İSLAMİ ZİHİN KONTROL ALTINDA BULUNUYOR
Maruz kaldığımız zihinsel soykırım nedeniyle, bütünlüğünü yitirmiş, küçük parçalara bölünmüş, marjinalize edilmiş bir din algısıyla oyalanıyoruz, avutuluyoruz, aldatılıyoruz, uyutuluyoruz, Pıratik, gündelik hayatımızı İslami temel ilkelere dayalı olarak sürdüremiyoruz.
25/09/2012 - 12:01

Aydınlanma ideolojisi, insani her hangi bir yaratık, ya da bir makine gibi tasavvur etti. Aydınlanmanın bir dünya görüşü haline gelmesiyle birlikte, insanlar insani alanlardan, ilgilerden, duyarlıklardan uzaklaştırıldılar. Hümanizmle birlik­te, Allah (c.c.) varoluşun merkezinden çıkarıldı; varoluşun yerine insan yerleştirildi. Aydınlanmanın gerçekleştirmek istediği sistem, kutsal ve mutlak gibi kavramlar içermeyen bir sistem olarak düşünüldü. Bu sistem nezdinde insanlık, maddi boyuta in­dirgendi. İnsan, duygusuz bir nesne gibi tanımlandı. İnsanın mad­di boyuta indirgendiği bir dünyada “güç” belirleyici bir ölçüt haline geldi. Sözünü ettiğimiz dünyada hayat, üretim / tüketim, kar / has gibi unsurlardan ibaret bir hayata dönüştü. Bu tür bir dünyada, ahlak / fazilet / merhamet / adalet / hayâ / edep / iffet, bilim dışı sayılarak inkâr edildi. Günümüzde de büyük ölçüde hayat / dünya matematiksel paradigmalar, rakamlar ve miktarlarla değerlendiriliyor.

Modern Batılı modelin güç / sömürgecilik aracılığıyla mutlaklaştırılmasıyla birlikte Batılı olmayan dünya görüşü, ha­yat tarzı, tarih algısı tarihin dışına sürüldü. Batılı olmayan düşünce / kültür / tarih / insan değersizleştirildi. Batılı olmayan dünya, tarihin son birkaç yüzyılının her alanda açık ve somut bir tahakküme maruz kalarak geçirdi, geçiriyor. Sözünü ettiğimiz sü­reçler içerisinde, yani Aydınlanmacı modern zamanlar boyunca, özellikle Müslüman halklar / toplumlar kültürel-düşünsel-zihinsel soykırıma tabi tutuldular. Bu zihinsel soykırım sebebiyle Müs­lümanlar tarihsel zamanlar karşısında ağır bir bilinç körlüğü, ağır bir bilinç kaybı yaşadılar, yaşamaya devam ediyorlar. Zi­hinsel soykırıma maruz bırakıldığımız için nice zamandır kendi dilimizle konuşamıyoruz. Kendi dilimizle konuşma iradesine sahip değiliz. Başkalarının dayatılmış diliyle / sözcükleriyle / kavramlarıyla konuşuyoruz. İslami dilimizi / sözcüklerimizi / söylemimizi /kavramlarımızı / dünya-ahiret görüşümüzü / hayat tarzımızı / düşünme biçimimizi özgürleştirmek için bir savaşımız yok. Örgütlenmiş şiddet yoluyla tek bir kültür-uygarlık algısının dayatıldığı bir dünyada, dayatılan bütün çerçevelere boyun eğdik. Geleneğimiz muhalefet ve eleştiriye açık olmadığı için, bütün statükolara bağımlı hale geldik. Yeni bakışlar geliştiremedik. Modern / seküler Batı’nın evrensellik olarak sunduğu ideolojik çerçevenin, emperyalist bir çerçeve olduğunu çok geç fark ettik. Seküler kültür ile İslami kültür arasındaki derin çatışmayı sorgulamaya cesaret edemedik. Toplumlarımız bugün de büyük bir kısırdöngü içerisinde bulunuyor. Karşı karşıya bulunduğumuz çıkmazdan bir çıkış yolu arayanlar, bir başka çıkmaza sürükleniyor.

İslama ve Müslümanlara yönelik ideolojik ve ırkçı dil, bugün akademik dil halinde etkisini sürdürüyor. İslami zihnin Müslüman zihnin soykırıma maruz kaldığı günden bu güne; dini hayat / düşünce / kültür; gerçek hayatla, gerçek tarihle ve toplumla ilgilenmiyor. Dini hayat, soyut felsefi / hikemi spekülasyonlarla, skolâstik / mistik / metafizik konularla ilgileniyor. Bu nedenle bugün, İslami dünya / ahiret görüşünden söz edemiyor, daha çok İslami maneviyat / hikmet / tasavvuf / ahlak biçiminden söz edebiliyoruz. İslami cemaatler maddi güç / etki sahibi olmayan çalışıyor, sayıları çoğaltma mücadelesi veriyor. İslami cemaatlerin/ partilerin Hakikati temsil etmek gibi bir gündemleri yok. Büyük bir propoganda ve halkla ilişkiler ürünü olan cemaat / hizmet akımları büyük bir bencillik, büyük bir kayıtsızlık ve büyük bir korkaklık içerisindeler. Bu cemaatler kendi çıkarlarına gölge düşüreceğinden korkarak insanlığın karşı karşıya bulunduğu zulümler / faşizmler / katliamlar / işgaller / istilalar hakkında hiç konuşmazlar, fikir belirtmezler. Bu cemaatler / hizmetler kendi çıkarlarını / gündemlerini / yöntemlerini sürdürebilmek için küresel haydutların, tiranların / kan dökücülerin hizmetine girmekte hiç bir sakınca görmezler. Bu cemaatler / hizmetler muhafazakâr / milliyetçi /mezhepçi / hizipçi ve ticari akılla hareket ettikleri için Ümmet aklı'na yabancıdırlar.

Maruz kaldığımız zihinsel soykırım nedeniyle, bütünlüğünü yitirmiş, küçük parçalara bölünmüş, marjinalize edilmiş bir din algısıyla oyalanıyoruz, avutuluyoruz, aldatılıyoruz, uyutuluyoruz, Pıratik, gündelik hayatımızı İslami temel ilkelere dayalı olarak sürdüremiyoruz. Aziz İslamı, gerçekçilikten çok uzak bir inanç sistemi gibi algılıyoruz. Söylem planında yaşattığımız bir dönüşüm arzusunu yapısal / kurumsal bir değişime dönüştüremiyoruz. Duygusal ve mistik bir dindarlık biçimi, bilinçli Müslümanlıktan rahatsız oluyor.  Her şeyi ekonomiye indirgeyen bir dünyada yaşadığımız için, bilinç ve kültüre ihtiyaç duymuyoruz. Bâtıni anlamlara sahip oldukları iddia edilen cemaat liderlerinin tiranlığı sebebiyle nitelikli kadrolar yetiştiremiyoruz. Hep bir parçaya takılıp kalıyoruz. Şii ya da Sufi etkilere karşı Vahhabiliği seçiyoruz. Bugünkü konumumuz radikal bir statükoculuğu yansıtıyor. Statükolar içerisinde tükeniyoruz. İslami içerik her geçen gün daha ucuz, daha bayağı, daha ticari hale geliyor, popülist bir duyarlık biçimine dönüşüyor. Popülist duyarlıklar sebebiyle olayları bir bütünlük içerisinde kavrama yetisine sahip olamıyoruz.

Modern-seküler zamanlarda, İlahi Vahyin denetiminden bağımsızlaşan akıl, ideolojilerin emrine girerek, temyiz edici özelliğini yitirmiştir. Aklın, ideolojilerin emrine girdiği günden bu güne kadar bütün bilgi alanları problemlidir. Modern seküler model insan aklının sınırları olabileceğini kabul etmiyor. Bu nedenle de baskıcı, ötekileştirici, terörize edici bir değer sistemi oluşturuyor. Bu değer sistemi nazarında dünya yalnızca büyük bir pazardır. Bu büyük pazar yerinde maddi ve manevi alanlar / ilgiler / bağlamlar arasında bir denge oluşturulamıyor. İnsan'ın çıkar peşinde koşan seküler bir varlık olduğu düşünülüyor. Modern-seküler eğitim modeli, tektipleştirici, makineleştirici, nesneleştirici, programlanmış makineler yetiştiriyor. Modern zamanlarda “özgürlük” hayatın her alanında var olması gereken ahlaki sınırlamaların kaldırılması olarak anlaşılıyor.

Rönesans-Aydınlanma ve modernleşmenin mutlaklaştırılmasıyla birlikte, Batı dışı dünyanın bütünüyle sömürgeleştirilmesi gerçekleştirildi. İslami zihnin kontrol altına alınmasından sonra, İslam düşüncesi, kültür ve medeniyeti değersizleştirilmiş ve anlamsızlaştırılmış oldu. Batılı normların evrenselleştirilmesinden sonra, tüm İslami normlar maalesef yerelleştirilmiş ve millileştirilmiş oldu. İslami zihnin soykırıma maruz bırakılmasıyla birlikte, biz Müslümanlar varlığımızı ancak folklorik bağlamda, kültürel bağlamda sürdürebiliyoruz. Bugünün dünyasında öteki’nin var olma hakkı yok. İthal algılama biçimleriyle hiç bir alanda özgün bir çerçeve, yorum, inşa gerçekleştiremiyoruz. Her tür bağımlılık zihni bir çölleşmeye neden oluyor. Halen içerisinde bulunduğumuz bağımlılık biçimleri; kendimize, inanç ve düşüncelerimize güvenimizi kaybettiğimiz için ortaya çıktı. Yaşadığımız özgüven kaybı, hastalıklı bir aşağılık duygusuna dönüştü. Derin ve yoğun bir anlam duygusuna sahip olmadığımız için kimliğimize ve kültürümüze yabancılaştık. Ümmet ahlakını terket-iğimiz için bugün ne yazık ki; çok dar, çok sığ aidiyet alanlarına kapanmış / kapatılmış bulunuyoruz. Çok dar, çok sığ aidiyet alanlarına kapatıldığımız için, küresel resmin / tablonun / iklimin bütününü göremiyoruz. Çok dar aidiyet alanlarıyla bütünleştiğimiz için, küresel / emperyal / liberal diktatörlük bugün Ortadoğu'da mezhep merkezli yeni bir çatışma zemini oluşturuyor. Zihinlerimiz İslami bütünlüğe göre değil, hizip / mezhep / etnik köken parçalarına göre konumlandırıldığı / programlandığı için, mezhep ve etnik köken merkezli çatışmalarda hakkaniyetten ayrılarak saldırgan bir tavır alabiliyoruz. İslami bünye, milliyetçilikler / mezhepçilikler / gelenekçilikler / hizipçilikler /muhafazakârlıklar / menkıbecilikler / hurafecilikler / liberalleşmeler / kapitalistleşmeler yoluyla içeriden çok ciddi bir biçimde zayıflatılıyor. Toplumlarımızda tevhidi bilinci, ümmet bilincini dejenere eden yaklaşımlar daha çok temsil imkanı bulabiliyor. Bunalım dönemlerinde özellikle politik kadrolar milliyetçi duyguları istismar ediyor, mezhepçi duyguları sömürüyor. Neonurculuk örneğinde de görülebileceği üzere, İslami bütünlük büyük bir deformasyona tabi tutuluyor. Sentezci-milliyetçi dil meşru sayılabiliyor. Karşı karşıya bulunduğumuz algısal yozlaşma nedeniyle teslimiyetçi ve belirsiz varoluşlar sergiliyoruz. Eleştirel analizler yapmadığımız için, yapısal sorunlar / bunalımlar kronik hale geliyor. Kimi kesimler geçmişi taklit etmek suretiyle, kimi kesimler de moderniteyi taklit etmek suretiyle var olmaya çalışıyor. Yüzeysel ve biçimsel öykünmecilikler sebebiyle tarihsel gelişmelerin farkına varamıyoruz.

Geçmişe özlem duymak bugünün bunaltıcı gerçekliği karşısında hiç bir şey ifade etmiyor.

İthal hayat tarzlarıyla, ithal kültürel ve siyasal modellerle umudu somutlaştıramayız. Umudu somutlaştırabilmemiz için, İslam toplumlarında genç kuşakların geleceğe nasıl hazırlandıklarını sağlıklı bir biçimde değerlendirebilmemiz gerekir. Genç kuşakların İslami bilgi, inanç, düşünce, dünya görüşü ufkunu bir bütünlük içerisinde insanlığın dikkatine kazandırabilecek bir bilince ve birikime sahip olmadıklarını itiraf etmeliyiz.

İslami bilince sahip olmaksızın, İslami birikime sahip olmanın bir kıymeti yoktur.

Çeviri, taklit ve kopya yoluyla bilgi edinen birey ya da toplumlar, hiç bir alanda özgün bir şey üretemezler. Günümüz dünyasında televizyon bilgi iletme aracı olarak değerlendirilemez. Televizyon daha çok kitleleri resmi doğrultuda yönlendirme aracıdır. Küresel-emperyal sistem televizyon / medya yoluyla kitleleri hem kontrol ediyor, hem de nesneleştiriyor. Ortadoğu'da yaşanan ayaklanmaların ortaya koyduğu çarpıcı bir gerçek var; Bu ayaklanmalar, İslami bağlamda hiç bir stratejiye, vizyona, liderliğe, nitelikli kadrolara, etkili bir programa sahip olmayan, siyasal söylem olarak Batılı paradigmaları referans noktası olarak alan yoksulların ve dışlanmışların ayaklanmalardır. Ortadoğu'da kimi diktatörler gidiyor, ancak diktatörlükler devam ediyor. Sembolik seçimlerle kitleler oyalanıyor. Bu ayaklanmalar sırasında da görülebileceği üzere; ilgili ülkelerde Batılı paradigmaların sınırları içerisinde ve denetimi altında bulunmak kaydıyla, İslama sınırlı bir alan bırakılıyor.

Emperyal/küresel tiranlık, Müslümanların, İslami cemaatlerin, partilerin, cemaat / hizmet liderlerinin yardımlarıyla İslamcı / devrimci / direnişçi düşünceyi, yönelişi, eğilimleri ve hareketleri bütünüyle tasfiye etmeye çalışıyor. Amerika, Ortadoğu'yu kendi çıkarları doğrultusunda bir kez daha yeniden şekillendirmeye çalışıyor. Suriye'de halen yaşanmakta olan iç savaş bu amaca yönelik olarak başlatılmıştır. Türkiye’de de ya kından izlenebileceği üzere İslami gruplar / cemaatler / partiler yerel Baas diktatörlüğü karşısında, emperyalist küresel diktatörlüğün yanında yer almışlardır.

 Müslümanlar ilkesel temelde düşünmek, yapmak, tercihte bulunmak, sorgulamalar yapmak, hayır dernek gibi yeteneklerden yoksun bırakıldıkları için; yalnızca cemaat / parti / hizip liderini taklit ve takip ettikleri için bir muhalefet ve sorgulama bilinci oluşturulamıyor. Maruz kaldıkları zihinsel karmaşa nedeniyle bir bunalım durumu yansıtan cemaat / parti / hizip liderleri, ulema hareketleri yanlış tercihleri sebebiyle, yanlış algıları sebebiyle hesaba çekilemiyor. Sözünü ettiğimiz tablo sebebiyle bugün bağımsız bir kültürel varoluştan söz edemiyoruz, Müslümanlar bir yanda her şeyi yasaklayan katı gelenekçi yaklaşımlarla; bir diğer tarafta her şeyi mubah / meşru sayan liberal hoşgörü yaklaşımı arasında gidip geliyor.

İçerisinde bulunduğumuz kültürel kuşatma karşısında İslami dünya görüşüne, siyaset görüşüne, eğitim / öğretim anlayışına ilişkin bağlılıklarımızı / yaklaşımımızı yeniden gözden geçirmeli, yenilemeli ve güçlendirebilmeliyiz. Her etnik merkezci, mezhep merkezci dil, bir çatışma ve gerilim nedenidir. Hangi toplumda olursa olsun terör, her tür sağlıklı oluşumu, çabayı, inşayı geciktirir. Terör üreten de, teröre maruz kalan da tarihe geç kalır. Hangi alana ilişkin olursa olsun, yüzeyse temelsiz algılamalara itibar etmemeliyiz. Bir zulme tepki verirken, bir başka zulme seyirci kalmamalıyız. Kimlerin yanında, kimlerin karşısında nasıl konumlandığımızı, nasıl durduğumuzu yeniden değerlendirmeliyiz. İncelikten yoksun tartışma ortamlarından uzaklaşmalıyız. Medya tutsaklığından özgürleşebilmeliyiz. Etnik merkezci, mezhep merkezci, hizip merkezci, tek akla dayalı yorumları açarak, küresel yankısı olabilecek bîr söylem oluşturabilmeliyiz. Bütün süreçlerin çok hızlı yaşandığı bir dünyada, bütün statükolar karşısında teyakkuz durumunda olmalıyız. İradesizleştirici, düşüncesizleştirici, köleleştirici bağımlılıklara kesinlikle son vermeliyiz. İnsan aklıyla insan iradesini birlikte eğiten bir anlayış oluşturmalıyız. Erdemli olmak, güçlü ve iradeli olmayı gerektirir. Bu nedenle şahsiyat duygusu güçlü ve yoğun bağımsız kişilikler yetiştirebilmeliyiz. Kendi şuurumuzun farkına varmalıyız.

Her şartta İslami bir stratejiye sahip olabilmeliyiz. Sömürgecilik döneminde sömürgeciliği meşrulaştıran bir bilgi biçimi icat edilmişti. Bugün bizler bu bilgileri tüketmeye devam ediyoruz. Toplumlarımıza yönelik bilgi siyasetlerini eleştirel bir dikkatle takip ettiğimizi iddia edemeyiz. İslama İslamcılığa, devrimci ve direnişçi hareketlere yönelik bilgiler kirletilmiş, çarpıtılmış bilgiler emperyal proje doğrultusunda üretilen bilgilerdir. Objektif bilgi ile resmi bilgiler arasında çok ciddi uçurumlar olduğunu hatırlamamız gerekir.

 Her şeyin metalaştırıldığı, alınıp satılabildiği, başarının da imal edilebildiği bir dünyada, İslami düşüncenin hangi ölçüde, bağlamda, alanda özgür olduğu konusunda kendimize rahatsız edici de olsa derinlikli sorular sorabilmeliyiz. Hayatın anlamdan boşaltılması ve sekülerleşmesiyle birlikte hayatın içerisinde büyük kırılmalar, parçalanmalar yaşandı. Sekülerleşmeyle birlikte hayatın her alanı, her tür etkinlik ticari bir boyat kazandı. Hayatın her alanının hesaplanabilir hale getirilmesi, hayatı bütünüyle ruhsuzlaştırdı. Bugün her şey bir tüketim ürününe dönüşüyor. Günümüzde sanat / edebiyat ürünleri de ticari yasaların baskısı altında. Bilincimizin estetik boyutu yoksullaşıyor. Sahici duyarlıklar kayboluyor. Edebiyatın / sanatın evrensel içeriği dikkate alınmıyor. Entelektüel bir direnişten, başkaldırıdan söz edemiyoruz. Tavizsiz bir dürüstlük sergileyemiyoruz. İnsanlığın gerçek sorunları sol-sağ-liberal-kapitalist-seküler klişelere sığmıyor, bu klişelerle açıklanamıyor. Bu klişelerin akılsız ve ahlaksız klişeler olduğunu anlamamız gerekiyor. Ulusal egemenlik ideolojileri büyük kötülüklere yol açıyor. Bizlerin, Müslümanlar olarak daha çok, daha yoğun farkındalıklara ihtiyacımız var. Önyargılı yorumlar, ideolojik yorumlar ırkçı / mezhepçi / cemaatçi yorumlar insanları olgusal zeminlerden uzaklaştırıyor, hakkaniyet duygusundan, adalet duygusundan mahrum ediyor. İdeolojik ve ırkçı ihtiraslar, her tür kötülük aracını meşrulaştırabiliyor. Irkçı / mezhepçi / cemaatçi oluşumlar kendi gündemlerine kapanarak, tarz ve yöntemlerine kapanarak, diğerleriyle ilişkilerini koparıyor. Tarihsel felaketler, zulümler, adaletsizlikler karşısında edebiyat / sanat hayatının politik tavırlar alması, politik muhalefet oluşturması gerekir. Edebiyatın işlevleri üzerinde yeniden düşünmeli, kurmaca dünyaların ne ifade ettiğini tartışabilmeliyiz.

Müslümanların, İslamcıların günümüz dünyasında bilinçli en üst seviyesine ulaşmaları hayati bir sorumluluktur. Kendimizi en güzel ve en etkili yollarla anlatmanın yollarını / imkânlarını çoğaltabilmeliyiz.

Gelenekçi, görenekçi, muhafazakâr, mistik, sağcı, statükocu, hoşgörücü unsurlar tarafından sürdürülen bilinç düşmanlığının maskesini düşürebilmeliyiz. Hayal kurmakla, bu hayallere mahkûm olmanın aynı şeyler olmadığını fark etmeliyiz. Hiç bir konuda kavramsal bir çerçeveye sahip olmadığımızı, bu durumun mazur görülebilecek bir durum olmadığını bilmeliyiz.

Zamanın eskittiği kimi çıkarımları yeniden gözden geçirebilmeliyiz.

Düşünsel hayatta, dünyada pek çok değişim yaşandığı halde biz bunları hiç dikkate almıyor, yüz yıl boyunca, yüzlerce yıl boyunca ayın metni yeni bir yorum / değerlendirme / eleştiriye tabi tutmaksızın okumaya devam edebiliyoruz. Geçmişte yaşayan Müslüman âlimlere fakihlere, fikir ve tasavvuf adamlarına, onların düşünce ve hayat tarzlarına bir tür dokunulmazlık ve kutsallık kazandığı için, bu zevatı ve yaklaşımlarını eleştirel anlamda, gerçekçi bir çerçeve içerisinde değerlendiremiyoruz. Geçmişe doğru düşündüğümüz için gerçeklere nüfuz etme yeteneğimiz gelişmiyor. Kur'an ve Sünnet'e dayalı yorumlar yerine; cemaat çıkarı için oluşturulan keyfi / çarpıtılmış yorumlar yoğun bir biçimde kullanılabiliyor. Geçmişin mirasını kutsallaştırmak ve dondurmak yerine, bu mirası bugünü/ şimdiyi etkileyebilecek bir güce ve imkâna dönüştürmek icabediyor. Metafizik, felsefi, hikemi, toolojik, spekülatif soyut tartışmalar hepimizi salih amellerden, eylemlerden alıkoyuyor.

Geçmişte Vahyin ve aklın ışığında geliştirdiğimiz bağımsız düşünsel yeteneklerimizle dünyayı ve tarihi şekillendiriyor ve dönüştürebiliyorduk. Zihninizin Avrupamerkezli dünya görüşü tarafından sömürgeleştirilmesiyle birlikte, bu dünya görüşü tarafından şekillendiriliyoruz.

Dünyayı dönüştürme yeteneğimizi kaybettik.

Kendimizi kaybettik.                      

Geçmişe, şimdiye ve geleceğe aynı bilinçle bakabilmeliyiz. Geçmiş, şimdi ve gelecek arasında bütünlüklü bir bakış açısına sahip olabilmeliyiz.

Vakur, bağımsız, onurlu duruş / varoluş sahibi olabilmeliyiz.

Konumsuzluk mazur görülebilir bir durum olamaz.

Ne olduğumuza, kim olduğumuza, nerede ve kimin yanında durduğumuza / duracağımıza artık bir karar vermeliyiz. Yenilendikçe geleceğe doğru, yenilenmeye direndikçe geçmişe doğru yürümeye devam edeceğiz.                         

 Kuşkusuz, içtenlikli, bilinçli, sürekli çabalarımız karşılık bulacaktır.

Aziz İslam'ın bireysel / manevi inançlar alanına kapatıldığı, bir mitoloji gibi algılandığı, duygusal bir söyleme indirgendiği bir zamanda yoğun bir biçimde bilinç üretmek zorundayız.

Taklit'i bir alışkanlık haline getirenler, algılama ve anlama yeteneklerini kaybederler.                         

 Gayba ilişkin inançlar bütününü ilahi vahyin bize sunduğu imkânlar içerisinde anlayabiliriz. Aklımızla içerisinde yaşadığınız dünyadaki konumumuzu, sorumluluklarımızı, ufkumuzu, tavrımızı, duruşumuzu seçeriz. Aklımız ilahi vahyin ışığı altın da sorumluluklarımızın sınırlarını ve boyutlarını belirler. Tek akıl her şeyi bilemez, her şeyi açıklayamaz, her şeyi kuşatamaz. Tek akıl tam bilgiye ulaşamaz. Bu nedenledir ki; içtihad ve müşavere öngörülmüştür. Tek akla dayalı yorumları körü körüne kabul ettiğimizde hiç bir biçimde yeni bir yapılanmaya, yönteme ihtiyaç duymayız.

Dünyevi sananları Müslümanca yaşayabildiğimiz takdirde ebedi zamanları, ebedi nimetleri ve bağışları kazanabiliriz.

İslamın hayatımız üzerindeki etkisinin duygusal bağlamla sınırlı hale gelmesine izin vermemeliyiz.

İçerisinde yaşadığımız çağı, dünyayı, tarihi, toplumu kültürü gerçekçi bir yaklaşım ve yöntemle değerlendirmek ve elde edeceğimiz sonuçlara göre yeni bir başlangıç yapmak zorundayız. Küresel olayları, gelişmeleri bütün boyutlarıyla / nedenleriyle ve sonuçlarıyla takip ederek, Îslami bir duruş, düşünüş ve üretkenlik içerisine girmeliyiz. ,

Tarihsel / küresel somut gerçekliklerden uzak, bu gerçekliklerin farkında olmayan, bu gerçekliklerle ilgili çözümlemeleri olmayan bir İslami yaklaşım olamaz. İslamın somut / pratik hayatın dışında yaşatılması / konuşulması kabul edilemez. İslamın, Kur'an-ı Kerimin kimi grupların / çevrelerin / cemaatlerin çıkarlarına hizmet edecek şekilde yorumlanması kadar vahim bir sapma olamaz. Bu sapmalar sebebiyle bugün bizler İslamı gereği gibi temsil edemiyoruz. İslami inançlarımızla hayatımız arasındaki mesafe her geçen gün daha çok açılıyor. Ümmet’in bütününü kuşatacak kültürel ve siyasal bir gündem oluşturmayı başaramadık. Bu doğrultuda bir gündem oluşturabilmek için aziz İslam Ümmet'inin bütün renklerini, bütün farklı unsurlarını temsil edebilecek genç kuşakların / kadroların entelektüel ve psikolojik yeterlilik kazanarak ortak sorumluluk almalarını saklamak gerekir.

Allah (c.c.) için ortaya koyduğumuz eylemlerle ahlaki üstünlüğe sahip olabiliriz.

Hepimiz taşıyabileceğimiz sorumluluklara muhatabız.

İslami varoluşumuz, Allah'a itaat ve sorumluluklarımızı gereği gibi yerine getirmekle somutlaşır.

İnsanları sahip oldukları, temsil ettikleri erdemlerle, niteliklerle tanımlarız.

Hiç kimseyi, hiç bir gerekçeyle ilahlaştıramayız.

Aziz İslamın sınırları dışında kalan bir anacımız olamaz. İçe dönük kişisel eğilimler, kişisel takva yaklaşımı bizleri toplumsal sorumluluklara yabancılaştırmamalıdır.