Yüksek binalar ve altında ezilen insanlık!
Peygamberimiz de bugünleri görürcesine “Dikkat ediniz, gün gelecek insanlar yüksek bina yapmakta birbiriyle yarış edecekler.” Kıyamet alametleri sorulduğunda da: “ Binalar yükselip heva-i hevese uyulduğunda, binalar ve zinalar çoğaldığında…” buyurmuşlar.
20/12/2012 - 11:50

Kuran-ı Kerim'e dikkatle bakılırsa her peygamberin toplumsal bir probleme, sapkınlığa, erozyona ve istismara karşı başkaldırdığını görebilirsiniz. Peygamberler 'yaygın ahlaksızlığın' her türlüsüyle mücadele etmişlerdir. Günümüzün aktüalitesi bizi peşinden sürüklememeli. Peygamberlerin daveti, irşadı verdiği mücadeleleri vahyin ışığında değerlendirdiğimizde âyetler bugün nazil olmuş gibi tazeliğini koruyup yolumuzu aydınlatıp bizleri ibret almaya, helak olan kavimlerin düştüğü hata, isyan ve tuğyana düşmemeye çağırıyor. Hele son zamanlarda gazetelerin tam sayfa reklam aldıkları yüksek binalara aşırı rağbeti görünce ister istemez Ad ve Semud kavimlerini Hz. Hud ve Hz. Salih Peygamberleri hatırlamamız gerekiyor. Allah’ın kendilerine bahşettiği zenginliğin kendilerinden kaynaklandığı yanılgısına düşerek, zenginliğin ve kimseye muhtaç olmamanın verdiği duyguyla büyüklük ve kendini beğenmişlik hastalığına tutuldular. İnananları kendileri kadar zengin olmadıkları için küçümsüyor, onlarla dalga geçiyorlardı. Sanatlarına, kuvvetlerine, evlerinin ve kalelerinin sağlamlığına güveniyor, kendilerini azap ve yok olmaktan korur zannediyorlardı. Zorbalıkla, terör ve azgınlıkla geçiniyorlardı. Refahın verdiği şımarıklık ve dünyevileşmeye karşı kendilerini uyaran Hz. Hud'u yalanlıyor, söylenenlere kulak asmıyorlardı. Âd kavminin hikayesi, cenneti dünyada arayan zavallıların acıklı hikayesidir. İnsanlık tarihinde dillere destan olmuş efsanevi İrem Bağları’nın sahibi olan bu uygarlık Ahkaf'ta kurulmuştu. Burası, Arabistan yarı­madasının güneyinde okyanusa paralel Rub'u'l-Hali çölünün alt kıyısı boyunca uzanan ve bugün adına Hadramülmevt (Ölü yeşil) denilen vadide bulunuyordu. Refahın verdiği şımarıklık sonucu Hûd peygamberi dinlemedi ve helake uğradı. Maddi refah ve imkanların şımarttığı bu kavim, dünya nimetlerinden istifade adına her türlü gayreti ortaya koyuyordu. Onlar dünyevi rahatları için her türlü vesileyi meşru görüyordu. Ahlaki değerlerini kaybetmiş bu kavmin bireyleri, kendi rahatları için fakirleri köle gibi çalıştırmaktan ve onlara zulmetmekten çekinmiyorlardı. Her türlü ‘sosyal dengesizlik’ topluma hakim olmuştu. Mutlu ve putlu bir azınlık yüksek binalarda, havuzlu evlerde, bağlar-bahçeler içinde yaşarken fakir ve zayıflar eziliyordu. Ad kavminin bina yapmak maksadıyla dağları oymaları, saraylar inşa etmeleri, muhkem şekilde yükseltmeleri hususunda o kadar ileri gitmişlerdi ki o kavmin zihinlerinde bu binaların onları ölüme, hava tesirlerine (âfetlere) karşı koruyacağı düşüncesi yerleşmişti.Hz. Hud (a.s) azap gelene kadar kavmini binalar konusunda ikaz etmişti. “Sizler ne kadar güçlü ve zengin olduğunuz görünsün diye yüksek yerlere koca binalar kondurarak devamlı yaşayacağınızı mı zannediyorsunuz? Elinize her fırsat geçirdiğinizde, hukuka tecavüz edip zorbalık mı yapacaksınız?” (26 Şuara 128-130) Dünyanın debdebe ve ihtişamına aldanan bu insanlar yaptıkları yüksek binalarla övünürken, alçalan değerlerin insanlığı ne hale getirdiğini düşünemez halde idiler. Ad kavmi, şiddetli ve dehşetli rüzgârla helak oldu. Güçleri, kuvvetleri ve sahip olmakla övünüp durdukları sağlam ve yüksek binaların,evlerin, evlatlarınonlara bir faydası olmamıştı.  

Onlardan arta kalanlar, helak bölgesin­den uzaklaşarak yarımadanın Kuzeyinde, ihtişamlı kaya kentlerin olduğu Hicr diye anılan bölgeye yerleştiler. Semud adıyla anıldılar. Semud 'Ad'ın yaşadığı tecrübeyi yanlış okudu. Ad kavmi, helakini inşaat malzemesinin çürüklüğü­ne bağladı. Kum tepelerinin (Ahkâf) eteğinde bir medeniyet kurduğu için helak olduğunu dü­şündü ve gitti kayalardan kendisine muhteşem şehirler inşa etti. (Kayalara 1700  mağara-şehir oydukları rivayet edilir.) Meseleyi böyle çözdüklerini düşünmüşlerdi. Fakat helak sebebinin yapı malzemesinden değil, insandan kaynaklandığını akıl edemediler. Ve sonunda "kaya gibi sağlam" mekânlarında onlar da helake uğradılar. Fesad ve azgınlığa karşı Hz. Salih’in verdiği mücadele anlatılır Kur’anda. Serveti Allah’a yakınlığın ölçüsü olarak, yoksulluğu da Allah’a uzaklığın ölçüsü olarak gören bir zihniyetle mücadele ettiHz. Salih. Yeryüzünde terör ve aşırılığı, azgınlık ve taşkınlığı yayanlara direndi. O gün yaşananları bugüne taşıyıp yorum yaptığımızda şu soruları sormadan geçemeyiz? Salih (a.s) kavminin aristokratlarıyla kavgalı değil miydi? Zulümlerine karşı dik durmadı mı? Ömrü, had-hudut tanımayan bu azmışları itidal ve istikamete çekme cehd ve gayretiyle geçmedi mi? Ya o izi sürmesi gereken bizlerin bugünkü durumu? Hz. Ömer “Biz, yoklukla, kıtlıkla imtihan olduk kazandık. Varlıkla imtihan olduk, kaybettik” derken ne kadar haklıymış. Kanaatin, sabrın, şükrün kalmadığı, mütevaziliğin, sade hayatın unutulduğu, hayru hasenatın gündemden düştüğü, hırsın, ihtirasın, menfaatin altında ezilen bir ‘insanlık trajedisi’nin yaşandığı bir toplumla iç içeyiz bugün. Tıpkı halimizi resmeden şu âyet gibi “…Yeryüzünde toplumsal çürümeye karşı direnen akıllı ve erdemli kimseler çıkmadı. (kendilerini kurtardığımız bir azınlık dışında) Zulme eğilimli çoğunluksa, ayartıcı dünyevî zevklerin peşine takıldılar ve günaha gömülüp gittiler.” (11Hud 116) Daha önceki ümmetlerden peygamberlerin getirdiğine inanıp tâbi olmayarak kendilerine yazık edenler değişik şekillerde azâba muhâtap olmuşlardır. Nitekim Nûh (a.s.)’ın kavmi tûfanla, Hûd (a.s.)’ın kavmi şiddetli rüzgârla, Sâlih (a.s.)’ın kavmi depremle, İbrâhim (a.s.)’ın kavmi sinekle, Şuayb (a.s.)’ınki ateşle, Lût (a.s.)’ınki ise yerin altını üstüne getirmekle helâk edilmişlerdir. Nitekim Kur’an’da bunlara şöyle işâret edilir: “Onlardan her  birini günahı sebebiyle cezâlandırdık. Kiminin üzerine taşlar savuran rüzgâr gönderdik, kimini korkunç bir ses yakaladı, kimini yerin dibine geçirdik, kimini de suda boğduk.” (29 Ankebut 40) Allah Teâlâ Kur’an-ı Kerîm’de yeryüzünde gezip önceki ümmetlerin akıbetlerinin nice olduğunu araştırmayı, onların hâlinden ibret almayı emreder. Onların güçlü kimseler olmasına rağmen nefislerine zulmettiklerini/kendilerine yazık ettiklerini ifâde buyurur. “Onlar yeryüzünde gezip dolaşmıyorlar mı? Artık kendilerinden öncekilerin nasıl feci bir akıbete uğradıklarını görselerdi. Onlar kendilerinden daha güçlüydü ve yeryüzünde daha derin izler bırakmışlardı. Orayı geçmiştekilerden çok daha fazla mamur ve müreffeh hale getirmişlerdi. Böylelerinin âkibeti, beterin de beteri oldu.”(30 Rûm, 9)

Küstahlığın zirvesine ulaşmış bir refah toplumunda ahlaka davet, makul görülmez. Bunu yapanlar, küçültücü sıfatlarla marjinalleştirilir. Böylece ‘ahlaka davet’ boğulmaya çalışılır, ahlaksızlar rahat eder. Bu ikazı ve daveti yapanlar, lüks ve israf içinde, konfor ve refaha gömülmüşlerin huzurunu bozar, rahatlarını kaçırırlar. Bu dün de böyleydi, bugün de böyle!

Peygamberimiz de bugünleri görürcesine “Dikkat ediniz, gün gelecek insanlar yüksek bina yapmakta birbiriyle yarış edecekler.” Kıyamet alametleri sorulduğunda da: “ Binalar yükselip heva-i hevese uyulduğunda, binalar ve zinalar çoğaldığında…” buyurmuşlar.

Kıyamet hesabı yapıp ölümden kaçmaya çalışanlar, dünyevileşme hastalığına bulaşan muhafazakâr ve dindarlarımız; önce Kur’an-ı Kerim’de ilgili âyetleri tefekkür ve tezekkür ederek okumalar yapmalı, ‘Peygamberler Tarihi’ ve ‘Toplumların helak sebebi’ gibi kitaplarla haşir-neşir olmalı, ibret alıp nefs muhasebesi yapmalı. Vakitleri yoksa Sezai KARAKOÇ’un sadece ‘Tufan’ yazısı bile yeter ibret alanlar için…