadığını bilmeliyiz. Günümüzde, dünya sistemi Ortadoğu'nun küresel-kapitalist liberal genişlemeye açılmasını sağlamaya çalışıyor. Sistem, kapitalizmin ideolojik egemenliğini sürdürmek, bölgenin doğal kaynaklarını denetlemek, Anglo-Sakson kültürü yaymak, serbest girişimler için uygun bir siyasal iklim oluşturmak için çok yönlü girişimlerde bulunuyor. İslam dünyasında, özellikle de Ortadoğu'da, bağımsız olduklarına inandırılan yapay ülkeler, (İran dışında) hiç bir zaman sömürgecilerin dayattığı ulus-devlet ideolojisini, yaklaşımını aşmayı, İslami bir model üzerinde çalışmayı düşünmediler. Bu durum bu ülkelerin hiç bir zaman bağımsız olmadıklarını ve olamayacaklarını gösterir. İslami bir modeli tarihe kazandırmaya çalışan İran'ın da bir ulus-devlet gibi, bir mezhep devleti gibi hareket edip etmediği ayrı bir tartışmanın konusudur. Kapitalist-liberal-seküler sistem; bizler, toplumlarımız farkına varmadan, hayatımızı, tarzımızı değiştiriyor, dönüştürüyor. Bu gelişme bir tür mahkûmiyet durumunu yansıtıyor, çünkü hiç bir toplum kendisini küresel piyasalardan bağımsız bir biçimde yapılandırabilecek bir iradeye sahip bulunmuyor. Küresel sistem'in yalnızca bir tek noktada ciddi korku ve endişeleri var: Sistem hiç bir ülkede İslamın yönetmesini, İslamın yönetimi ele almasını istemiyor. Sistem, İslam toplumlarının ılımlı-hoşgörülü-liberal-kapitalist ve seküler müslüman kadrolar tarafından yönetilebileceğine inanıyor. Nihilist bir çağda, bir çıkar mücadelesi çağında yalnızca maddi nesneler üreten ve bu nesnelerle büyülenen bir çağda, uygarlık ve modernlik yalnızca kirli bir maskeden ibarettir. Günümüzde neoliberal yaklaşımın mantığı, diğer bütün yaklaşımların mantığını reddediyor. Farklı mantık: ve düşüncelere hayat hakkı tanımayan bu mantık, kendisine küresel bir meşruiyet kazandırıyor. Müslümanlar da kendilerine neoliberal iklimde hayatiyet alanları açmaya çalışıyor, müslümanların zihinsel dünyaları İslami bir özgürleşmeyi düşünecek kadar özgür değil. İnanan kesimlerle, seküler kesimler arasında hayat tarzları, tüketim tarzları, algıları bakımından çok ciddi farklılıklar bulunmuyor, böylesi bir iklimde dünya Türkiye'ye yeni bir sorumluluk tahmil etmeye çalışıyor. Ortadoğu içerisinde yaşadığımız günlerde, stratejik ve politik boşluklar, belirsizlikler yaşıyor. Ortadoğu'da İslami hareketlerin siyasal anlamda inisiyatif sahibi olmasından korkan küresel-liberal-seküler sistem. İslami gelişmeler karşısında, Türkiye modelinin çok isabetli olabileceğini, Türkiye’nin bölgeye modellik edebileceğini düşünüyor. Türkiye de, tarihsel/kültürel bağları kullanarak, bu bağları yenileyerek Ortadoğu da etkili olmak; liberal-demokratik-seküler söylemle Batı'nın, tarihsel-kültürel söylemle Ortadoğu'nun güvenini kazanmaya çalışıyor. İçerisinde yaşadığımız dünya insani sorumluluklar taşımayan, sosyal sorumluluklar taşımayan, mali piyasaların çıkarlarına hizmet eden bir dünyadır. Küresel sistem bir banka mantığıyla çalışmaktadır. Sistem finans ve iletişim hareketlerini denetliyor, enerji kaynaklarına sahip olmak istiyor. Hayatın her safhasında piyasaların ve çıkarların etkisi olduğunu görüyoruz. Ortak insanlık bilinci ve terbiyesi hiç bir farklılığı sorun haline getirmeyen bir bilinçtir, Farklılık, ötekilik, dışlanmışlık üreten bir zihniyetle sağlıklı bir gelecek kurulamayacağını anlamak gerekir. Küresel dünyanın romantik gözlemcileri olarak yaşamaya devam edemeyiz. Romantik yanılsamalar biriktirmekten vazgeçmeliyiz. Hiç bir sorumluluk almaksızın, risk almaksızın, onurlu kişilikli, bağımsız bir tavır ortaya koymaksızın, faydacı/çıkarcı dünyalarda, olayların dışında bir ot gibi yaşamak, yaşamak değildir. Varoluşsal heyecanlarımızı, aşk ve öfkelerimizi kaybettiğimiz için, hegemonik dilin/söylemin diktatörlüğü karşısında sessizliğimizi koruyoruz. Romantik/nostaljik uykulardan uyanmanın vakti geçiyor. Kendi özel çıkarlarına kapanan bencil-yararcı-hesapçı birey ile kendi cemaatine/liderine/mezhebine etnik aidiyet saplantısına kapanan bireyler arasında hiç bir fark yoktur. Bu tür bencillikler, İslama hizmet yerine, İslamın kendilerine hizmet etmesini sağlamaya çalışıyor. Etnik köken ilgisinin ahlaki bir kategori olmadığını hatırlamak gerekir. Etnik köken saplantısı cahili bir saplantıdır. Postmodern-seküler dünyada bugün çok kültürlülüğün ideolojik bir fantaziden ibaret olduğu anlaşılmıştır. Neoliberal-seküler dünyada sahip olduğumuzu düşündüğümüz İslami bilgilerin/ilgilerin etkinliklerin dönüştürücü bir nitelik/özellik taşımadığını görebilmeliyiz, İslami dil/söylem, hayırseverliğin faziletlerine indirgenmiş bir dile dönüşüyor. Bugünkü hayat tarzı, nefs-i emmarelerimizi sınırlandırmamıza izin vermiyor, nefs-i emmarelerimizi kışkırtıyor. İslami hayat tarzının temellerini kaybediyoruz. Üzerimize düşen ahlaki sorumluluklarımızı yerine getirmediğimiz için, neoliberal hayat tarzı toplum tarafından özümseniyor. Fuhşiyat ve münkerat normalleşiyor, gündelik hayatın bir parçası haline geliyor. İslami inançlarımız, ibadetlerimiz, düşünce ve kültür dünyamız aziz İslam şeriatı’nın belirlediği sınırlar içerisinde değil; batini teviller, çarpıtmalar, kurgulardan oluşan bir din yaklaşımının sınırları içerisinde şekilleniyor. Maddi/manevi varoluşu birlikte ve bütünlük içerisinde idrak edemiyoruz. Maddi/manevi pratikleri Tevhidi bir zemin üzerinde gerçekleştiremiyoruz. Zihnin/bilincin/ ahlakın/maneviyatın birlikte dönüşümü üzerinde hassasiyet göstermiyoruz. Soğuk ekonomik akıl hepimizi ilahi Vahiy ikliminden uzaklaştırıyor. Hayatlarımız tüketimin egemenliği altındaki hayatlara dönüşüyor. Dünyanın ekonomik ve siyasal güç dengelerinin endüstrileşme ile birlikte köklü bir biçimde dönüşüme uğradığı 19 ncu yüzyıldan bu yana İslam toplumları olarak bir tıkanma durumu ile karşı karşıyayız. Müslümanlar olarak bu belirsiz konumumuzla ilgili temel sorular sormuyoruz. Ekranların sanal dünyası, gündelik algılarımızı ve yaklaşımlarımızı yönlendiriyor. Bu nedenle gerçekliğin bütününe değil, ancak kırıntılarına ulaşabiliyoruz. Yaşamadığımız hakikatleri öğretmeye çalışmak gibi garip çelişkilerimiz var. İslamın evrensel niteliğini dikkate almaksızın, İslami ulusal çıkar kavramı ile bağdaştırmaya çalışan İslami cemaatlerimiz var. Müslümanlar olarak evrensel bir zihne sahip değiliz. İslam toplumlarında siyasal düşünceye/kültüre/mücadeleye hakikat adına müdahil olabilecek eleştirel kadrolar yok. Toplumlarımızda anlamlı, derinlikli, nitelikli ufuklu çalışmalar yapmayı başaramayanlar, bu başarısızlıklarını popülizm yaparak, hamaset yaparak gizlemeye çalışıyor. Müslümanlar olarak karşı karşıya bulunduğumuz ağır sorunları bugün yanıtlamak, üstlenmemiz gereken sorumlulukları bugün üstlenmek zorundayız. Yarına bırakmak geç kalmak demektir. Günümüzde karşı karşıya bulunduğumuz ağır sorunlarla ilgisi bulunmayan gereksiz tartışmalara kapanmak, özel alanlarımızla ilgisi olan, özel alanlarımızda yanıtlanması gereken soruları tartışma gündemine taşımak, sahip olduğumuz zihinsel enerjiyi israf etmek anlamı taşır. Tarihin yanlış yönde ilerlediği, çok bulanık bir dönemde, bizler hala kendimizi İslami bir dil'le, İslami bir düşünceyle, İslami sözcüklerle ifade edemiyoruz, başkalarının düşünceleriyle hayatta kalmak demek, ancak fiziksel anlamda hayatta kalmak demektir. Kendimizi kuramsal anlamda bile, eksiksiz tanımlama özgürlüğümüzün olmadığını hatırlamalıyız, öteki tarafından tanımlanıyor olmak, öteki'ne mahkûm olmaktır. İdeolojik bir küreselcilikle kuşatıldığımız için, insani/ahlaki kaygıları olmayan bir ekonomi yaklaşımının sistematik tahribatını/yıkımı gereği gibi görmüyor, hissetmiyoruz. Her durumda, sansasyonel bir biçimde özgürlüğe vurgu yapan kapitalist dünya görüşü bütün eşitlik umutlarını yok ediyor. Bu boğucu koşullara içerisinde bizlere, insani varoluşun para ile satın alınamayacak değerlerini/erdemlerini temsil etmek düşüyor. |