ZİHİNSEL VESAYETİ AŞMAK
Müslümanlar olarak ne geçmişi bugün’de yaşatabiliyoruz, ne de bugünü ihya ya da inşa edebiliyoruz.
04/06/2012 - 11:52

Bitip tükenmeyen bir ara dönemde, iki yüzyıldan beri süren bir fetret döneminde yaşı­yoruz. İslam toplumları/halkları, “uygarlaştırma misyonu” nun nesnesi olarak konumlandırıldıkları, aşağılandıkları, sömürgeleştirildikleri dönemler boyunca, bağımsız/onurlu bir varoluş tarzına sahip olamadılar. Modern-emperyalist uygarlık, Müslümanların farklı kalabilme haklarını bütünüyle yok saydı. Egemenlik ve tahakküm gücüne sahip olanlar, dünyayı, halkları, diledikleri doğrultuda tanımlayacak, tasarlayacak, şekillendi­recek “bilgi”nin de kendi tekellerinde olduğunu iddia ettiler.

Sömürge dönemlerinde, sömürgeciliğe karşı direnen Müs­lümanları “vahşiler” olarak tanımlayan Batılı ırkçı dil, günümüz direnişçilerini de “terörist” olarak etiketliyor. Sözünü ettiğimiz ırkçı dil/söylem, Müslüman halkları yetişkin olmayan, yöne­tilmeye ihtiyaç duyan, ellerinden tutulması gereken, yol yordam öğretilmesi gereken, vesayet altına alınması gereken çocuklar gibi gören bir zihniyet oluşturdu. Müslümanlar karşı karşıya bulundukları çöküşün nedenlerini bulmaya çalışmak yerine, kendi imkânlarını, kendi dinamiklerini hayata geçirmeye çalışmak ye­rine, yükselişe geçen Batı’yı taklit etmeye başladıkları günden bu yana, içerisine girdikleri olumsuz psikoloji sebebiyle Batı­nın vesayetinden özgürleşmeyi başaramıyor. Sömürgeci sınıflan­dırmalar bugün de farklı bir dille, farklı bağlamlarda sürdürü­lüyor. Sömürgeciler, Asyalıları, Afrikalıları daha az akla sa­hip halklar olarak aşağılıyor.

 Modernleşme ve Oryantalizm, keskin ayrımlar yaparak zihinlerimizi yöneten ideolojik kavramlar oluşturdu. Gerçeklik ile ideolojiler arasında var olan boşlukları doldurmayı başara­madık. İslam toplumları Batı’nın yol göstericiliğini, üstünlü­ğünü kabul ettikleri günden bu yana sürekli ve yoğun bir istik­rarsızlık içerisindedir. Sürekli bir gerilim içerisindedir, zi­hinsel bir mahkûmiyet içerisindedir. Umutları katledilen, kendi topraklarında sürgün/mahkûm olarak yaşayan, köleliğe, sessiz­liğe mahkûm edilen kardeşlerimizin hukukunu savunamıyoruz, on­ları ancak duygusal anlamda paylaşabiliyoruz. Olayları çoğu kez, bir turist yaklaşımı içerisinde seyrediyoruz. Çarpıtılmış manipülasyonlara inanabiliyoruz. Körleştirici hurafeleri savunabiliyoruz. Tevhidi dikkati, inceliği, ufuk ve hassasiyeti kay­bettiğimiz için, modern tarih boyunca hayatın yanlışladığı para­digmalar/referansları reddetme cesareti gösteremiyoruz. Tarihte bir benzeri görülmeyen sadist/sapık bir ırkçılığı, Siyonist ırk­çılığı, ırkçı kolonyalizmi modern Batı dünyası sonuna kadar sa­hiplenebiliyor, savunabiliyor.

Emperyalist/Siyonist ırkçılık, ılımlı/hoşgörülü/teslimiyetçi/statükocu Müslümanların meşruiyetlerini pekiştirmeci İslamcıların, radikallerin, devrimcilerin ve direnişçilerin meşruiyetlerini yok etmek için, İsrail yanlısı, düşünce kuruluş­ları, vakıflar, sivil toplum kuruluşları aracılığıyla çok kirli ve çok güçlü kampanyalar yürütüyor. Bu kuruluşların sözcüleri, İslam’a karşı değil, İslamcılığa karşı olduklarını açıklıyor. Aziz Müslümanların bugün karşı karşıya bulundukları çok ağır, kolonyalist/ırkçı/sömürgeci koşullar karşısında, hiç bir zaman ahlaki bir cesarete sahip olmayanlar “hoşgörü” ve “diyalog” gibi muğlâk bir söyleme sığınanlar korkunç sükût cinayetleri işlemeye devam edebiliyor. Ahlaki sorumluluklar alarak, mazlumları /mağdurları/madunları savunmak yerine; müstekbirlerle/muktedirlerle sistematik işbirliği yapanlar İslami/tevhidi bilincin hafızanın hiç bir zaman unutmayacağı büyük kötülükler işliyor. Konformistler, sağcılar, muhafazakârlar, taşralılar risk almak­tan korktukları için, hiç bir zaman özgür olamazlar, özgür ter­cihler yapamazlar.

Modern zamanlar boyunca mistisizm dini olumsuz yönde dönüştürürken, materyalizm de bilimi olumsuz yönde dönüştürdü. İdeolojiler insanın iç dünyasına, ruhuna, vicdanına hitap etmeyi başaramadıkları için, insanı değiştiremediler, insanı yalnızca nesneleştirdiler. Hayatın laikleştirilmesiyle birlikte İslam’i hayatımız paramparça oldu. Modernleşme /sekülerleşme söylemleriyle ortaya konulan iddialar, küreselleşme ile birlikte yeniden hayata geçiriliyor. Seküler kapitalist kültür kadını tapınılan bir nesneye dönüştürürken, İslam toplumlarında kadın “din” aracılığıyla baskılanıyor, kısıtlanıyor, gözetim altında tutuluyor, İslam’i cemaatler gizemli anlatım yöntemleriyle statükoları meş­rulaştırmaya devam ediyor. Neoliberal hayat tarzı bilincimizi ve ruhumuzu çürütüyor. İnternet sohbetleri genç kuşaklar için potansiyel uyuşturucu haline geliyor. Yüz yüze ilişkinin yerini, ekrandan ekrana ilişki alıyor. Derinlikli, içtenlikli, sıcak, dostluk ilişkilerinin yerin; yüzeysel, yapay ilişkiler alıyor. Sayılar için nitelikler feda edilebiliyor. Elektronik iletişim özel ve genel zaman mekân sınırlarını ortadan kaldırıyor. Reklam ve propoganda insanların iradelerini zaafa uğratıyor. Piyasa düzeni, insanları imkânlarının ve sınırlarının çok üzerinde borçlanmalara sevkediyor. Hayatın her alanı barbarca ticarileştiriliyor, dini alan bile maalesef ticarileştiriliyor. Tüketim kültürü ve moda, çocuklardan başlayarak genç kuşakları acımasız bir biçimde sömürgeleştiriyor. Modern seküler bireyler kimlik ve kişiliklerini tüketim nesneleri yoluyla kazanıyor. Değişen moda’lar doğrultusunda imajlar da değiştirilebiliyor. Cemaat liderleriyle ilgili olarak da, hocaefendilerle ilgili olarak da çok abartılı, ölçüsüz, imaj ve halkla ilişkiler kampanyaları yürütülüyor. Cemaat lideri kendi kitabının reklamında reklâm yıldızı olarak rol alabiliyor. Cemaat liderlerinin kitapları için çok ama çok masraflı reklam/pazarlama faaliyetleri yürütü­lüyor. Cemaatler artık İslam’i yöntemlerle değil, piyasa yöntem­leri doğrultusunda “hizmet” üretiyor.

Müslümanlar bir yanda ideolojik baskı ve kuşatma altın­da tutulurken, bir diğer yanda da duygusal bir kuşatma altında tutuluyor. Menkıbelerle, rüyalarla, etkileyici öykülerle, Müs­lüman zihinlere hükmediliyor, Müslümanların duyguları cemaat çıkarı doğrultusunda sonuna kadar sömürülüyor. İslam’i çevreler­de, sezgiler, simgeler, hamaset ve keramet öyküleri, analitik düşüncenin üzerinde tutuluyor. Fayda alanının dışında bir hiz­met yapılmıyor. Cemaat liderleri kendi kendilerini bilinçli bir kurguyla efsaneleştirebiliyor, retorik ve popülerlik rollerini en iyi şekilde oynayabiliyor. Cemaatler, bütünüyle uydurma, doğrulanması mümkün olmayan halk efsaneleriyle sayılarını ve paralarını çoğaltıyor, ancak; hayata hiç bir şekilde, ilkeli, tutarlı, doğru tercihlerle, eleştirel tercihlerle, bağımsız ter­cihlerle katılamıyor. Toplumlarımız entelektüel analiz yetene­ğine sahip olmadıkları için, efsanevileştirilen kişilikler mutlaklaştırılabiliyor. Müslümanlar olarak, zihinsel yenilenme­yi, bağımsızlığı, bilinci tarihe kazandıramadığımız takdirde, konformizme mahkûm olacağız.

İslam’i bir tercih, bütün statükoların aşılması temelin­de anlam kazanır. Ümmet'in yeniden inşa’sı için, tevhidi dünya görüşünün Müslümanların bilincinde hayat bulması gerekir.