YENİDEN İNŞA MÜCADELESİ İÇİN
Vakit çok geç olmadan, bir kez daha her şeyin bize anlatılanlardan ibaret olmadığını fark etmeliyiz.
27/08/2012 - 13:08

Teknobilimsel sistem ve kapitalist ekonomi; bütün anlamları, erdemleri, bilgelikleri ve ahlakı imha ederek, insanlık dışı gerçekler oluşturdu. Sınırsız büyüme strateji­leri ağır insanlık sorunlarına, büyük kötülüklere ve felaket­lere yol açtı. Endüstriyel uygarlık bütün bir gezegeni çölleştirdi. Teknobilimsel sistem bütün kendilikleri, kişilikleri ve karakterleri erozyona uğrattı. Kapitalist ve neoliberal dünya görüşünün, hayat tarzının hiç bir ahlaki referansı yok. İçerisinde bulunduğumuz dönemin karmaşıklığı/belirsizliği sözünü ettiğimiz bu sistem yüzündendir. Karşı karşıya bulun­duğumuz karmaşa/belirsizlik/bunalıma rağmen, Avrupa kendi değer­lerini Avrupa dışı dünyaya dayatmaya devam edebiliyor. Batı uy­garlığı hiç bir şekilde ırkçı çerçeveleri aşmayı başaramıyor, aşmayı düşünmüyor. Bu durum, Avrupa dışı dünyayı rencide etmek, değersizleştirmek ve sömürgeciliği sürdürmekte ısrar etmek an­lamı taşıyor.

Günümüz dünyasında piyasanın evrenselliği dışında bir evrensellikten söz etmek mümkün değil. Bu tür bir evrensellik, sermayenin aklı’nın, neoliberal aklın dünya çapında etkili ol­masını sağlıyor. Neoliberal akıl, kimliklerin/kültürlerin param­parça olmasına neden oluyor. Neoliberal akıl ve kültür karşısın­da yerel kültürlerin direnci kırılıyor. Neoliberal akıl ve kül­tür karşısında toplumlarımızda; İslami kaygılar taşımayan, nötr ve monoton, bir kişiliği ve karakteri temsil etmeyen muğlak varoluş biçimleri çoğalıyor. Bu durum karşısında, bilincimizi sömürgeleştiren, aşındıran, çürüten süreçlerin maskesini düşürmek yerine, suskun, tepkisiz, apolitik gri/kirli hayatlar yaşayabiliyoruz. Avrupa ve Amerika kendi dünya görüşlerini hayat tarzlarını, Avrupa dışı dünyaya faşizm ve savaş yoluyla kabul ettirmeye çalışıyor. Modern-seküler proje yoluyla, İslam toplumları neoliberal fikirlere açık hale getirilecekti, Türkiye’de ki gelişmelere bakılınca bu projenin büyük ölçüde etkili olduğu görülebiliyor. Toplumlarımızda referans kaynağı olarak Avrupa değer sistemini almak, Avrupa kavram ve kurumlarını benimsemek, kendi değer sistemimizden uzaklaştığımızı, kendi değer sistemimize güvenmediğimizi, kendi değer sistemimizi yeter siz bulduğumuzu gösteriyor. 

İslami bir dünya için mücadele etmekten vazgeçtiğimiz anlaşılıyor. 

Günümüz dünyasında Müslümanların ne isteyeceklerine, nasıl isteyeceklerine Müslüman olmayanlar karar veriyor.

İslam’ın ve Müslümanların, liberal-seküler demokrasiyle rekabet edebilecek, bir içeriğe sahip olmadığı konusunda Müslümanların ikna edildikleri görülebiliyor. Bilim, kültür, siyaset, felsefe, sanat/edebiyat'ta bağımsız üretkenliğin, ilginin, çabanın, araştırma ve sorgulamanın sona erdiği tarihten bu yana toplumlarımızda İslam yalnızca bir maneviyat biçimi olarak varlığını sürdürüyor. Ciddi bir bilinç bunalımı yaşadığımız için, sürekli tahakküm üreten Avrupa merkezci dili gereği gibi sorgulayamıyor, bu dilin mutlakçılığını reddedemiyoruz. Din, sanat, siyaset bir bütünlüğün, eksiksiz bir bütünlüğün adı iken; bu bütünlüğü temsil etme iradesi gösteremiyoruz. Din'i de, sanat ve siyaset'i de, özel alanlara hasrederek; kamusal alana hitap etmeyen, kamusal alanı etkileyemeyen, dönüştüremeyen, etkilemek ve dönüştürmek iddiası taşımayan, kendi içine kapanmış bir din/sanat/siyaset dili oluşturuyoruz. Bu dil, maddi dünyanın/hayatın gerçeklerine kapalı, sezgisel alana/ilgiye açık bir dil haline gelmiştir.

Müslümanlar olarak, kendi İslami fikirlerimiz adına mücadele etmiyoruz. Bize dışardan dayatılan dünya görüşleri adına mücadele ediyoruz. Bu nedenledir ki; hem toplumlarımızda, hem bütün dünyada “demokrasi” haşa, nihai bir referans kaynağı olarak, yoğun bir biçimde gündemde kalabiliyor. İslam toplumlarına yönelik kanlı “demokrasi” seferleri sürüyor. Aziz İslam kendi asli bütünlüğü içerisinde bir referans ve meşruiyet kaynağı olmaktan çıkarıldığı için, bugün, meşruiyet kaynağı olarak “demokrasi” ye, ılımlı/hoşgörülü Nurculuğa, Neonurculuğa, ılımlı/hoşgörülü Mevleviliğe/Mesnevi'ye atıfta bulunuluyor. Allah’ın (c.c.) din'i aziz İslam’ın yerine, sözünü ettiğimiz akımlar geçiyor. 

Kendi değerler dünyamıza yabancılaştığımız için, korkunç bir tüketim ve iletişim kasırgası içerisinde bir o yana, bir bu yana savruluyoruz. Din'i hayat/düşünce; gizli/batıni/sembolik, manevi anlamların dünyasına çekiliyor. İslam; hukukun, siyasetin, ümmetin ve evrenselliğin dışına çekiliyor. Mistik ilgiler, ilişkiler, kültür bir kez daha moda haline geliyor. Düşünsel derinlikler ve yoğunluklardan, derinlikli ve sorumlu varoluşlardan, bilinçli üretkenliklerden, entelektüel birikim ve eylemden, merkezi ve temel sorunlar etrafında bir bilinç oluşturmaktan somut/bağımsız İslami duruşlar sergilemekten uzaklaşıyor, yeniden ayrıntılara kapanıyor, bir kez daha tarihin taşrasına dönüyoruz. Müslümanlar olarak tarihin merkezinde yokuz. O halde, bu yakıcı gerçek üzerinde düşünerek, tarihin merkezine nasıl dönebileceğimizi konuşmalıyız. Hiç bir alanda yeni bir şey üretemiyorsak, olduğumuz yerde duruyorsak, bulunduğumuz yeri İslami anlamda değerlendirmeye cesaret edemiyorsak, tarihe yeniden dönmemiz mümkün olamaz.

Yeni bir tarih başlatabilmek için, zamana meydan okuyarak, statükolara meydan okuyarak, yeni bir insan, yeni bir toplum, yeni bir siyaset oluşturarak, yeni bir irade kurmamız gerekir. Yeni ihtiyaçlar, zorunluluklar söz konusu olduğunda yeni yorumlar yapmak, yeni bir mücadele başlatmak, geçmişe saygısızlık yapmak, geçmişi inkar etmek anlamı taşımaz. Zamanın ihtiyaçlarını dikkate almayan, geçmişin yorumlarını kullanmaya devam eden, geçmişin sorunları ile bugünün sorunları/yanıtları arasında farklılıklar olabileceğini düşünmeyen, zamana/tarihe kayıtsız kalan, zamanı donduran bir yaklaşım biçimi hiç bir gerekçeyle sürdürülemez.

Tarihin gerçekleriyle yüzleşmek ve hesaplaşmak yerine, kolaycılığı seçerek, geçmişle oyalanmak büyük bir çürümenin yansımasıdır.

Sanayileşme ve modernleşme ile başlayan tarihsel dönemi gereği gibi anlayamamak/çözümleyememek, bu tür bir çözümlemeye ihtiyaç duymamak, aklı, bilimsel çabayı, araştırmayı reddederek, ayrıntılara, geçmişe, hamasete kapanmak, aklı mahkûm etmek, hurafelerin tahakkümünü kabul etmek demektir. Hayatın/tarihin/dünyanın gerçeklerinden kaçan, karşı karşıya bulunduğumuz sorunlardan, tehditlerden, felaketlerden kaçan, mistisizme sığınan, tek boyutlu ilgilere, tek boyuta, tek yoruma, tek akla kapanan bir yaklaşım, her durumda zihni/fikri geriliğe, donmaya neden olur.

İslami; bilgi ve bilinçten yoksun,    duyular ve duygular şeklinde yaşamak, temsil etmek, hiç bir biçimde savunulamaz, meşrulaştırılamaz. Yalnızca gönüllere hitap eden, yalnızca ilahi aşktan söz eden bir dil kurumsallaştırılamaz.

Günümüzde yaşattığımız geçmişin efsanevi bir geçmiş mi, yoksa inşa edici bir geçmiş mi olduğu konusunda eleştirel bir dikkate/görüşe sahip olabilmeliyiz. Kültürel bağlılıklarımız, geleneksel bağlılıklarımız, dünyaya/tarihe kapalı kalmak anlamına gelmemelidir. Geçmişe ait tecrübe birikimini tekrar edemeyiz, ancak; bundan bize yol gösterebilecek sonuçlar elde edebiliriz.

Müslümanlar olarak tam, eksiksiz bir bilinç edinmemiz için, bütün ayrımcı tanımları/kategorileri aşmamız gerekiyor. İslami farkındalığımızı yoğunlaştırmamız, çoğaltmamız gerekiyor. Mezhepçi, hizipçi yaklaşımlar/yapılar, dünya çapında, Ümmet çapında bir bilinç edinmemizi engelliyor. Mezhepçi/hizipçi yapılar açıkça bilinç düşmanlığı yapıyor. Geçmişi hiçliğe indirgeyenleyiz, silip süpüremeyiz. Yeni bir başlangıç yapmak, geçmişten kopmak anlamına gelmez. Yeni bir başlangıç, geçmişten seçici olarak yararlanabilir. Geçmiş bugünü etkileyebileceği gibi, bugüne özgü yaklaşımlar da geçmişi etkiler. Yeni bir tarihsel bilincin inşası için geçmişi nesneleştirmemek, geçmişin de bugünü nesneleştirmemesi gerekir. Geçmiş, yeni bir inşa için, bize yardım edebileceği gibi; bizi kısıtlayabilir, engelleyebilir. Bunun için, geçmişin eleştirel bir bilinçle günümüze intikali sağlanabilmelidir.

Pek çok şeyin değiştiği bir dünyada, toplumlarımız ayrıntıların, yüzeyselliklerin, basitliklerin, çok önemsiz şeylerin, hurafelerin baskısı altında bulunuyor. Toplumlarımız bir yanda neoliberal dünya görüşünün, bir diğer yanda, mistik/batıni/maneviyatçı anlayış biçiminin nesneleştirici etkilerine maruz kalıyor. Patolojik bir nostalji toplumlarımızın zihin dünyasını çürütüyor. Günümüzün gerçeklerinden kaçan Müslümanlar mistik/batini uyuşturuculara sığmıyor. Karşı karşıya bulunduğumuz sorunlarla yüzleşmek yerine, geri çekilerek, bu sorunları biriktirmek maalesef bir gelenek halini almıştır. Dünya tarihini, tarihsel gelişmeleri, oluşumları, altüst oluşları, değişim/dönüşüm hareketlerini anlamak, çözümlemek, bu gelişmelerin ışığında, kendimizi, konumumuzu, ufkumuzu, vizyonumuzu yeniden değerlendirmek hayati bir zorunluluk halini almıştır. Mistik/batini uyuşturuculara yönelmek ölümcül bir sapmadır. Bu uyuşturucular sebebiyle, bugün, Türkiye’de yaşandığı üzere; kitlelere, topluma, İslami anlamda, toplumsal değişimi gerçekleştirebilecek nitelikte bir içerikle hitap edilemiyor. İslami düşünce ve kültür hayatının, öncelikle İslami sorunlar, beklentiler, yanıtlar, talepler, umutlar ve eylemlerle ilgili olarak, somut, anlaşılabilir kavramsal bir çerçeve ortaya koyması gerekir. İslami potansiyelimizi yeniden keşfederek, ortak gelecek için, ortak bir bilincin yaşanılabilir, temsil edilebilir hale getirilmesi önceliğimiz olmalıdır. Her toplumda, kamuoyunun ilgisini çekebilecek, güçlü/etkili bir dil için, her şeyden önce İslami anlamda büyük bir özgüvene, İslami bir kişiliğe ve onura ihtiyacımız olduğunu hatırlamalıyız. Bugün, toplumlarımızda, İslami hayat, daha önce de temas ettiğimiz üzere Nurculuk, Neonurculuk, Mevlevilik ve benzeri akımlar/örneklerde de yakından takip edilebileceği üzere, nasslara dayalı akli/hukuki içeriği olmayan, tevhidi bilinci temsil etmeyen, duygusal/sezgisel/hamasi/masalsı propoganda etkinlikleriyle sınırlı hale gelmiştir. Duygusal/hamasi propoganda faaliyetlerinden etkilenen kitlelerin düşünsel-eleştirel sorgulamalar yapma ihtiyacı duymamaları İslami açıdan endişe verici bir durumdur.

Zihinsel bir yeniden inşa yaşamaksızın, hiç bir çabadan sonuç alamayacağımızı, küresel çağda İslami bir varoluşu temsil edemeyeceğimizi hatırlamalıyız. Modern zamanlarda, bilincimiz Avrupamerkezci dil tarafından sömürgeleştirilmişti, bugün, bilincimiz, kendilerini İslam’a nisbet eden, mistik/batini akımlar tarafından sömürgeleştiriliyor. Bu vahim gelişme karşısında özellikle genç kuşakların, genç ve dinamik bir bilinçle, değişim/yenilenme yeteneğine sahip olarak, dünya olaylarına, tarihsel gelişmelere nüfuz ederek, eleştiri ve analiz yeteneği kazanarak, İslami bütünlüğün dilini tarihe kazandırmaları gerekir. Aziz İslam ümmetinin bütününü kuşatacak, etkileyecek, uyaracak, ayağa kaldıracak, dikkatini çekebilecek bir düşünce/değer/eylem, bilinç sistemi için, acil ve derinlikli çabalar, put kırıcı tavırlar, düşünceler üretebilmeliyiz. Mistik, gelenekselci, batıni din tasavvurunun hiç bir biçimde sorgulanmaması, tartışılmaması düşündürücüdür.

Tarih, yeniden inşa mücadelelerinin öyküsüdür.

Tarih kronolojisi bilgisine sahip olmak, tarih bilincine sahip olmak demek değildir.

Kapitalizmin, sanayileşmenin, elektronik enformasyon devriminin, finansal hareketlerin oluşturduğu tarihsel dinamikler karşısında, İslami alternatifler, çözümler üretmek yerine teslimiyetçi, mistik, batini alanlara kapanmak, Amerikan ve Siyonist İsrail perspektiflerini/yöntemlerini/önerilerini paylaşmak ahlaki/düşünsel intihar anlamı taşır.

Vakit çok geç olmadan, bir kez daha her şeyin bize anlatılanlardan ibaret olmadığını fark etmeliyiz. Her hangi bir cemaatin/hizmetin Amerikan ya da Siyonist İsrail güdümünde hareket ediyor olması çok büyük bir cinayet ve ihanettir. Pasif itaatin, edilgenliğin, dirençsizliğin, tepkisizliğin sağlıklı bir yöntem olmadığını kavrayabilmeliyiz.

Kendi zamanımıza ilişkin sorumluluklar alarak, kendi zamanımızın insanı olmalı, kendi zamanımızı şekillendirmeliyiz. Bütün dünyayı içerisine alabilecek bir düşünsel meraka sahip olarak kendi sınırlarımızı aşma imkânı bulabiliriz. Yeni bir ufuk açmak için, eleştirel zekâya sahip olabilmeliyiz. Yerel/etnik/hizipçi bir dilin/söylemin/kültürün mensupları olarak, coğrafi bir bölgenin mensupları olarak değil; evrensel insanlık ve İslam ailesinin, yani ümmet'in onur'lu/bağımsız bir üyesi olarak konuşmalıyız, yazmalıyız, üretmeliyiz. Genel geçer bilgi/propoganda/magazin gibi şeylerle oyalanmamalıyız. Günümüzde insanlığa ve dünyaya sunabileceğimiz hiç bir şey üretmediğimizi mahcubiyet içerisinde hatırlamalıyız. Küresel dünyaya, ancak, kimliğimizden, kişiliğimizden, kültür ve medeniyet değerlerimizden koparak katılabiliyoruz. Küresel dünyaya kendimiz kalarak katılamıyoruz. Küresel dünyaya katılabilmek için yapay/sahte/insanlık dışı varoluşlar sergiliyoruz. Sömürgecilerin dayattığı hayat ve düşünce tarzlarıyla bütünleşerek hayatta kalmaya çalışıyoruz. Küresel kültüre entegre olmak için, her tür aidiyet bilincinden uzaklaşılıyor. Her türlü düşünce/yorum/yaklaşım/siyaset maalesef zamanın baskısı altında şekilleniyor.

Bir toplum, kendisini, hayat tarzını, dünya görüşünü, seküler/liberal doğrultuda dönüştürdüğünde, Allah'a (c.c.) ve İslam'a yabancılaşır. Böyle bir toplum, İslami bir gelecek umut edemez. İlahi yardıma hak kazanabilmek için, İslami hayat tarzı ve dünya görüşü doğrultusunda değişmemiz gerekir. İslami anlamda değişim/dönüşüm sürecine öncülük edecek kadrolar hayatın her alanına hitap etme yeteneğine, birikimine sahip nitelikli kadrolar olmalıdır. İslam dünyası toplumları, İslami düşünce hayatı, modern-seküler dünyaya, askeri anlamda olmaktan çok zihinsel-anlamda/bağlamda mağlup oldu. Bu mağlubiyet durumu ne yazık ki, bugünde derin bir biçimde sürüyor. Sekülerizm, İlahi Vahyin, İslami bütünün bölünmezliğini, İslam’ın bütün boyutlarının birliğini paramparça etti. Bu durumla ilgili olarak güçlü ve etkili sorgulamalar yapamadığımız için, bugün Avrupamerkezci kavramsal ufuklar ve Aydınlanma kategorilerine göre düşünmeye devam ediyoruz. İslami zihin/akıl/bilinç taşralaştırıldığı için, avamileştirildiği için, eleştirel bir duruş gerçekleştiremiyoruz. Taşralı zihin, avami akıl, hiç bir şekilde bağımsız bir düşünce, irade, yorum geliştiremiyor, bu nedenle de her türlü manipülasyona açık bulunuyor.

İslam toplumlarında, Türkiye’de de görülebileceği üzere kitleler fikirlerle, sorgulamalarla asla ilgilenmiyor; yalnızca duygusal manipülasyonlarla ilgileniyor. Kitleler bir inancın, fikrin, düşüncenin, program ve projenin, vizyonun etrafında değil, kutsallaştırılan kült kişilerin etrafında toplanıyor.

Seçici bir akla, üretken ve eleştirel bir akla sahip olmadığımız için, muhakeme yetisine sahip olmadığımız için, bilinç üretemediğimiz için; ideolojik/politik irade algılarımızı istediği yönde yönetebiliyor. Cemaat/hizmet faaliyetleri bile günümüzde piyasa stratejilerine göre yapılandırılıyor. Cemaat lideri ticari bir marka haline getiriliyor. Bütün hizmetler açıkça büyük bir “gösteri” biçiminde sunuluyor, pazarlanıyor. Bu konuda, patolojik bir söylem/ retorik oluşturuluyor.

 

Zihni özgürlükten, bağımsız kişiliklerden yoksun bulunduğumuz için, ana akım kültürün/dilin/söylemin sınırları dışına çıkamıyoruz. Küresel gündemi seçici bir dikkatle, duyarlıkla takip edemiyoruz. Gerçeklerle ilgilenmek yerine sansasyonla ilgileniyoruz. İlişkilerimizi maalesef araçsal amaçlar doğrultusunda geliştiriyoruz. Romantik beklentiler, talepler içerisinde bulunduğumuz için, gerçeklere nüfuz etme konusunda ciddi zorluklar çekiyoruz. Gerçeklere her zaman çok geç kalıyoruz. Bu durum normal karşılanamaz bir durumdur. Zihinlerimiz olayları nasıl görmemiz gerektiği konusunda başkaları tarafından önceden hazırlanıyor, algılarımız bu konuda şekillendiriliyor, bizler, daha sonra olayları nasıl yorumlamamız isteniyorsa öyle yorumlamaya başlıyoruz.

İçerisinde bulunduğumuz dönemde Suriye'de yaşanan iç savaş ve istikrarsızlığı mezhep dayanışması ya da mezhep karşıtlığı gibi, çok ucuz, çok basit, çok bayağı klişelerle açıklamaya çalışmak da algılarımızın nasıl ustalıkla çarpıtıldığına ilişkin somut bir örnek teşkil ediyor. Bugün, küresel tahakküm ihtiraslarının önünde İran ve Suriye ciddi bir engel teşkil ediyor. Suriye'ye yönelik istikrarsızlaştırma girişimleri bütünüyle İran'ı yeniden şekillendirmek adına yürütülüyor. Suriye'de “muhalefet” henüz nasıl bir Suriye istediği konusunda hiç bir mutabakata sahip değil. Küresel emperyal strateji Orta Asya'da nüfuz sahibi olmak istediği için, bu strateji karşısında İran ve Suriye'yi bir engel teşkil etmekten çıkarmak istiyor.

İçerisinde yaşadığımız güç çağında, sömürgecilikle savaşmanın tek yolunun ortak bilinç ve irade oluşturmaktan geçtiğini hatırlamak gerekiyor. Günümüzde, bağımsız bir duruş, tarz, yorum, tavır geliştirmek, bu yorumu/duruşu onurlu bir biçimde temsil etmek pek çok riski, yalnız kalma riskini göze almakla mümkün olabilmektedir.

Bağımsız/özgür içerik/yorum üretmek, eylemde bulunmak demektir.

Bugünün dünyasında da görülebileceği üzere neoliberal emperyalist tiranlık, Müslümanları da dilediği yönde yönetebiliyor, araçsallaştırabiliyor, bir kukla gibi kullanabiliyor. Îran-Suriye ilişkileri bağlamında sürdürülen tartışmalarda da görülebileceği üzere, Müslümanlar, kimi İslamcılar neo liberal-küresel tiranlığın propogandası doğrultusunda konumlarını belirliyor, bu propoganda doğrultusunda mezhepçi reflekslerini somutlaştırıyor.

Tarihsel zamanın dinamiklerini doğru anlamayanlar, tarihsel zamanın peşinde bir çöp gibi sürükleniyor.

Küresel/emperyal gündem etrafında küresel yorum bilinci ve ufku oluşturamayan, yerel bağlılıkları, hizip/ mezhep bağlılıklarını aşma iradesi gösteremeyenler hiç bir biçimde devrimci bir özne gibi hareket etme imkânı bulamıyor.

Hayatın ve tarihin içerisinde varoluşsal/nihai tercihler yapabilmek için devrimci özne olmak gerekiyor.

Küresel çağda İslami bilinç doğrultusunda var olmayı seçenlere selam olsun.