TARİHSEL TANIKLIKLAR YAPMAK, TARİHSEL SORUMLULUKLAR ALMAK
Tarihin farkında olmak, bilincinde olmak mücadele ha­linde olmayı gerektirir. İslamcılık dönüştürücü bir değişim talebinin ifadesidir.
28/01/2013 - 14:14

Modern zamanlar boyunca Müslümanlar, Batı uygarlığı karşısında çok ağır, telafi edilmesi çok güç, aşağılayıcı yenil­giler aldılar. Bu yenilgiler sebebiyle bir mağduriyet dili/söyle­mi oluşturuldu. Budil nedeniyle bugün, hayatın her alanında kar­şı karşıya bulunduğumuz aşağılanmalara ilişkin olarak yenilgileri­mizin iç nedenleri üzerinde hiç konuşmuyoruz. Halbuki; mağlupların her şeyden önce mağlubiyetlerinin nedenleri etrafında Kuşatıcı sorgulamalar yapmaları, bu zelil duruma neden/nasıl /nerede düştükleriyle ilgili kendi kendileriyle yüzleşmeleri gerekirdi.

İslam dünyası toplumlarında 13-16 yüzyıllar arasında bir durgunluk dönemine girildiğine ilişkin pek çok tezahürler ortaya çıkmıştır. Kimi yorumcular çöküş nedenleri arasında Gazali'nin geleneği, mutlaklaştırmasını; kimi yorumcular Bağdat’ın Hülagu tara­fından yıkıma uğratılmasını çöküş nedenleri arasında sayarlar. Çö­küş nedenleriyle ilgili kuskusuz en önemli tezahür akılcı yaklaşım­ların hafife alınmasıyla ortaya çıkmıştır.  Bu dönemden itibaren İslam medeniyeti ufku/ iklimi/ortamı içerisinde farklı ilgi/sorumlu­luk ve üretkenlik alanları terk edilerek, yalnızca dini düşünceyle sınırlı çalışmalar yapılmıştır. İlahi Vahyi referans kaynağı olarak alan akıl ve içtihad bütünlüğü bozulmuştur.

Biz Müslümanların, İslam tarihini siyasal ya da askeri tarihten, savaşlar tarihinden ibaret sayan, bu nedenle de entelek­tüel tarihle hiç ilgilenmeyen olumsuz bir geleneğimiz var. Bu gele­nek, entelektüel dünyayı, siyasal dünyadan uzaklaştırmıştır. İslam toplumlarında durgunluk dönemleriyle birlikte bilgi/ bilim/fikir/yöntem üretmek, özgün eserler vermek yerine, daha önce üretilen me­tinleri yorumlamak, tekrar etmek gibi kolaycı bir bağlama geçilmiş oldu. Biçimsel bağlama indirgenen bir fıkıh algısı oluşturuldu. Entelektüel durgunlukla birlikte İslam milleti/medeniyeti bütünü içerisinde ortaya çıkan siyasal rekabetler, parçalanmalar, karşıt­lıklar, kültürel bütünlüğün parçalanması, İslami bünyeyi dış etkiler karşısında dirençsiz hale getirdi. 15 nci yüzyıl sonlarına doğru, Yeni Dünya'nın keşfi ile birlikte dünya yeniden biçimlenmeye başladı. Yeni Dünya'nın keşfi ile birlikte yeni süreç­ler, daha çok kaynağa, daha çok zenginliğe sahip olmak anlamı­na geliyordu. Bu zenginlikle birlikte Batı'da bilimsel araştır­malar yoğunlaştırıldı, kesinlikler siyasal güce dönüştürül­dü. Bu tarihten itibaren İslam toplumları refah üretmek yeri­ne, refah tüketmeye; bilim üretmek yerine, daha önce üretilen bilimleri tüketmeye başladılar. 16 ncı yüzyılda Avrupa her alanda sömürgeci bir güç olarak tarihe müdahale etmeye başladı 17 nci yüzyıl başlarında Avrupa'da her krallık, her prenslik bilim/sanat/kültür/edebiyat/fikir adamlarını korumak, finanse etmek, çabalarına destek olmak amacıyla pek çok vakıf-kurum-enstitü-akademi oluşturdu. Daha çok bilgi/bilim/fikir/kültür ve zenginlik üreten ülkeler, kuşkusuz hiç bir şey üretmeyen yalnızca ithal eden ülkeleri bir biçimde etki altına alacak ve sömürge durumuna getirecekti, İslam toplumları sözünü ettiğimiz dönemler boyunca ve halen logaritmik bir hızla büyüyen bilimsel/kültürel gelişmeler karşısında; tarihsel tanıklıklar yapmayı, tarihsel sorumluluklar almayı başaramadılar. İslami ilgi, dikkat, eğitim, düşünce, kültür İslamın ilk dönemleriy­le sınırlı uygulamalara indirgendi.

Tarihsel gerçekleri, altüst oluşları, tarihsel değişin dönüşüm hareketlerini, bunların tarihsel etkilerini dikkate almayan; siyasal etkinliklerden ve sorumluluklardan uzaklaşa­rak kendi içine kapanan İslami entelektüel hayat, etrafında oluşan yenidünya karşısında alternatif üretme yeteneğini kay­betmiştir. Ekonomi güdümle düşünme/yaşama/ilişki kurma biçimi­nin egemen olduğu bir güvensizlik çağında, Müslümanlar olarak genel geçer görüşlerin sınırlarını aşarak, dış etkilerden ba­ğımsız bir İslami girişim başlatamıyoruz.  Özgün bir geçmiş tanımı yapamadığımız için, zamanın dışında yaşayan bir ütopyacılığa sığınıyoruz. Tarihsel olaylar karsısında pasif izle­yiciler olarak kalmaya devam edemeyiz.

Tarihin farkında olmak, bilincinde olmak mücadele ha­linde olmayı gerektirir. İslamcılık dönüştürücü bir değişim talebinin ifadesidir.

Modern-seküler-liberal gerçeklik karşısında İslami cemaatler, cemaat liderleri, partiler, parti liderleri mutlak bir edilgenlik durumu yaşıyor. Bilincimizi bugünün acımasız ger­çekliğine açmaya cesaret edemiyor, kendi zamanımızı yansıtabile­cek, kendi zamanımızı dönüştürebilecek bir dil/irade oluşturamıyoruz. Kendilerini izlediğimizi iddia ettiğimiz, mezhep imamla­rımızın mücadelelerini/eylemlerini/tavır ve tarzlarını, muhale­fet bilinçlerini hiç bir biçimde bugüne, kendi tercihlerimize yansıtamıyoruz. Mezhep imamlarına yönelik bağlılıklarımızın sözde bir bağlılıktan öteye geçmediğini görüyoruz. Mezhep imamları kendi dönemlerinde zihinsel/ilmi bağımsızlıkları­nı koruyabilmek adına, İslami iktidarlarla asla uzlaşmadılar. BunedenleEbu Hanife hapishanede öldü. İmam Malik yediği dayak sebebiyle felç oldu.Ahmet Bin Hanbel işkencelere maruz kaldı. İmam Şafi zincire vurularak Yemen'den Bağdat'a getirildi. Bu­gün büyük bir mezhep asabiyetiyle bu imamları izlediklerini iddia edebilen cemaat liderleri, cemaat çıkarlarını büyütmek için açık­ça İsrail'le, Amerika’yla işbirliği yapabiliyor. Amerika ve İsra­il tarafından öğütlenen/önerilen ılımlı/pasif/hoşgörülü bir İslam temsil edebiliyor.

Modern sanayi uygarlığı bütünüyle yapay bir dünya oluş­turdu. İletişim devriminin yaşandığı bir çağda insanlar arasında gerçek iletişim kurulamıyor. Günümüzde her şey sayılardan ibaret! Bütün toplumlarda nitelikler hızla azalırken, nicelikler hızla çoğalıyor. Her şeye o kadar alıştık, her şeyle o kadar bütünleştik ki; içerisinde yaşadığımız sekülerdünyadan, seküler sis­temden rahatsızlık duymuyoruz. Başka bir düzenin, İslami bir dü­zenin/dünyanın mümkün olup olmadığını düşünme ihtiyacı bile duy­muyoruz.

Yeni bir varoluş tarzı/ufku/iklimi oluşturmalıyız. Düşünme tarzımızda yapısal bir değişime cesaret edebilmeliyiz. Bizler farkına varmadan, bizleri her alanda kontrol eden, biçimlendiren hizaya sokan bir sistem içerisinde yaşadığımız halde radikal he­saplaşmalara, yönelemiyoruz.

Eleştirel gözlere, eleştirel zihinlere sahip değiliz.

Dini hayat, İslami cemaatler, gruplar, hizipler, oluşum­lar;romantik atavizmle, köy primitivizmiyle bütünleşmiş bulunu­yor. Modern/seküler/ liberal meydan okumalar karşısında entelek­tüel yanıtlar oluşturamadığımız gibi, İslami alternatifler de geliştiremiyoruz. Günümüzde, acımasız Batıcılar karşısında, ılımlı-hoşgörülü-teslimiyetçi reformistler gündemi ele geçirmeye çalışı­yor. Literalist  Vahhabilik, Selefilik kaba-bağnazyeni bir tarzoluşturuyor, mezhep karşıtlığı temelinde kendisini meşrulaştır­maya çalışıyor. Düşsel idealizmlerimiz bugünün zalim gerçekliği karşısında hiç bir şey ifade etmiyor.  Bugünün tarihine, şimdiki, çağa damgasını vurabilecek, küresel gündemi etkileyebilecek, sar­sabilecek düşünce, kültür, dava adamlarına sahip değiliz, Bunun içindir ki;sorunlarımızı bile tanımlayamıyoruz. Ümmetin beklentilerini, ihtiyaçlarını, umutlarını karşılaya­bilecek bir düşünce hareketi oluşturamıyoruz. Entelektüel bir projeye sahip değiliz.

Romantik zihinlerin ütopyacılıklarıyla oyalanıyor, avutu­luyoruz..

Aziz İslam'amodern-seküler bilimin izin verdiği ölçüde, izin verdiği alanda, sınırları seküler düşünce tarafından belir­lenen kısmi bir özgürlük tanınıyor. Batı aydınlanması karşısında eleştirel bir ufuk, eleştirel bir bilinç inşa edemiyoruz. İslami, tevhidi duyarlılığımızı, Ümmet hassasiyetimizi güçlü, tam oktavlı onurlu bir sesedönüştüremiyoruz. Aydınlanma aklı, mutlak'ı reddettiğinden beri, modern aşırı akıl yeni bir mutlak bulamadı. Bilim gibi, sanat gibi,ideoloji gibi sahte mutlaklar icat etti. Aşkınlığın kaybı ile başlayan tarihsel kırılma bugün de sürüyor. Bu kırılma har alanda çok büyük bir belirsizlik/boşluk oluşturu­yor,

Modern-seküler-liberal toplumların kendilerine özgü bir tarzları, üslupları, dünya görüşleri ve hayat tarzları var. Bu durum, bu toplumlar için normal bir durumdur. Ancak, modern-seküler-liberal dünyaya öykünen, bu dünyayı taklit eden İslam top­lumlarının sözünü ettiğimiz öykünmeci/taklitçi tercihleri anor­mal bir durumdur. Öykünmeci, taklitçi tercihler sahte varoluşlar oluşturarak insanları nihilizme sürüklüyor.

Yabancı varoluşlar yaşıyoruz.

Müslümanlar olarak her alanda emperyalist sistemin kontrolü altında bulunuyoruz. Hiç bir biçimde laikliği tehdit etmeyecek, çarpıtılmış bir İslami biçimi temsil etmemiz isteniyor, İslam ve Müslümanlar'la ilgili aşırı basitleştirmeler çoğalıyor. Bu durumda, gerçek dünyayı anlamak, çözümlemek, gerçek dünyaya yönelik eleştiriler yapmak durumundayız.

Anlamak, sormakla başlar.

Bugünün dünyasına yeni bir ufuk, yeni bir perspektif sunabilmeliyiz

İslami sorumluluklarımızı, ilgilerimizi; bireysel hayatlarımıza yönelik konularla sınırlandıramayız. Siyasal ve toplumsal konular etrafında yeni bir hassasiyet zeminine ihtiyacımız var. Toplumlarımızda, milliyetçiliklerin, mezhepçiliklerin, hizipçiliklerin zehirlediği, kirlettiği, kısırlaştırdığı yeni bir bağnazlık, yeni bir aşırılık, yeni bir kültür oluşuyor. Ümmet yaklaşımını maalesef terk ediyoruz. Temel inançlarımız, ilkelerimiz, değerlerinizle gümüz deki uygulamalar arasında derin çelişkiler oluşuyor.

Modern-seküler-liberal dünya görüşü insanları kitleye dönüştürüyor, her şeyi bir şekilde manipüle ediyor.  Bu dünya görüşünün yabancılaştırıcı, kişiliksizleştirici, şeyleştirici etkilerini her alanda görmek mümkün. Her yerde manipülatif bir dil ve söylemle karşı karşıya bulunduğumuz için büyüyen/yoğunlaşan/derinleşen insani trajedileri gereği gibi yorumlayamıyor, değerlendiremiyoruz. Küresel jeopolitik bu defa Suriye'yi yaşanılabilir bir ülke olmaktan çıkarıyor, Suriye'nin çöküşünü/tükenişini seyrediyor.  Jeopolitik rekabetler sebebiyle Suriye'nin iç savaş yoluyla çökertilmesi, Suriye'nin stratejik önemini yitirmesi amaçlanıyor.  Suriye'yi özgürleştirmek isteyenler, Suriye'ye "demokrasi" götürmek isteyenler Suriye’yi yok ediyor.

Nerede, hangi amaçlarla yapılıyor olursa olsun, dışarıdan dayatılan sınırlamaların olduğu yerde özgürlükten söz edilemez İthal edilmiş Örgütlenme biçimleriyle, ithal edilmiş referans sistemleriyle hiç bir mücadeleden sonuç alınamaz, hiç bir "devrim" gerçekleştirilemez.