BÎR YIKIM ÇAĞINDA VAROLMAK
Bugünün dünyasının gerçeklerini teşhis/teşrih et­mekle, bu gerçeklere boyun eğmenin çok farklı şeyler oldu­ğunu söylemeye çalışıyoruz.
28/06/2012 - 12:43

 

İçerisinde yaşadığımız gerilim ve belirsizlik döne­minde, Müslümanlar olarak karşı karşıya bulunduğumuz olayları, ta­rihsel, kültürel, siyasal bağlamlarından kopararak değerlendireme­yiz. Günümüzde İslami toplumlarında, özellikle de Arap-İslam toplumlarında, üzerinde yeteri kadar durmadığımız yeni bir gelişme/deği­şim yaşanıyor. Bu toplumlar İslam aracılığıyla değil, “sivil top­lum” ve “demokrasi” söylemi aracılığıyla dönüştürülüyor. Sözünü ettiğimiz dönüşümle ilgili olarak, pek çok Batılı vakıf-enstütü-düşünce kuruluşu-araştırma merkezi yıllardır yoğun bir biçimde “siyasal liberalleşme” ve “sivil toplum” projesi yürütüyor. Proje, İslami partileri, hareketleri etkisizleştirmek, marjinalleştirmek yerine; bu partileri destekleyerek, seçim yoluyla iktidara gelme­lerine “izin” vermek biçiminde yürütülüyor. Buradan anlıyoruz ki; toplumlarımızda “demokratik” süreçler de, sömürgecilerin izinleri­ne tabi tutuluyor.

İslam toplumları, İslami cemaatler, partiler, hareket­ler; İslami zeminde düşünceler/eylemler/inşa’lar gerçekleştireme­dikleri içini; bu konuda zihinsel yetersizlik, bilinç yetersizliği içerisinde bulundukları için, bitip tükenmeyen, düşünsel/kültürel/ siyasal/askeri aşağılanmalara katlanmaya devam ediyor. Emperyal sömürgeci zulüm özellikle zihinsel planda etkisini/müdahalesini sürdürüyor. Sömürgeci zulmün zihinsel işleyişi karşısında her na­sılsa hiç bir çözüm üretme iradesi ortaya koyamıyoruz. Bu defa, İslam;   maalesef Müslümanlar tarafından dışlanıyor. İslamın karşı karşıya bulunduğu aşağılanma, yozlaşma, yabancılaşma karşısında İslami çevreler büyük bir kayıtsızlık, duyarsızlık sergiliyor. İslamın merkeziliği ve evrenselliği inancı ciddi bir biçimde sav­saklanabiliyor, İslamın asli niteliklerinden ve tevhidi yörünge­sinden uzaklaştığımızı farketmiyoruz. Kişisel dindarlıklar, aile dindarlıkları, hizip dindarlıkları ile yetinebiliyoruz. Din dili, romantik mistikleştirme zemininde gerçekleşiyor. Bütün durumlara alıştığımız için, alıştırıldığımız için, hiç bir anormallik bizle­ri rahatsız etmiyor. Zihinsel köleleşme, kendilerine ait inanç ve düşünceleri olmayanların kişiliklerini de yok ediyor. Kendilerine ait özgün/bağımsız düşünce ve tercihleri olmayanlar hiç bir şey üretemiyor, yapamıyor; başkalarının ürettiklerine, yaptıkları­na öykünüyor, onları tüketiyor. Düşünce hayatımız, edebiyat hayatımız, kültürel hayatımız daha çok suya sabuna dokunmayan konular etrafında yoğunlaşıyor. Her konuda, ancak, eleştiril­mesi halinde sorun çıkarmayacak konuları eleştirebiliyoruz, İslami cemaatler yüz kızartıcı, utanç verici oportünizm hika­yeleri biriktiriyor. İslami cemaat olarak bilinen cemaatlerin, küresel/emperyal iktidarın çıkarlarına hizmet eden yorumlar, davranışlar, konumlar, ilişkiler içerisinde bulunması; bütün bu ilişkileri “hoşgörü” diliyle meşrulaştırmaya çalışması, ka­yıtsız kalınması mümkün olmayan çok büyük bir inhiraftır. Bu cemaatler, cemaat liderinin düşünceleriyle sınırlı tek tip bir düşünce, tek tip davranışlar dünyasına kapanarak, bu dün­yayı kutsallaştırarak milli bir Müslümanlık oluşturmaya çalışı yor, Türkiye’ye özgü çözümlemeler geliştiriyor. Cemaatler, men­suplarını farklı bir şey düşünemeyen, düşünmeye cesaret edeme­yen bir örnek otomatlara dönüştürüyor. Her otomat, büyük kalabalığın, küçük bir parçasına dönüşüyor. Cemaatler de moda'ya uy­ma konusunda çok yetenekli olduklarını kanıtlıyor. Liberal za­manlarla uyumlu, liberal kültüre, hayat tarzına karşı “hoşgö­rülü” olan cemaat, merkezden sürülenlerin yanında olmak, on­larla birlikte görünmekten çok korkuyor. Merkezde bulunan­lara öykünerek, onları tebcil ederek, onlar tarafından tebcil edilmeyi bekliyor. Hayatları bütünüyle imajlarla oluşturulan cemaat liderleri, kamusal bir fetiş haline geliyor. İslami bütüne yabancılaşan, Ümmet kaygısı taşımayan cemaat, aynen Amerika ve İsrail gibi İslamcılığı, İslamcı mücadeleyi bir patoloji olarak görüyor.

Seküler düşüncenin, seküler yasaların, seküler kurumların, seküler hayat tarzının belirleyici olmaya devam ettiği bir dünyada/hayatta/toplumda, İslami aidiyetlerimizin, tercih­lerimizin, uğraşlarımızın ne anlama gelebileceğini konuşmuyor ve tartışmıyoruz. Her şeyin Batı ölçüleriyle ölçüldüğü bir dün yâda, aziz İslam'da Batı ölçülerinin sınırları içerisine soku­luyor, yani seküler sınırlar içerisine çekiliyor. Seküler bir zihin için, dinin, hayatı/tarihi biçimlendirebilecek, belirle­yici bir güç olması kabul edilebilir değildir. Toplumlarımız­da gerçekleşen ayaklanmaların, isyanların niteliğini ve yörün­gesini teşrih etmekte güçlük çekiyoruz. Ortadoğu'da “Arap Baharı” olarak tanımlanan süreçte, liberal-demokratik em­peryalizm, Müslüman unsurlara cephe almak yerine; özellikle genç kuşakları kendi dünya görüşüne kazandırma yolunu seçti. Genç kuşaklar bu süreçlerle birlikte liberal/demokratik ala­na dâhil oldular.

İçerisine kapandığımız eski klişeler, karşı karşıya bulunduğumuz yeni gelişmeleri sağlıklı bir biçimde değerlendirme konusunda yetersiz kalıyor. İçerisinde bulunduğumuz bağlamı, yöntemi, ufku yeniden tanımlayabilmeli, kapsamlı bir farkındalık oluşturabilmeliyiz. Günümüzde de görülebileceği üzere, hiç bir ülkede/toplumda neoliberal-seküler-demokratik söyleme, dayatmaya, baskıya, homojenleştirmeye, artık hiç kimse karşı çıkmıyor, bu dayatmalara karşı kimse isyan etmi­yor, İslami bağlamda zihinsel yıkımın ne kadar derinleşti­ğini farketmiyoruz. Küreselleşme karşısında toplumlarımız bağımlı hale geliyor, evcilleşiyor. Çelişkili, bulanık, sorunlu düşünce yapıları arasında gidip geliyoruz.

Bizler, neoliberal özgürlükler istemiyoruz.

İslami özgürlükler istiyoruz.

Bugünün dünyasının gerçeklerini teşhis/teşrih et­mekle, bu gerçeklere boyun eğmenin çok farklı şeyler oldu­ğunu söylemeye çalışıyoruz.

Bizler, kendimizi Allah'ın (c.c.) istediği doğrul­tuda dönüştürerek, İlahi bağışlara mazhar olabilecek nitelik­lerle güçlendirdiğimizde, muktedirler/müstekbirler karşısında İlahi yardıma hak kazanacak, İslami onurla onurlandırılaca­ğız. İlahi mazhariyete istihkak kazandığımızda hiç bekleme­diğimiz ve umut etmediğimiz bir anda tarih bize yardım ede­bilir. Tarihin bize yardım etmesini istiyorsak, bizler de aziz İslam'a yardımcı olmalıyız. İmkânsızlıklar önce bizim zihnimizde ve kalbimizde başlar. Allah’a gereği gibi yönel­diğimizde, gereği gibi hazırlandığımızda, gereği gibi dav­randığımızda ilahi imkânlar ve umutlarla buluşabiliriz. Ken­dimizi, dünyanın muktedirleri/müstekbirleri karşısında ezik, pasif, edilgin, çaresiz, umutsuz bir şekilde konumlandırmamalıyız. Bu tür bir konuklanma bize hiç bir çıkış yolu bırakmaz, bu tür bir konumlanmanın sonu köleliktir. İslami onurumuz ve özgürlüğümüz her türlü pragmatiz­min, her türlü oportünizmin üzerindedir.

Yapısal sorunlarımızın kaynağında kayıtsızlıklarımız ve sorumsuzluklarımız vardır.

Hiç kimsenin bizim adımıza bir sorumluluk yüklenemeyeceğini hatırlamalıyız. İslam nezdinde, hâşâ, her şeyi bilen, gören, her şeyi bildiğine inanılan hatasız kimseler yoktur. Cemaat liderlerinin efsanevileştirilmeleri, kahramanlaştırılmaları, kutsallaştırılmaları İslami olmadığı gibi insani ve ahlaki de değildir. Laikleştirilmiş bir hayatın içerisinde, laikleştirilmiş bir toplumun ve siyasetin içerisinde, İslami bir bütünlük içerisinde yaşayabileceğimizi zannetmek çok büyük bir yanılsamadır. İslam ile sekülerizmin, liberalizmin, kapitalizn yan yana gelmeleri, getirilmeleri, birbirleriyle uzlaştırılmaları, bir sentez oluşturmaları kabul edilebilir, temellendirilebilir. İzah edilebilir, meşru sayılabilir bir durum değildir Bilmek gerekir ki; İslam hiç bir milliyete ait değildir, hiç bir coğrafyaya ait değildir. Bugün söylemlerimizle, eylemleri­miz arasındaki uzaklık büyüyor. İslami eğitimin bir bütünlük içerisinde gerçekleştirilemediği bir dünyada, İslami bir top­lumdan söz edemeyiz. İslami değişimin, İslami eğitimle, öğretimle, terbiyeyle, bilinçle başlayacağını unutmamalıyız. Kur'anı Kerimin nasıl okunacağa, nasıl anlaşılacağı konusunda teknik anlamda bitip tükenmek tartışmalar yaptığımız için, Kur'anı Kerim'in nasıl uygulanacağı konusu hiç gündemimize girmiyor.

Bugünün dünyasında Müslümanlar olarak ne ifade edi­yoruz sorusuna samimi/dürüst yanıtlar bulabilmeliyiz.

Bugünün dünyasında etkili değilsek ki, değiliz bu İslamın bizim kişisel hayatlarımızda gereği gibi etkili olmamasından kaynaklanıyor.

İslam bizlerin kişisel hayatımızdan uzaklaştıkça, toplumsal hayatımızdan da uzaklaşıyor.

Zihinsel sömürge durumunu devam ettiren halkların, toplumların bir milli marşa, bir bayrağa sahip olmalarının ne anlama geldiği konusunda ciddi bir biçimde düşünmemiz gerekir.

İslam bir irade halinde tarihe çıkmış, tarihi dönüş­türmüştür. Müslümanlar bu iradeyi yitirdikleri için, bugün modern-seküler tarih tarafından dönüştürülüyor.

İslamın tek boyuta indirgenmesi, tarihle/siyasetle, dünya ile ilgilenmeyen bir yaklaşımla sınırlandırılması, sembolik ve batini anlamların meşrulaştırılması, toplumsal içerik üretmeli yerine, mistik/geleneksel akla kapanması, Müslümanları aşılması güç bir konformizme sürükledi

İlahi irade, ilahi hikmet ve anlamlar/değerler bizler bunları gerçeğe dönüştürelim için, bizlere teklif edilmiştir. Amellerimiz, imanımızın somut bir yansımasıdır. İmanımız gerçek olduğunda, amellerimiz de gerçek olacaktır.

Geçmişi etkin bir güç olarak yaşatmakla, bir anılar malzemesi olarak yaşatmak birbirinden çok ayrı şeylerdir. Her hangi bir nedenle geçmişe bir dokunulmazlık kazandırmaya çalışmamalıyız Eleştirel bir tarih yaklaşımına sahip olabilmeliyiz. Tarih kahra­manlık öyküleri anlatmaktan ibaret bir alan değildir. Tarih, antikacılı yapmak demek değildir. Batılıların “tarih bitti” iddialarını geçersiz kılabilecek bir entelektüel-zihinsel irade ortaya koyabi­liriz. Etkili bir düşünce sistemi oluşturarak İslami bütünlüğü ye­niden oluşturabiliriz. Zihinsel bir irade oluşturamadığımız takdirde, düşünce dünyasını sarsamayız.

İnsanın sorumluluğu kendi eylemleriyle tanımlanır.

Popüler güncel bağlamın sınırlarını aşabilecek bir ilgi alanı açabilmeliyiz. Her yeni merak, her yeni keşif, yeni şeyler öğrenmemizi sağlar. Her alanda umutlarımızı somutlaştırabilmemiz için, öncelikle Müslüman aklın sömürgelikten ve içerisinde bulun­duğu krizden kurtarılması gerekir. Yenilenme köklerden kopuş anla­mına gelmez. Sömürgecilik çağı devam ederken, ütopyanizme ve romantizme sığınamayız.

Ezoterik ve gnostik bir dini yaklaşımla/yorumla, düşün­ceyle hiç bir insanlık sorunu çözümlenemez.

Bir değer-anlam-inanç sistemini bir bütünlük içerisinde uygulayabilmek ve sürdürebilmek için, pek çok fedakârlığı göze al­mak gerekir.

Bugün bütün toplumlarda Müslümanlar dışardan gelen her etkiye açık durumdalar. Bizler her şeyden etkileniyoruz, ancak ne yazık ki kimseyi etkileyemiyoruz. Sömürgeci akıl, İslam toplum'larına özgü bütün gerçeklikleri tahrif ediyor. Avrupa, nasıl olma­mızı, nasıl siyaset yapmamızı, hangi kavramları/ölçüleri öne çı­karmamızı, hangi modeli uygulamamızı istiyorsa, Müslümanlar da ne yazık ki o doğrultuda hareket ediyor. Bizler, hangi konuda ne yapmamız gerektiğini, hep onlar dayatıyor.

Eleştirel yeteneklerimizi kaybettik, ya da eleştirel yeteneğe hiç bir zaman sahip olamadık.

Hep geçmişte yaşadığımız için, kendimizi yenileyemediğimiz için kendi kendimizi taşralılaştırdık.

Dayatma yoluyla, öykünme yoluyla toplumlarımıza kazan­dırılan sömürgeci kültür, bugün, Türkiye’de de yaşanıldığı üzere büyük ölçüde toplumsal bir zemin kazanmıştır. Toplumla­rımızda modern-seküler kültür yabancı kültür muamelesi gör­müyor. Üzerimizde uygulanan modern-seküler-liberal iktidar İslami düşüncelerimizi, eylemlerimizi, ufkumuzu sınırlandırı­yor, kuşatıyor, çarpıtıyor. Bu iktidar özellikle, Müslümanlar­la ilgili olarak çok farklı bir dünya oluşturuyor, bu dünyayı Batılı dünya görüşünden, hayat tarzından çok daha aşağı bir konuma yerleştiriyor. Hayatın her alanında modern-seküler iktidar tarafından kontrol ediliyoruz. Hep sömürgecileri suçladığımız için, kendi aşırılıklarımızı, çarpıklıklarımızı, taşralılıklarımızı, hizipçiliklerimizi, bencilliklerimizi, mezhep çi/cemaatçi takıntılarımızı görmüyoruz. Nasıl bir dünyada ya­şadığımızı, bu dünyada nasıl düşünmemiz gerektiğini, ne tür çözümlemeler yapmamız gerektiğini, nasıl hareket etmemiz gerek tiğini, nasıl eylemde bulunmamız gerektiğini, neler üretmemiz gerektiğini bilmiyoruz. Gerçekçi analizler üzerinde çalışmak yerine, romantik/amatör analizler yapıyor, bu analizler teme­linde ucuz/bayağı tartışmalar yapıyoruz. Mezhepçi önyargılar, mezhepçi/partizan karşıtlık duyguları içerisinde cereyan eden tartışmalardan bir sonuç çıkmayacağını düşünmüyoruz. Analitik akıl yerine, mezhepçi aklı ikame ettiğimiz için acele sonuçlar çıkarma telaşı içerisindeyiz. Ciddi çözümlemeler yapma yetene­ğine sahip olmayanlar, haksız suçlamalara kolaylıkla yönele­biliyor, yanlış öngörüleri sahipleniyor. Zihinlerimizin emperyal haber tekellerinin yorumlarına mahkûm olması, zihinsel bir karmaşaya neden oluyor. Her türlü propogandadan çok kolay et­kileniyoruz.

İslam toplumlarında büyük altüst oluşlar Batılılaşma ile başladı. Günümüzdeki ayaklanmalar, isyanlarda büyük ölçü­de Batı'dan esinlenen genç kuşakların öncülüğünde gerçekleşi­yor. Her Batılılaşma/modernleşme girişimi/toplumlarımızın gelecek ufkunu kapattı. Ulus-devlet modelini kabul etmek, laik milliyetçilikleri kabul etmekle sonuçlandı.  Napolyon'un1798 de, Aydınlanmayı temsil eden bilim adamı, sanat adamı, fel­sefe adamı, düşünce adamlarından oluşan 165 kişilik bir kadro öncülüğünde Mısır'ı işgali ile birlikte, Arap-İslam dünyası her alanda sömürgecilerin ilgi ve denetim alanı içerisine girdi. Ye­rel tarihlerin, yerel siyasetlerin, yerel kültürlerin neden oldu­ğu farklı İslami yorumlar sebebiyle günümüzde ne yazık ki, İslami bütünden söz edemiyoruz. Müslüman halklar çok milletli duygusal bir bütün teşkil ediyor. Sözünü ettiğimiz duygusal bütün, örgüt­lenme yeteneğine sahip olmadığımız için, Ümmet'e dönüştürülemiyor. Ümmet olabilmek için, ortak zihne, ortak bilince, ortak uf­ka sahip olanların ulusal sınırları aşarak ortak bir sorumluluk alanında buluşmaları gerekir. Müslümanlar olarak tarihsel konu­mumuzun ve sorumluluklarımızın bilincine vardığımızda iyimser olabiliriz. Konformizmin, statükoculuğun, muhafazakârlığın ya­nıltıcı iyimserliklerine itibar etmemeliyiz.

Büyük bir yıkımlar çağında var olabilmek için önce­likle içerisinde bulunduğumuz özgüven zaaflarını gidermenin yol­larını bulabilmeliyiz.

Akışkan bir dünyada, statükoları korumaya devam ede­meyiz, durağanlığı savunamayız.

Küresel çapta olup bitenler karşısında daha çok bilgiye sahip olabilmeliyiz.

  Taşra'ın sürekli olarak kendisini tekrar ettiğini hatırlamalıyız.

   Hiç bir şekilde vazgeçemeyeceğimiz, geciktiremeyeceğimiz, savsaklayamayacağımız sorumluluklarımızı eksiksiz bir biçimde yerine getirme kararlılığı içerisinde bulunmalıyız. Bizler, Müslümanlar olarak ne doğu'ya, ne de batı'ya aitiz. İnsanlığı ilgilendiren bütün temel sorunlar ilgi alanımız içe­risindedir.

İnsani dünyaların, ahlaki dünyaların, adil dün­yaların çöküşünü hazırlayan, çöküşüne katkıda bulunan neoliberal-seküler kültür karşısında, birlikte varoluşu gerçekleştiren bilgeliği yeniden keşfedebiliriz, hayata kazandırabiliriz.