ZİHİNLERİMİZE VURULMUŞ SÖMÜRGECİ PRANGALARI PARAMPARÇA ETMEDİKÇE HİÇ BİR ŞEY İYİ OLMAYACAK
“Aziz İslam'ı keşif/ilham/sezgiden ibaret ruhani bir akım gibi takdim etmeye çalışmak, İslam'a yapılmış en büyük ihanet olacaktır.”

“Nerede olursa ol­sun özgürlük için bütün imkânlarımızı, gerektiğinde hayatlarımızı ortaya koyarak mücadele etmemiz gerekir.”

“Fikirlerimiz, düşüncelerimiz, inançlarımız sadece zihinlerimizde değil, kalbinizde, ruhumuzda, davranışlarımızda, ahlakımızda, eylemlerimizde, toplumsal/siyasal ilişkilerimiz­de yaşamak üzere vardır.”

19/02/2013 - 11:31

 

Modern zamanlar boyunca, İslam toplumlarında yaşanan tarihin aklı yoktu, İslami bir yönü yoktu. Toplumlarımız sömürgeci tarihin aklına maruz kaldıkları için, putkırıcı düşünceler, putkırıcı düşünürler üretemediler. Zihinlerimizin kolonyalist düşünce tarafından erozyona uğratıldığı günden bu güne kadar, bağımsız iradeye sahip, üretken özneler yetiştirmeyi başaramadık. Tarihsel sorumluluklar alabilecek öznelerin oluşturacağı kolektif bilince sahip olmadığımız için, hepimiz koşulların, konjonktürün, statükoların ürünü haline geldik. Koşulların ürünü olduğumuz için, gerçekleştirmek istediğimiz İslami amaçlarımız yok. Küçük, kısmi, biçimsel, yüzeysel İslami özgürlüklerle yetiniyoruz, özne üretmek yerine, kalabalıklar, sürüler üreten bir geleneğimiz var.
 
Modern barbarlık "uygarlık" ve "demokrasi" maskesi altında yürüyüşünü sürdürüyor. İyi ile kötü kavramlarının çok bulanık bir hale geldiği bir dönelden geçtiğimiz için, daha çok haysiyetsiz tiranların sesini/sözünü duyuyoruz. Sağcı, gelenekçi, görenekçi, hoşgörücü dini unsurlar; haysiyetli mağdurlar, haysiyetli direnişçiler ile birlikte görünmekten, onlarla dayanışma içerisine girmekten korkuyor. Avrupa Aydınlanması tarafından yürütülen paradigma savaşlarını kaybettiğimiz günden bu yana, her durumda Aydınlanma Aklının/mantığının/yorumlarının onayını alma ihtiyacı duyuyoruz. Avrupa Aydınlanmasının her tür tahakkümü meşrulaştıran bir iktidar ve güç mantığı oluşturduğunu unutuyoruz.
 
Aydınlanma düşünürleri evrenselleştirmeye çalıştıkları, özgürlükçü retoriğe rağmen, köleliğe teoride karşı çınarken, pratikte kölelik karşısında sessiz kaldılar. Avrupa’da, köleler evcil hayvan muamelesine tabi tutuldular, mal gibi alınıp satıldılar, insanlıkdışı konumlara mahkûm edildiler. Özgürlükçü Aydınlanma düşünürleri kendi ırkçılıklarını mazur görebilecek yol ve yöntemlere başvurmaktan geri durmadılar. Avrupa'da, Amerika'da kölelik insani/vicdani/ahlaki gerekçelerle değil, Saint-Dominque (1794) örneğinde de görülebileceği üzere, kölelerin muhteşem özgürlük mücadeleleri ve örgütlü isyanları sebebiyle yürürlükten kaldırılmıştır. Bu isyanlara katılanlar arasında Müslüman kölelerde vardır.
 
Günümüzde, zihinlerimizi/hayatlarımızı mütehakkim modern-seküler uygarlık şekillendiriyor. Milliyetçiliklerin siyasallaştırılması, halkların etnik terimlerle tanımlanması, organik ulus, organik devlet anlayışının icat edilmesi, teketnisiteli yapılar oluşturma girişimleri insanlık dışı bir dün ya oluşturdu. Aziz İslam’ın mütehakkim bir kültür tarafından tanımlandığı, sınırlandırıldığı, yönlendirildiği, etkisizleştirildiği bir dünyada, Müslümanların kendilerini özgür hisset meleri kadar korkunç bir yanılsama olamaz. Hangi nedenlerle olursa olsu; bağımlılığı kabul etmek, başkalarının mülkü ol­mak demektir.
 
Boyun eğerek, yalan söyleyerek, ikiyüzlülük, çokyüzlülük yaparak, maske kullanarak, mütehakkimlerin dilini kul­lanarak yaşamak, yaşamak değildir. Bu tür bir yaşamak sürekli aşağılanma ve alçalmışlık içerisinde yaşamaktır. Günümüzde insanlığı kategorize eden yapısal ırkçılık, Müslüman hayatla­rı değersizleştirmeye devam ediyor. Bizler, böyle bir dünya­da, İslamın düşmanlarından, Müslümanlar için adalet ve merhamet talep ediyoruz. Hayatın, toplumun, tarihin içerisinde karşılığı olmayan, böyle olduğu halde bütün halklara dayatılan soyut felsefi ilkeler karşısında i3İami bağımsızlık bilincini yükseltemiyoruz. Dışlayıcı, ırkçı kavramlarla evrenselci bir yaklaşım oluşturulamayacağını hatırlamıyoruz. Tarihin bu son döneminde, Müslümanlar olarak niçin hiç bir ağırlığa sahip ol­madığımız üzerinde düşünmüyoruz. Hiç bir tarihsel olaya/soru­na müdahale edebilecek bir güce sahip değiliz.
 
İçerisinde yaşadığımız yüzyılın gerçeklerine nüfuz edebilecek, bu gerçekleri doğru tanımlayabilecek, bu gerçek­leri aşmak ve kendi gerçekliğimizi oluşturmak üzere, yeni bir dil, düşünce, pratik, dünya/ahiret görüşü inşa etmek üzere kuşatıcı bir irade oluşturmak zorundayız. Bunun için her tür korkuyu aşmak ve bilincimizi bilemek durumundayız.
 
İnandırıcı umutlara bağlanmalıyız.
 
İnançlarımız, düşüncelerimiz ve pratiklerimiz arasındaki çelişkileri ortadan kaldırmalıyız.
 
İdeolojik illüzyonlar da, batini illüzyonlar da hor durum­da körleşmeye neden olur.
 
Libidinal bencillikler ve tüketimin kölesi olmaktan daha büyük bir düşüş olamaz.
 
Hayatımıza sorumlu akıl, sorumlu düşünce, sorumlu duruş yoluyla derin, anlamlar ve içerikler kazandırabiliriz. Çıkar yaklaşımlarından, ilişkilerinden feragat edebilseydik, İslamın bütüncül amaçları için daha güçlü temellere sahip olabilecektik Mezhep asabiyeti, etnik: asabiyet gibi aşırılıkları, çatışma ve nefretleri aşamayan bir ahlak/kültür hiç bir şekilde hiç bir sorunu aşamaz. Böyle bir kültürden/ahlaktan İslam ümmeti adına bir gelecek beklenemez. Batı dünyasının entelektüel ve akademik hegemonyasının zihinsel köleleri olarak yaşadığımız bir dönemde bütün sorunlarımızı çözümlemiş gibi davranmaya devam edemeyiz.
 
İnançlarımızı, düşüncelerimizi küresel çerçeveyi etkile­yebilecek şekilde özgürleştiremediğimiz takdirde, modernliğin barbarlığı karşısında sessiz kalmaya devam edeceğiz. Hem gele­neksel dünyaya yönelik olarak, hem de modern-seküler dünyaya yönelik olarak çok güçlü hesaplaşmalar yapmadığımız takdirde, neoliberal kuşatmayı aşamayız.
 
Modern tarih tarafından tarihsizleştirilen halkların, toplumların; kendi kendilerini yönetme yeteneğine sahip olmadıkları düşünüldüğü için, bu toplumlara savaşlar/işgaller/katliamlar yoluyla "demokrasiler" dayatılıyor. Ortadoğu'da "devrim" den söz edenler, Ortadoğu'da hiç bir ülkede yapısal sorunların değişmediğini, güç dengelerinin değişmediğini hatırlamıyor.Ortadoğu'da her şey maalesef pragmatizm ve oportünizmden ibarettir. Emperyalist amaçlarla yazılan modern tarihin, ideolojik ve ırkçı maskeler halinde kullanılan modern kavramları hayatımız üzerinde dönüştürücü etkiler uyandırabiliyor. Bu kavramlara karşı bağımsız olmayı başaramadığımız için medya tarafından üretilen "gerçek"leri gerçek sanıyoruz.   Kültürel anlamda bir "inziva" hayatı yaşıyoruz. Ne teknoloji üretebiliyoruz, ne düşünce, ne kültürne irfan, ne bilgelik üretebiliyoruz. Hiç bir alanda bir direniş göstermeksizin, kokuşmuş bir konformizm içerisinde bütün dayatmaları kabullenmiş durumdayız.
 
Zihinlerimize vurulmuş sömürgeci prangaları param­parça etmedikçe hiç bir şey iyi olmayacak, hiç bir umut gerçekleşmeyecek. Koşullara boyun eğmek, yapabileceğimiz bir şey yok, yalnızca dua edelim demek, köleliğe razı olmak denektir. Köleliğe razı olmak demek hiç kimse olarak yaşa­mak demektir. Üretmek özgürlükle ilgilidir; taklit etmek, kopyalamak ise boyun eğmekle ilgilidir.
 
Hıristiyan dünyasının oluşturduğu ve bütün dünyaya dayattığı, askeri yöntemlerle kabul ettirdiği evrensel ta­rihi çerçeveye asla mecbur ve mahkûm olmadığımızı bir kez daha hatırlatmak/hatırlamak gerekir. Sözünü ettiğimiz tarih sekülerizm temelinde oluşturulmuş/icat edilmiş bir tarihtir. Bugün de, İslam dünyası toplumlarına dayatılan "demokrasiler askeri bir proje olarak düşünülmüştür.
 
Bağımlılığı boyun eğmek zorunda kaldığımız bir keder gibi görmemeliyiz.
 
Atalet ve meskenet içerisinde sürdürülen varoluşla­rın İslami anlamda bir değeri olamaz.
 
Tarihin ideolojik ve ırkçı amaçlar doğrultusunda şekillendirildiği bir dönemde, hiç bir kültürel ırkçılığa tahammül etmek zorunda değiliz.
 
İnandıklarımızı ve düşündüklerimizi yüksek sesle ifade etmekten kaçınmamalıyız.
 
İslamcılık düşüncesi, İslam’ın bir bütün halinde tarihe kazandırılması, bir bütünlük içerisinde özgürleştirilmesi için her alanda yürütülmesi gereken bir mücadele biçimini içerir. İslamcılık mücadelesini yalnızca politik bir ideoloji gibi algılayanlar, İslamcılığı böyle takdim etmeye çalışanlar, kolonyalist etkilere maruz kaldıkları için böyle düşünüyor. İslamcılığı politik bir klişe olarak görmek kadar büyük bir sapkınlık olamaz.
 
İslamcılık bir iktidar projesi değil, bir özgürlük projesidir.
 
Aziz İslam'ı keşif/ilham/sezgiden ibaret ruhani bir akım gibi takdim etmeye çalışmak, İslam'a yapılmış en büyük ihanet olacaktır.
 
Etnik mutlakçılıkla, mezhepçi mutlakçılıkla, cemaatçi mutlakçılıkla hiç bir şekilde ve hiç bir zaman bir Ümmet ik­limi veharitası oluşturamayacağımızı artık fark etmeliyiz. Bu tür mutlakçılıklarla evrenselci değerler inşa edil edilmeyeceği gibi, insanlıkla da etkileşim içerisine girilemez.  Bunun içindir ki; bugün, Ümmet'i oluşturması gereken unsurlar ara­sında gerçek bir iletişim yoktur.
 
Zihinsel sömürge durumunda oluşumuz, İslami dile/söyleme hukuka/siyasete özgürlük kazandıramayışımızın sorumlusu yal­nızca kolonyalistler değil; bunun sorumluluğu daha çok, takküm üreten dilin baskısı altında, bu baskıyı içselleştirerek yaşamaya devam edebilen biz Müslümanlarız. Nerede olursa ol­sun özgürlük için bütün imkânlarımızı, gerektiğinde hayatlarımızı ortaya koyarak mücadele etmemiz gerekir.
 
Bağımlı olmak demek, bir özne iradeden yoksun olmak, yalnızca bir "şey" olmak, "eşya" olmak demektir. Bağımlı ol­mak demek bir başkası için, bir başkası adına var olmak, bir başkasının iradeci doğrultusunda hareket etmek demektir. Ba­ğımlı olan bireyler ve toplumlar nerede durduklarını, nerede ve nasıl durmaları gerektiğini, hangi yönde yol almaları ge­rektiğini bilemezler. Statükolara ve konformizme kölece bağımlılığı bir gelenek haline dönüştüren Nurculuk ve Neonurculuk örneğinde görülebileceği üzere, Siyonist ve Evangelist tiranlıklar karşısında hiç bir şey yapılamayacağını, yalnızca "dua etmek ve ağlamak" tan ibaret bir tavır takınılması gerektiğini söylemek, tarihte bir benzeri görülmemiş ve benzeri, asla yaşanmamış bir düşüş/acziyet/zillet ifadesidir. Elverişli koşullar oluşuncaya kadar İslami sorumlulukları ertelemek çok ucuz, çok bayağı bir mazerete sığınmak anlamı taşır.
 
Fikirlerimiz, düşüncelerimiz, inançlarımız sadece zihinlerimizde değil, kalbinizde, ruhumuzda, davranışlarımızda, ahlakımızda, eylemlerimizde, toplumsal/siyasal ilişkilerimiz­de yaşamak üzere vardır.