ZİHİNSEL BİR KADAVRA GİBİ YAŞAYAMAYIZ
Biz Müslümanlar, Selman-ı Fârisi gibi kendimizi, İslamın oğulları ve kızları olarak tanımlayamıyoruz.
19/03/2013 - 14:43

 

İslam dünyası toplumlarında,  İslami düşünce hayatı, modern-seküler zamanlar boyunca tahakküm üreten kolonyalist dil/söylem/ideoloji/kavram ve kurumlar karşısında entelektü­el bir yetersizlik ve niteliksizlik sergiledi. Modern/seküler emperyal dil ve söylem; kendi ilkeleriyle birlikte, arzu ve ihtiraslarını toplumlarımıza sömürgecilik yoluyla dayattı. Bu dayatma karşısında düşünce ve kültür hayatımız İslami bağ­lamda sistematik bir eleştiri ve yorum üretemedi, direniş gerçekleştiremedi. Hepimiz içerisinde yaşadığımız toplumlarda kültürel yabancı haline getirildik. Bugün, halen, modern se­küler zamanların gerçekleri/yapıları karşısında açıkça bir tıkanma durumu yaşıyoruz. İslam toplumlarını doğrudan ilgilendiren merkezi/hayati sorunlar karşısında, ne yazık ki sessizli­ğimizi koruyoruz.
 
Emperyal-küresel etkiler karşısında yaralayıcı, inci­tici bir savunmasızlık içerisinde bulunuyoruz. Yaşadığımız bütün felaketlerin kaynağında emperyalist etkiler arayan Garbiyatçı bir mantığa sahip olduğumuz için/kendi zaaflarımızı tartışmıyoruz. Zihinsel çatışma ve karmaşayı aşma liyakati gösteremiyoruz.
 
Zamanı biçimlendirmesi gereken İslam, günümüzde zaman tarafından şekillendiriliyor, zaman tarafından tanımlandırı­lıyor, konumlandırılıyor. İslam toplumlarında yaşanan değişin hareketleri, ayaklanmalar, isyanlar emperyal statükonun bek­lentileri, sınırları, dili ve mantığı doğrultusunda yol alabiliyor. Arap toplumları arasında derin parçalanmalar, derin istikrarsızlıklar yaşanıyor. Bu durum İsrail'in daha da güçlenmesine yol açıyor. Eleştirel güce/bilince sahip bir ufkumuz ve dilimiz olmadığı için, Libya ve Suriye'de yaşanan iç savaşlarda emperyalizmin, emperyalist politikaların yanın­da yer alabiliyoruz. Özellikle Ortadoğu'da yaşanan gelişme­lerle ilgili olarak ahmaklık derecesinde düşsel ve romantik bir dil kullanıyoruz, yaklaşım sergiliyoruz.
 
Ortadoğu'da yaşanan gelişmelerle ilgili olarak, medya tarafından üretilen sansasyonel ayrıntılar, sansasyonel öyküler ve spekülasyonlar üzerinde tartışmalar yapıyoruz. Medya'nın temel insanlık sorunlarıyla ilgilenmediğini unutuyoruz. Küresel gerçekliği anlamaya çalışmıyoruz. “Demokrasi” maskesi altında sürdürülen haçlı seferlerini analiz etmiyoruz. İdeolojik savaşların bütün yoğunluğuyla sürdüğünü fark etmiyoruz.
 
Emperyal statüko ila hesaplaşamıyoruz, bu statükonun kav ramlarını reddedemiyoruz. Ortadoğu ayaklanmaları; yerel tiranları değiştirirken, emperyal statükonun kavram ve kurumlar karcısında eleştirel bir ima'da bile bulunamıyor.  Aziz İslam'a bir bütün halinde sahip çıkamıyoruz.  Aziz İslam ve Aziz Kur'an ya ahlaki rehberlikle sınırlı olarak, ya da metafizik konusu ila sınırlı olarak değerlendirilebiliyor.  Kur'an aklıyla düşünmediğimiz,  Kur'an aklıyla görmediğimiz ve yaşamadığımız için Kur'an-ı Kerim’in temel ilkelerinin evrensel ve ebedi bağlamda geçerli olabileceğini kanıtlayabilecek bir bilince, ufka ve çözümleme­ye bir türlü ulaşamıyoruz.  İslam'ı, yerel/geleneksel aklın sınır­ları içerisinde temsil etmeye çalıştığımız için suçluyuz. Yerel akıl, sıradan gündelik hayatın kaygılarını, ilgilerini aşmayı başaramıyor.
 
Biz Müslümanlar, Selman-ı Fârisi gibi kendimizi, İslamın oğulları ve kızları olarak tanımlayamıyoruz.
 
Sahih bir bilinci somutlaştırmadığımız için, hiç bir ırkın, rengin, değer ölçütü olarak ele alınmaması gerektiğini, İslamın bütün insanlık için olduğunu hatırlamıyoruz. Irkçılık, mezhepçilik bir putçuluk haline geliyor. Bir ırka ya da mezhebe tapmak demek, başkalarına hayat hakkı tanımamak demektir.
 
Aziz İslam, gerçek bir eylem devriminin adıdır.
 
Kur'an-ı Kerime dayalı temel, entelektüel referansları özgürleştirmediğimiz takdirde, hiç bir "devrim" den asla söz edemeyiz. Güçlü, etkili, bilinçli bir varoluş; tarihin, zamanın farkına vararak başlar.  Bilinçli bir varoluş; evrensel aklın rehberliğinde, etki kaynaklarını, alanlarını ve araçlarını çoğal tarak, yeni boyutlar bularak, içimizdeki ve dışımızdaki yaratı­lışı tefekkür ederek, radikal bir değişim için sıra dışı nitelik­li kadrolar, üretken entelektüeller yetiştirmek suretiyle baş­lar.  Derin düşünmeyen, üretmeyen, sorumluluk almayan insan hiç yaşamamış gibidir. İnsan kendisini çoğaltarak, yeni başlangıçlar yaparak, üreterek, kendisine büyük sorular yönel­terek, gündelik sınırları aşabilir. Düşünme ve üretme yetene­ğine sahip olmayan insan için, her şeye boyun eğmekten başka bir yol yoktur. Dünyevi, maddi korkuların baskısı altında ya­şamak, yaşamak değildir. Her türlü korkuyu aştığımızda ancak özgür olabiliriz.
 
Kendisiyle ilgili tercihleri, kararları bir başka­sına, taklit ettiği bir otoriteye bırakan insan, kendisine sa­hip olmadığı için böyle hareket eder. Kar ve zarar kaygıları­nın belirleyici olduğu bir hayat, hayat değildir. Bireylere ya da toplumlara zorla dayatılan, zorla kabul ettirilen fikirler ahlaki olamaz. İslami kimlik ancak, eylemle tamamlanabilir. Yaratılış amaçlarıyla bağdaşmayan konularla, sorularla, soyut spekülasyonlarla ilgilenmek yerine, sorumlu tutulduğumuz konularla, alanlarla ilgilenmeliyiz.
 
Piyasanın, paranın, bireyciliğin sınırsız saltanatı karşısında, içerisinde yaşamakta bulunduğumuz ürküntü veren sıradanlıkları terk etmeliyiz. İçerisinde yaşadığımız zamanın merkezi sorunlarımın farkına varabilmeliyiz. Gerçekleştiril­mesi mümkün olan sorumlulukları üstlenmek konusunda asla tered­düt etmemeliyiz. İma’ın dışa dönük tezahürleri üzerinde yoğun­laşarak, toplumun ilahi değerler doğrultusunda dönüştürülmesi mücadelesi her an gündemimizde olmalı. Züht dünyadan uzaklaşa­rak değil, dünyevi kirliliklerden, bayağılıklardan uzaklaşarak elde edilebilir.
 
Günümüzde temel İslami referanslarla, yaşamakta bulun­duğumuz hayatlar arasında büyük çelişkiler, derin uçurumlar var.  Gönüllerinizde İslami yaşattığımızı sanırken, kafalarımızda kapitalist arzuları büyütüyoruz.  Bu çelişkileri aşabilmek için, bütün varlığımızla düşünmeli, bütün varlığımızla kendimizi uyar malıyız. İslami referansları özgürleştirmeyi, bu yolda bir mü­cadele vermeyi düşünmeksizin yaşamak, nesneler gibi yaşamayı seçmek demektir. Kendimizi değiştirmeden, değişim talep edeme­yiz. Bir zihniyet değişimi yaşamadan statükoları değiştiremeyiz. Statükoları değiştirmek, temel sorunlarımız etrafında ortak bir irade oluşturmak suretiyle gündeme taşınabilir. İnsan’ı köleliğe, pasifizme, teslimiyetçiliğe, konformizme sevk eden her yaklaşım sorgulanarak reddedilmelidir.
 
Zihinsel bir kadavra gibi yaşamaya mahkûm olmaktan daha kötü, daha aşağılık bir konum olamaz. İslam'ın, iman'ın dışa dönük, toplumsal hayata dönük tezahürlerini gerçek kılmak gibi onurlu bir sorumluluğumuz olmalı.
 
Emperyal-modern-seküler dünya kendi değer sistemini mutlaklaştırarak, farklı değer sistemlerine hayat hakkı tanımıyor. Bu nedenledir ki, Batı dünyası, İslam toplumlarını, halklarını, kültürlerini olumsuz bir kaç klişeye indirgiyor. İnsani toplumsallıklar, ahlaki toplumsallıklar birer birer kayboluyor. Piyasa, hayatın bütün boyutlarını kontrol ediyor dönüştürüyor. Piyasa sorumsuz bir güç olarak hükümranlığın sürdürüyor. Kitlelerin algıları, piyasanın talepleri doğrul tuşunda yönlendiriliyor.  Piyasa, iletişimi de istediği yönde şekillendirebiliyor. Maddi çıkar mülahazalarının tayin edici olduğu bir dünya’da, bir değer mücadelesi kaygısı taşıyanlar birer birer sahneden çekiliyor. Düşünsel yoğunlukları, derinlikleri ihmal ettiğimizde, her alanda büyük bir kısırlaşma yaşanıyor. Taklit'e dayalı klişeler, gerçekliği gereği gibi görmemizi engelliyor. Her alanda dramatik bir erozyon, zihinsel/ruhsal bir gevşeklik yaşanıyor. Yeni zamanları dikkate almayan, pasif, demode bir dil ve yaklaşımla, ancak geleneklerin gereği yerine getirilebiliyor.
 
Ufuklarımızı değiştirmek zorundayız.
 
Gerçeklikten uzak bir yaklaşımla kamuoyunu değiştirmek ve harekete geçirmek mümkün olamaz. Gerçekçi olmak demek İslami ideallerden uzaklaşmak anlamına gelmez. Bir fikri, bir dava'yı, bir düşünce'yi, bir mesajı somutlaştırarak temsil etmek için, bütüne yönelik bir ilgi ve bütünsel bakış sahibi olabilmeliyiz. Amerikanlaştırmanın maskesi olan küreselleşme karşısında, muhafazakâr statükoyu savunmakla hiç bir sonuç elde edilemez. Alışkanlıklarımızı aşarak daha geniş bir ufka ve tartışma alanına çıkabilmeliyiz. Etnik ya da mezhepçi yaklaşımlarla ahlaki bir evrenselliğe ulaşamayız. Etnik ye da mezhepçi yaklaşımlar ve bağnazlıklardan hiç bir şekilde ve hiç bir yerde örnek bir kişilik ve örnek bir kimlik çıkmaz, çıkarılamaz. Ahlaki bütünlüğe sahip olmayanlar iktidarlar karşısında gerçeğin ifadesi olamazlar. Hangi mülahaza ile olursa olsun, iktidarların yanında hizalananlar, her hangi bir değişim ve dönüşüme öncülük edemezler.