DİNLEME AHLÂKI 4
Dinlemenin de bir adabı vardır.
26/01/2012 - 14:37

a-İşitttik ve itaat ettik diyebilmek

Kur’an’a göre gerçek kurtuluşun şartı ilâhî davet karşısında “işittik ve itaat ettik” diyebilmektir.

“Aralarında hüküm vermesi için Allah'a ve Resûlüne davet edildiklerinde, müminlerin sözü ancak «İşittik ve itaat ettik» demeleridir. İşte asıl bunlar kurtuluşa erenlerdir.”(Nur, 24/51)

“Lafzen, “Müminlerin (söyleyeceği) tek söz ... demeleridir” -yani, herhangi bir art niyet taşımaksızın; kavl terimi burada, 47. ayette bahsi geçen sözlü ikrarın ötesinde gerçek ve yürekten “katılma”yı ifade etmektedir.” (M. Esed, Meal 2/719)

Kur’an mü’minlere şöyle sesleniyor:

“Allah'ın size olan nimetini, «Duyduk ve kabul ettik» dediğiniz zaman sizi bununla bağladığı (O'na verdiğiniz) sözü hatırlayın ve Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle davranın. Şüphesiz Allah, kalblerin içindekini bilmektedir.”(Mâide, 5/7)

Başta peygamber olmak üzere iman edenler hak davete böyle karşılık verirler. Zira işitmek can kulağı ile dinlemeyi ve işitilen şeyi yürekten kabul etmeyi gerektirir. Bununla da kalmayıp duyulan şeyleri –eğer yapılması istenen bir şey ise- uygulamayı içerisine alır.

“... İşittik, itaat ettik. Ey Rabbimiz, affına sığındık! Dönüş sanadır" dediler.”(Bekara, 2/285)

Ancak insanlardan bazıları böyle değildir. Böyleleri yaptıkları yanlışın farkına varmadan Allah’ın kelâmını işitirler, ancak bile bile onu bozarlar, değiştirirler, başka anlama çekerler. (Bekara, 2/75)

Bu tarzdaki belâğat üslubuna "telvîn-i hıtap" adı verilir.

Bu gibi katı kalplilerin son Peygamberi ve onun getirdiği kitabı tasdik edeceklerini beklemek boşunadır. Bunlardan bir grup Allah'ın kelâmını, yani Tevrat'ı işitirler, bellerlerdi  ve sonra da mânâsını değiştirecek bir surette kelimelerin ve harflerin yerlerini değiştirirlerdi. Hem bunu anlayamadıklarından, akıl ve idrak noksanlığından dolayı değil, akılları erdikten, onun Allah kelâmı olduğunu kabul ettikten sonra bile bile ve kasden yaparlardı.  (Elmalılı, Tefsir, 1/327)

Hatta bir kısmı daha da ileri giderek, Peygamberlerine çıkışarak, âdeta meydan okuyarak; “senin Allah’tan getirdiğini iddia ettiğin mesajları işittik ama karşı geliyoruz” demişlerdi:

“Hatırlayın ki, Tûr dağının altında sizden söz almış: Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun, söylenenleri anlayın, demiştik. Onlar: İşittik ve isyan ettik, dediler. İnkârları sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi dolduruldu...”(Bekara, 2/93)

“Yahudi itikadına mensup olanların bir kısmı, [vahyedilmiş] sözlerin anlamını çarpıtırlar; sözleri asıl bağlamından kopararak, [şimdi yaptıkları gibi] “İşittik ama karşı çıkıyoruz!” ve “Dinleyin ama kulak asmayın!” ve “Asıl sen biz[im sözümüz]e kulak ver [ey Muhammed]!” derler; böylece dilleriyle oyun oynarlar ve [sahih] itikadın yanlış olduğunu îma etmeye çalışırlar. [Halbuki] onlar, sadece “İşittik ve itaat ediyoruz!” ve “[Bizi] dinle, bize katlan!” deselerdi, bu onların gerçekten yararına ve daha dürüstçe bir davranış olurdu: ama hakikati reddettikleri için Allah onları lânetledi; zira onların inandıkları, basit birkaç şeyden ibarettir.”(Nisa, 3/46)

“Yahudilerin kendi adamlarına yönelttikleri “kulak vermeden dinleyin” şeklindeki hitabın tarzı, onların hem kendi kutsal metinlerine hem de Kur’an'ın mesajına karşı tavırlarını göstermektedir.” (M.Esed, Meal, 1/147) 

b- Her sesi duymamak

Ya da kulağı manen temiz tutmak, kirletmemek.

Her sesi duymak, her sese kulağı açmak gerekmez. Kulağa yük olacak sesleri duymaya çalışmak kulağa, daha doğrusu işitme kabiliyetine yazık etmektir.

Kulağı kirletmemek, kulağın sağlığını korumak bir görevdir. İşitme kabiliyetini köreltmemek, yanlış yerde kullanmamak nimetin değerini bilmektir.

Dedikodu,  gıybet, mâlâya’ni, yalan dolan, nemime, seviyesiz güldürüler, içi boş iddialar, küfür ve sövmeler, batıl sözler, abes ve boş lakırdılar, mühtehcen ve mübtezel konuşmalar, hiç bir işe yaramayan gavezelikler, sulu şakalar ve benzeri sesler/sözler onları duymak isteyenlerin kulaklarını kirletir.

Kulağı kirli olan da sesler arasından en güzelini, mesajlar arasından en doğrusunu, kelimeler arasından en hoş olanını, iddialar arasından en hak olanını seçemez. 

  • Kirlenen ve yorulan kulağı abdestle yıkamak ve dinlendirmek

İman edenler, çocukalrı büyüdükleri zaman kulaklarını manen kirletmesinler diye onların sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okurlar. Böylece onların fıtrat’a uygun yaratılan kulaklarını yalana ve batıla, kötü ve çirkin sözlere karşı sigorta ederler. Âkil baliğ olduğu zaman bunun farkında olan mü’minler kulaklarını manevi kirlerden korurlar.

Kulak kirini ya tevbe, yani işitme duyusunu kirleten şeyleri terketmek, ya da abdest temizler. Bir de abdestle yerine getirilen ameller temizler.

Abdest alırken kulakları meshetmek, hem bu anlamda kulağı temizlemeye çalışmak, ya da bundan sonra işe yarar şeyleri duymaya söz vermeyi işaret eder. 

  • Seslerin arasından en güzelini seçmek ve almak

“O kullarım ki, onlar sözü dinlerler,sonra da en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın doğru yola ilettiği kimselerdir. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.”(39 Zümer/17-18)

Bu salih, muttaki, raşid ve akıllı kulların tavrıdır.

“Râzî'ye göre bu ifade, her dinî yükümlülüğü (terimin en geniş anlamıyla) kendi akılları ışığında değerlendiren ve akıllarının geçerli veya mümkün gördüklerini kabul edip akıllarına yatmayanları reddeden kişileri tasvir etmektedir. Yukarıdaki ayet, Râzî'nin sözleriyle, “insanın, aklın sunduğu kanıtlara (hüccetü'l-‘akl) uymasının ve eleştirel değerlendirme (nazar) ve mantıksal çıkarımın (istidlâl) [bulgularıyla] uyumlu sonuçlara varmasının yüceltilmesini ve övülmesini” ifade etmektedir.”  (M. Esed, Meal, 3/940)

“ Vasıfları anlatılan kimselerin dinledikleri söz, Allah kelâmı, Hz. Peygamber’in sözleri veya selefin görüşleri olarak yorumlanmıştır. Sözün en güzeli kuşkusuz Kur’andır. (D. Vakfı Meali, s: 459)

“Bu müjdelenen insanların en belirgin vasıfları kulak verdikleri sözleri güzel dinleyip; kalplerinin bu sözlerin iyisini, güzel olanlarını alıp geriye kalanlarını terk etmeleridir. Kalpleri ve ruhları arındıran güzel sözlerden başkası onların içlerini açmaz ve ilgilerini çekmez. Temiz olan gönül, temiz ve güzel söze açılır. Onu alır ve ona karşılık verir. Kötü olan gönül ise ancak kötü sözden başkasına açılmaz ve yalnız ona karşılık verir.” (Fi-Zılali’l-Kur’an, 5/3045) 

e-Seste de hikmeti aramak

Hiç bir insan diğerine tıpatıp aynen benzemediği gibi, parmak izleri ve sesleri

de benzemez. İnsan sayısı kadar ses. Milyarlarca ses.

Bunu yapan Usta ne kadar güçlü ki bu kadar farklı şeyi yapabiliyor. “Fe

tebârakellahu ahsenu’l-hâlikîn-Yaratıcıların en güzel olan Allah ne yücedir.” (Mü’minun, 23/14)

Bunda da aklını kullananlar için ibretler ve hikmetler vardır. Bu da Allah’ın varlığının belgelerinden, O’nun açık ayetlerindendir.

Hikmet yüklü sözleri arayıp onlara daha fazla kulak vermek herhalde yapılabilecek en güzel işlerden biridir. Bu aynı zamanda; “bari siz hikmet dolu söz sarfedin anlamına gelir.”

 “Allah’a ve ahiret gününe iman eden ya hayır söylesin ya sussun”hadisi de galiba buna işaret ediyor. (Buhârî, Edeb/31, 85. Müslim, Îmân/74, 75) 

f- Sözün gücüne inanmak

Ya da güçlünün sözünü dinlemeye değer bulmamak.

Sözün savaş ve baş kestirdiğini, hatta en zehirli aşı bal gibi yapabildiğini, yılanı deliğinden çıkardığını, gönüller yaptığını ve yıktığını, sahibini rezil  veya vezir  yapabildiğini unutmamak gerekir.

Söz hem güçlüdür, hem de söze dönüşen düşünce değerlidir.

Bunun insana kazandırılması başlı başına bir ihsan ve nimettir. İnsanın bu yetenekle donatılması, onun kendi hür iradesiyle doğru en güzel olanı seçmesi için teşviktir. Bu maksatla yapılan her teşebbüs kıymetlidir.

“Hayat yürüyüşünde dengel ol ve sesini yükseltme. Unutma ki seslerin en çirkini (sesi yükseldikçe çirkinleşen) eşeğin sesidir.” (Lukman, 31/19)

Buradan sözünün kalitesini yükselt tavsiyesini anlayabiliriz. Sesini yükseltenler herhalde zorbalığa yeltenenlerdir. Böyleleri güçlü söz söyleyemedikleri için, var güçlerini seslerine verirler. Halbuki sözün gücüne inananlar, seslerinin etkisi çok olsun diye onu yükseltmezler. Sözünü yükseltmeyi, sözünü kaliteli hale getirmeyi ilke edinenler, sesi yükseltmeyi marifet saymazlar. (M. İslamoğlu, Sözün Gücü mü, s: 10)

Onlar sözün gücünü bilirler ama, güçlünün sözünü dinlememeye cesaret ederler. Her ne kadar günmüzde güçlünün sesi ve sözü daha yüksek perdeden çıksa da, böyleleri hangi sese kaulak vereceklerini, hangi sözü dinleyeceklerini, hangi sözün hikmet olduğunu iman nuruyla, basiret bilirler. 

g-Sözün/sesin kaynağını iyi seçmek

Dinlediğimiz şeyin/sesin hikmet olup olmaması, bize fayda verip vermemesi, dinlemeye değer olup olmaması sesin kaynağına bağlıdır.

İnanan bir insan Allah’ın âyetlerini dinlerken gösterdiği titizliliği, kezzaplardan ve şeytanın iki ayaklı yardımcılarından gelen seslere tersinden gösterir. Yani onları dinlememekle gösterir. 

Konuşmacı kim ve ne konuşuyor?

Konuşulan şeylerin hakikat açısından değeri nedir?

En azından insanî ilişkilerden açısından söyleneni duymaya değer mi?

Bir söze kulak vermek kişiye ne fayda sağlar?

Bu demektir ki batıla ve sapıklığa davet eden, mâlâya’ni, yalan dolan ve çirkin ve ayıp şeylerlerle meşgul olanı dinlemek gerekmez.

Ama bilgi, hikmet, öğüt, hayra davet eden, lâtif, müjdeleyici, hatta en azından günah olmayan ve insanı oyalamayan günlük konuşmalar dinlenebilir. 

h- Muhatabı dinlerken cepheyi ona dönmek

Karşımızdaki kim olursa olsun; ders, konuşma, sohbet, müzakere, hal hatır sorma, bayramlaşma, soru-cevap, muhavere, fikir alış verişi olan konuşmalarda muhatabımızı ciddiye almak, saygılı davranmak, gerçekten dinlemek güzel ahlâktır. Böylece karşımızdakine ciddiye almış, değer vermiş, hem de ne duyduğumuzu anlamış oluruz.

Tersi muhatabı küçük görme ve iletişim bozukluğuna yol açar.

İnsanlar arasındaki sağlıklı iletişimin önemi inkar edilemez. Aralarında sağlıklı iletişim olan insanlar birbirini daha iyi anlarlar. 

i-Can kulağı ile dinlemek

Sesi/sözü/mesajı anlamanın bir yolu da onu can kulağı ile, ya da yürek kulağı ile dinlemektir. Üstünkörü, eli işte gözü oynaşta, baştan savma tarzı dinlemeler,  dinliyor gibi yapmalar anlamanın önünde engeldir.

Kur’an, Nuh kavminin peygamberi dinlememek için parmak uçlarıyla kulaklarını kapadıklarından, başlarını elbiseleriyle kapattıklarından bahseder. Yani Nuh’u (as) dinlememek için böyle yaparlardı. (Nuh, 71/7)

Bir kısım insanlar Hakikate davet eden bir ses duydukları zaman onu duymamış gibi yaparlar. Aldırmadan geçer giderler. Kur’an böylelerini şöyle tarif ediyor:

 “Böyle birine mesajlarımız aktarıldığında, sanki kulaklarında bir sağırlık varmış da onları hiç duymamış gibi, küstahça yüz çevirir: işte ona (öteki dünyada) acıklı azabı haber ver!” (Lukman 31/7)

Bazıları da davetçi ile adeta alay edercesine;

“... Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Bizimle senin aranda bir perde bulunmaktadır. Onun için sen (istediğini) yap, biz de yapmaktayız!”(Fussilet, 41/5) derler. Böylelerinin hak sesi duyamk, kulak vermek, can kulağı ile dinlemek gibi bir dertleri yoktur.

Kur’an şöyle diyor.

“Rabbinin mesajları kendisine ulaştırıldığı halde, kendi eliyle işlediği bütün (kötü) işleri de unutup, onlara yüz çeviren kimseden daha zalim kim olabilir? Bakın, Biz böylelerinin kalplerine, hakkı kavramalarına engel olan bir örtü ve kulaklarına da bir ağırlık yerleştirmişizdir; dolayısıyla, onları doğru yola çağırsan da asla doğru yola girecek değillerdir.”(Kehf, 18/57. Benzeri. İsra, 17/46. En’am, 6/25)

Burada hem hak sese kulak verme anlayışını, hem de muhtabaımızı dinlerken

can kulağı ile dinlemeye işaretler bulabiliriz.

Nitekim muhatabı can kulağı ile dinlemenin önemini bilen inkârcılar Kur’an’la ilgili şöyle derler.

“...Bu Kur’an'ı dinlemeyin, ve onun hakkında saçma, anlamsız şeyler uydurun ki onu(n gücünü) bastırasınız!” (Fussilet, 41/26)

Eğer insanlar Kur’an’ı can kulağı ile, dikkatlice dinlerlerse, etkilenmemeleri mümkün değildir. Bundan dolayı insanlar ile Kur’an arasına her zaman engel kurmaya çalışılır, ona karşı her zaman gürültü koparılır. Ki Kur’an’ın sesi onlara ulaşmasın.

Bunun gibi kişi bir sözü anlamak istiyorsa onu dikkatlice dinlemeli. Yürek kulağını da dinlediği şeye açmalı. 

j- Sözün bitmesini beklemek

Dinlemenin adaplarından biri de muhatabın sözünün bitmesini beklemek. İkide bir sözün arasına girmemek. Muhatabın sözünü lüzumsuz yere kesmemek.

Sözün tamamı dinlenilmezse anlaşılmaz.

Ya karşımızdaki sözü gereğinden fazla uzatırsa, dinleyenleri sıkarsa, yanlış şeyler konuşuluyorsa, hakka ve hakikate hakaret ediliyorsa diye sorulabilir. Bu ayrı bir konudur. Burada yerine göre davranmak olgun kimsenin tavrıdır.

Söz yerinde ve gerektiği kadar olursa bir işe yarar. Kavgaya ve gürültüye sebep olacak sözler ve iddalar hakkı temsil edemezler. 

k-Neyi ne kadar dinlediğini bilmek

Her şeyin bir sınırı olduğu gibi dinlemenin de biri sınırı vardır. Bu da hem insanın kapasitesiyle, hem de ihtiyacıyla ilgilidir.

Bir yerde saatlerce konuşuluyorsa, konuşulanlar velev ki çok da mâlâya’ni olmasa bile, hepsini dinlemek gerekmez. Ders, çok faydalı bir konuşma, hoşa giden bir hitabet bile sınırlı dinlenilir. Aşırısı insan gücünün üzerindedir.  Bir kısmı da insanın zamanını haba eder.

Bunun için akıllı insanlar, televizyon dinleme saatlerini, müzik dinleme vakitlerini, ziyaretlerdeki uzun konuşmaları gözden geçirmeliler.

Bir insan günde kaç saat televizyon seyreder, kaç saat müzik dinler, kaç saat gevezeliklere kulak verir, kaç saat boş lakırdıların müşterisi olur? Bütün bunların getirisi ne?

Sormaya değer.

 Eğer kendileri konuşmacı iseler, karşısındakilerin bu durumunu ve duygularını hesaba katmalılar.

*

Sözü dinleyip en güzeline tabi olanlara, gereğini yapanlara, kendi sözünü bu anlamda güzelleştirenlere müjdeler olsun.

 

Hüseyin K. Ece

18.10.2012

Zaandam-Hollanda