BİR BAŞKALDIRI DİLİ OLUŞTURMAK
İslam toplumları, hayatın her alanında düşünsel / kültü­rel / siyasal gerilimler ve altüst oluşlarla sürekli olarak sınanı­yor, hesaba çekiliyor. Günümüzde bütün ölçütler, kriterler Batı­nın tekeli altında bulunuyor. Bütün toplumlar Batılı kavramsallaştırmaların ve kurumların hükümranlığı altında yaşıyor. İslami kav­ram ve kurumlar, gündemden / hayattan uzaklaştırıldığı için, hiç kimse İslami bir model önermeye / üretmeye cesaret edemiyor. İslami cemaatler / partiler / hareketler, İslami bir siyasal model üretmeyecekleri yolunda modern-seküler dünyaya güvence vermeyi bir alışkanlık haline getiriyor.
23/07/2012 - 11:51

Bugünün dünyasında “demokrasiler” savaş yoluyla, işgal ve istilalar yoluyla, katliamlar yoluyla ihraç ediliyor. Batılı ölçütlere uygun olmayan rejimler, küresel diktatörlük ve küresel faşizm yoluyla ortadan kaldırılıyor. 21 nci yüzyıl toplumlarıyla ilgili, İslam toplumlarıyla ilgili siyasal projeler, siyasal tasarılar, Müslümanlar tarafından gerçekleştirilemiyor. Savaşlarla ilgili olarak, işgal ve istilalarla ilgili olarak hiç bir zaman halkların bilgisine ve onayına başvurulmuyor. “Demokrasi” ideolojik çerçevesi olan bir retorikten ibarettir. Günümüzde ancak biçim-sel bir “demokrasi”den söz edilebilir. Halkın yönetimi büyük bir yanılsama olarak somutlaşmaktadır. Batı’nın kutsallaştırdığı “demokrasiler” bugün her hangi bir endişe duymaksızın ırkçı / faşist partileri seçebiliyor. “Demokrasi” retoriği ile uygulanan politikalar arasında büyük uçurumlar var. Libya’ya yönelik “demokrasi ihracı” bir ülkenin Nato aracılığıyla yok edilmesiyle sonuçlandı. Ganimet paylaşımını güvence altına alan emperyalistler Irak’da olduğu gibi, Libya’yı da katlederek, paramparça ettiler. Modern dünyada demokrasi; alternatif bir temsil biçimi olarak de­ğil, her yer ve zamanda uygulanacak Batılı bir model olarak mili­tarist yöntemlerle dayatılıyor. Çok ilginçtir, katliam, soykırım, işkence, vahşet, barbarlık ve canavarlık “demokrasi”si olan İsrail demokrasisi bile modern-seküler dünya tarafından örnek “demokrasi” olarak pazarlanabiliyor. Örnek gösterilen İsrail “demokrasi”si, Filistinlileri, Filistin’den mahrum eden bir “demokrasi” dir. Emperyalistlerin kendilerini meşrulaştırmak için gerçekleştirdik­leri temelsiz kurgulara İslami bir onurla reddedemediğimiz için utanç duymalıyız. Hıristiyan ya da Siyonist fundamentalistler tarafından belirlenen, İslam ve siyaset ilişkisi yaklaşımlarını, uygulamalarını kabul etmek kadar büyük bir düşüş olamaz. Modern-seküler dünya, her konuda, her zaman korkunç ve iğrenç bir ikiyüzlülük içerisindedir. “Beyaz adamın misyonu”, “demokrasi misyonu” klişelerinden daha korkunç bir ırkçılık olamaz. İslam toplumlarında yabancı orduların işgali geçici iken', yabancı fi­kirlerin işgali kalıcı hale gelmiştir. İdeolojik uyuşturuculara maruz kaldığımız için bugün büyük düşünsel parçalanmalar yaşıyo­ruz, ortak dil / dayanışma / bilinç imkânlarını kaybediyoruz. Kendi ülkelerinde “demokratik” olduklarını iddia eden Batılılar, İslam toplumlarına yönelik olarak ırkçı / faşist yaklaşımlar sergiliyor. “Uygarlık/demokrasi ihracı”, “insan hakları” gibi kavramlar günümüzde emperyalist ihtirasları, sömürgeci yayılma ihtirasları­nı maskelemek üzere kullanılıyor. Batı’nın benzersizliği iddia­sının bütünüyle ırkçı bir iddia olduğunu görüyoruz. Batılılar için “uygarlık” iktidar ve güç araçlarına sahip olmak demektir. Bütün faşist ideolojiler Batı uygarlığının icadıdır

Modern zamanlarda İslam toplumları çok büyük kopuş­lar, yabancılaşmalar, yozlaşmalar ve kavramsal değişimler yaşa­dı. Küresel / emperyal sistemin kurallarını benimsemeyen toplumlar çok yönlü kuşatmaların / ambargoların tehdidi altında tutuluyor. Uygarlık düşüncesi Avrupa bağlamı ile sınırlandırılıyor, ötekileştirilen kültürler basit / bayağı kültürler olarak değerlendi­riliyor. Böyle bir uygarlık anlayışının mutlakıyetçi / otoriter bir anlayış olduğunu hatırlamak gerekiyor.

İçerisinde bulunduğumuz dönemde Âvrupamerkezci siyasal ve ekonomik hegemonya çözülüyor, ancak kültürel hegemon­ya etkisini sürdürüyor. Bizler, Müslümanlar olarak bir başkaldı­rı dili / söylemi / öyküsü oluşturamadığımız için, dünya olaylarının aktörleri değil, pasif seyircileri konumundayız. Karmakarışık bir referans sistemi içerisinde yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. İslami referans sistemimizi, bu doğrultuda ortaya koymamız gereken ter­cihlerimizi, tarzımızı, tavrımızı özgür bir biçimde ortaya koya­bilecek siyasal bir bilince ve cesarete sahip değiliz. Hayatımız hayat tarzımız, dünya-ahiret görüşümüz konularında karar ve irade sahibi değiliz. Kendimize özgü bir tarih yaklaşımından yoksunuz. İdeolojik ve sömürgeci klişeler tarafından baskılandığımız için, düşünen özneler olarak varolamıyoruz. Düşünen özneler olarak varolamadığımız için, düşüncelerimizi toplumsal alanda, siyasal alanda somutlaştıramıyoruz, eyleme dönüştüremiyoruz. Toplumsal alan İslami müdahaleden bağımsızlaştırıldığı için; kitleler, resmi dinle, resmi laikliğin uzlaştırıldığı anlaşılması mümkün olmayan bir zeminde bir araya getiriliyor. Müslümanlar olarak bizlerin karşı karşıya bulunduğumuz sorunları teşhis etmek, bunları tartışmak ya da biriktirmek yerine, bu sorunlarla ilgili olarak kapsayıcı çözümlemeler üzerinde çalışmamız gerekiyor. Yalnız kalmayı göze alarak, etiketlenmeyi göze alarak gerektiğinde yaptığımız tercihlerin bedelini ödemeye hazır olmalıyız. Böyle gelmiş ancak böyle gitmez, böyle gitmemeli duyarlığı içerisinde hareket etmeliyiz. Geleneklere ve alışkanlıklara kapandığımız takdirde farklı bir gelecek bekleyemeyiz. Hayatımızın bütün boyutlarını zenginleştirmemiz gerekirken, tekdüzeliğe kapanamayız. Hangi gerekçeyle olursa olsun statükolarla bütünleşemeyiz. Statüko ile bütünleşmek demek, hakikatten uzaklaşmak anlamı taşır. Statüko ile bütünleşmek zamana yenik düşmek demektir. Bugün zamana yenik düştüğümüz için dünya çapında etkili olan medya söylemi karşısında bir direniş gerçekleştiremiyoruz. Bireyler arası kitlesel elektronik iletişim, merkezi kitlesel iletişimin önüne geçiyor. Bireyler arası iletişim yoluyla ülkesiz, sanal topluluklar / cemaatler oluşuyor. Küreselleşme dayatılan bir gücün-etkinin genişlemesi anlamı taşıyor. Elektronik iletişim devrimi, neoliberal dünya görüşüne / hayat tarzına, serbest sermaye hareketlerine hizmet ediyor. Tüketim toplumu ve kültürü bütün toplumları Türkiye’de yaşandığı üzere her türlü yozlaşmaya, maddiyatçılığa, duyumsuzluğa, seküler hazcılığa sürüklüyor.

Yeni bir yüzyılda, yirmibirinci yüzyılda eski yüzyılların alışkanlıklarını sürdüremeyiz. Güçlü bir vakit bilincine, zamanın değerini idrak eden bir bilince çok ihtiyacımız olduğunu hatırlamalıyız. İslami hizmet, şahıs kültürü etrafında toplanmak, bu külte itaat etmekten ibaret olamaz. Modern zamanlarda Müslümanlar militarist bir modernleştirme adına, uygarlaştırma misyonu adına tarihsel kötülüklerle karşı karşıya geldiler. “Uygarlık” kavramı hep ırkçı bir içerikle pazarlandı. Emperyalist yayılma hırsları bugün Amerika’nın ve Avrupa’nın çöküşünü hazırlıyor. Askeri kavramlar, askeri demokrasiler bu çöküşün işaretidir. Bugün bir yanda pek çok nedene dayalı bir çöküş süreci ağır ağır ilerlerken, bir diğer yanda en büyük, en hızlı sanayi devrimi Çin’de yaşanıyor. Çin merkezli bir Doğu çağı başlıyor. Biz Müslümanlar tarihe bir kez daha geç kalıyoruz.

Biz Müslümanlar, bizlere tahmil edilen yükümlülükleri ancak özgür iradelerimizle yerine getirebiliriz.

Statükocu / gelenekçi / muhafazakâr uyuşturucularla nesneleştirilen Müslümanların özgür iradelerinden söz edilemez.

İnsanın kendisini tevhidi doğrultuda gerçekleştirmesiyle birlikte, toplumu / hayatı / tabiatı tarihi değiştirme sorumluluğa başlar.

 

İnsanın kendisini gerçekleştirmesi demek, ilahi iradeyi, mutfak iradeyi, kavrama yeteneğine sahip olması demektir. Ahlaki yükümlülüklerimizi belirleyen, sorumluluklarımız ve hesap verme bilincimizdir.

Vahdet olmaksızın bir medeniyetin inşasından, Ümmet’in inşasından söz edilemez. İslami bütünün her parçası, birbirleriyle uyumlu, birbirlerini tamamlayan işlevlere sahip olmalıdır. Hayat tesadüfî olayların birikimi, tecrübesi değildir. Hayat, tevhid prensipleri doğrultusunda, tevhidi sınırlar içerisinde uyumlu bütünlükler içerisinde yaşandığında anlamlı olur. Müslüman olmak demek, kendi aleyhimizde bile olsa, her şartta gerçeğin yanında olmak demektir. Aldatıcı bilgiler, enformasyon propoganda karşısında, yani zann karşısında uyanık olmamız gerekir.

Tevhid, her tür batıl inanışı ve hurafeyi reddederek başlar. Yaratıcı ile yaratılan arasında hiç bir biçimde, hiç bir gerekçeyle, hiç bir anlamda bir bütünleşmeden söz edilemez. Tevhid, bu tür bir inancı reddetmek demektir.

Şanı çok yüce Rabbimiz bütün yaratılmışların, bütün varlıkların ve tabiatın üzerindedir.

İslami varoluş / hayat / dünya, dini-dünyevi parçalara bölünemez. Hiç bir şey Allah'ı sembolize edemez.