ALLAH’IN YARDIMCILARI (Ensâru’llah) 1
- Sözlükte ensâr

‘Ensar’ kelimesinin kökü ‘ne-sa-raنصر’dır. ‘Nasr’ sözlükte mazluma yardım etmek, yardımda bulunmak manasına gelir.

‘Ensarأنصار’, yardım eden, yardım edici anlamına gelen ‘nâsırناصر veya nasîrنصير’ fâil (özne) isminin çoğuludur. Dolaysıyla ensâr, yardım edenler demektir.[1]
22/04/2013 - 10:26

 

- Kavram olarak ensâr

‘Ensâr’; Hz. Muhammed’in (sav) davetini kabul edip, cahiliyye hayatından ‘saadet asrına’ geçen, Kur’an’da kendilerinden övgü ile bahsedilen, bütün insanlık için örnek olan sahabe topluluğunun bir kısmının özel adıdır.

İslâm kültüründe ensâr kavramı özel olarak, Hz. Peygamber'i ve haksız yere yurtlarından çıkarılan muhâcirleri barındırmak ve korumak sure­tiyle onlara destansı yardımlarda bulunan Evs ve Hazrec kabilelerine mensup Yesribli (Medineli) müslümanlar için kullanılmıştır.

Enes b. Mâlik'in belirttiğine göre bu isim ilk defa Kur'ân’da onları nitelemek üzere yer almıştır.(2)

 ‘Ensâr’ sıfatını Kur’an özellikle muhâcirlere yardım edenler hakkında kullanmaktadır:

“İman edenler, hicret edenler ile (muhâcirleri) barındıranlar ve yardım edenler, işte gerçek mü’minler bunlardır. Onlar için bir bağışlanma ve üstün bir rızık vardır.”(3)

‘Ensâr’ kelimesi iki âyette ‘muhâcir’ kavramı ile birlikte geçmektedir. Allah (cc) her iki topluluktan da razı olduğunu bildirmektedir.

“Öne geçen Muhâcirler ve Ensâr ile onlara güzellikle uyanlar: Allah (cc) onlardan razı olmuştur, onlar da O’ndan hoşnut olmuşlardır ve (Allah) onlara, içinde ebedî kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte büyük kurtuluş ve mutluluk budur.”(4)

Ayrıca Haşr sûresinin 9. âyetiyle Enfâl suresinin 72 ve 74. âyetlerinde ‘en­sâr’ kelimesi zikredilmemekle birlikte Hz. Peygamber'e ve muhacirlere yaptık­ları hizmetler, gösterdikleri fedakârlık­lar belirtilerek kendileri övülüyor.

Kur’an ayrıca ensâr ve muhâcir ayrımı yapmadan bir çok âyette Peygamber’e iman edip, ona yardım eden sahabelerden övgüyle söz etmektedir. Şüphesiz ki bu gibi âyetler, sahabelerin büyük bir bölümünü meydana getiren Ensâr’ı da içine almaktadır.

Mesela; “Fakat Peygamber ve onunla birlikte iman edip mallrıyla ve canlarıyla cihad eden kimseler var ya; işte onları hayırlı sonuçlar beklemektedir. Üstelik kurtuluşa erecek olan da onlardır. Allah onlar için zemininden ırmaklar çağlayan, içerisinde ebedi kalacakları Cennetler hazırlamıştır. İşte budur muhteşem zafer.”(5)

Hz. Muhammed (sav) peygamberliğinin onucuncu yılında (m. 622) İkinci Akabe biatında Medineli müslümanlar, Peygamberi malları ve canları pahasına koruyacaklarına, emirlerine uyacaklarına, her türlü yardımı yapacaklarına, hiç kimseden korkmadan ve çekinmeden Allah’ın yolundan gideceklerine farkında olarak söz vermişlerdi. Bunun üzerine Mekkeli müslümanlar birer birer Medineye göç etmeye başladılar. Onlara bu yüzden ‘Muhâcir’ dendi.

Peygamber (sav) de aynı yıl Medine’ye hicret etti.(6)

Peygamber’in (sav) Hicretten hemen sonra yaptığı ilk ve önemli uygulamalardan biri Muhâcirler ile Ensâr arasında kardeşlik kurması idi. Ensâr onlara barınak ve eşya verdiler. Ellerindeki imkanı paylaştılar. Tarla ve bahçelerinde çalıştırarak ürünlerine ortak ettiler. Her şeylerini Mekke’de bırakıp gelen Muhâcirler, Ensâr’ın yardımı sayesinde sıkıntıdan kurtuldular. Onların arasındaki bu kardeşlik, Peygamber’e (sav) bağlılıkları, İslâm uğruna gösterdikleri fedakârlıklar, bu uğurda katlandıkları sıkıntılar her türlü takdirin üzerindedir. Bu yardım ve kardeşliğin tarihte bir örneği daha görülmemiştir.

Kur’an onları şöyle övüyor:

“İman edip hicret edenler ve Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad edenlerle bunları barındırıp yardım edenler, işte onlar birbirlerinin gerçek dostudurlar (velisidirler).”(7)

            “Kendilerinden önce o yeri yurt edinmiş ve gönüllerine imanı yerleştirmiş olan kimseler ise, kendilerine hicret edip gelenleri severler ve onlara verilenlerden dolayı da içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir ihtiyaç olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler…”(8)

Ensâr, Akabe biatlarında Peygamber’e verdiği sözü tutarak, müslümanlara ve Medine’ye saldıran düşmanlara karşı mücadele ettiler. Bu uğurda hiç bir fedakârlıktan çekinmediler. Mallarını ve canlarını ortaya koydular. Bütün zor anlarda desteklerini sürdürdüler, geri adım atmadılar ve Allah’tan başka hiç bir şeyden korkmadılar.

Peygamber (sav) de zaman zaman onları takdir etmiştir. “... Şayet Ensâr bir vadiye veya bir geçide gitse ben de mutlaka Ensâr’ın gittiği vadiye veya geçide giderdim.”(9)

“Allah’a ve Ahiret gününe iman eden kimse Ensâr’a buğzetmesin.”(10)

Peygamber (sav) yine onları ancak mü’minlerin sevebileceğini, onları sevenlerin mükâfatının Allah tarafından sevilmek, onlardan nefret etmenin cezasının da Allah’ın buğzuna uğramak olduğunu açıklamıştır.(11)

Ensâr, Peygamber’e (sav) ve onun davasına hayatı boyunca destek oldukları gibi onun vefatından sonra da Allah (cc) yolunda çalışmaya devam ettiler. İslâmî davetin başka ülkelere, başka tplumlara ve başka coğrafyalara ulaşması için çaba gösterdiler. Bu yüzden pek çoğu Medine’yi terkettiler. Çoğunun mezarı Medine dışındadır. Çünkü gittikleri yerlerde ya şehid oldular, ya da Allah yolunda çalışırken, insanlara İslâmı öğretirken oralarda öldüler ve öldükleri yerlere gömüldüler. Bunun en tipik örneği İstanbul’da medfun bulunan Peygamberin mihmandârı Eba Eyyubi’l-Ensârî’dir. Onu Medine’den o zamanki İstanbul’un önüne kadar getiren sebep ne dünyalık mal, ne şöhret, ne başkalarına üstünlük taslama çabasıydı. Onu İstanbul’a armağan eden sebep onun ilây-i kelimetullah (Allah’ın davasını başkalarına ulaştırabilme) gayreti idi. 

Ensâr, diğer insanlara İslâmîhayatlarıyla ve ahlaklarıyla örnek oldukları gibi, Peygamber’in (sav) sünnetini koruyarak ve yaşayarak kendilerinden sonra gelenlere aktardılar. Onlar Peygamber’in sâdık, samimi, istikrarlı ve ilme iştahlı öğrencileri idi. Onların İslâmı öğrenmedeki hevesleri gıpta edilecek boyutta idi. Onlar kardeşleri muhâcirlerle birlikte Peygamber’i nöbetleşe dinliyorlardı. Bir gün biri, ertesi gün diğeri Peygamberin ders/sohbet halkasına katılır, geride kalan her ikisinin dünya işleri ile meşgul olurdu. Akşam bir araya geldikleri zaman o gün Peygamber’den duyduklarını ve öğrendiklerini, gelişmeleri kardeşine aktarırdı.

Onların hayatında İslâmî çalışmaların bütün yönlerini, fedâkarlığın, cömertliğin, yiğitliğin, kardeşliğin, eziyetlere katlanmanın, Peygamber’e bağlanmanın, emre itaat etmenin, anlaşma ve işbirliğinin, diğer mü’mini kendi nefsine tercih etmenin (isar’ın), çalışmanın, ilme düşkünlüğün; kısaca Allah için tertemiz, takva üzere ve verimli yaşamanın bütün güzel örneklerini bulabiliriz.

 

-          Ensâr olmak

Allah (cc) müslümanlara şöyle buyuruyor:

“Ey iman edenler! Allah’ın yardımcıları (destekçileri/ensâr) olun. Tıpkı Meryem oğlu İsa’nın havârîlerine; “Allah’a giden yolda kim bana var gücüyle destek olur?” Deyince, havârîlerin “Biziz Alla yolunun gönüllü destekçileri” demeleri gibi...Nitekim İsrailoğullarından bir grup (ona) inandı, bir grup da inkâr etti. Bunun üzerine Biz de iman edenleri düşmanlarına karşı dirençli kıldık. Sonunda galip gelenler oldular.”(12)

Hz. İsa’nın mü’minleri, sahabeleri, yani havârîler ona gönülden, seve seve destek oldular, yardım ettiler. Zira Hz. İsa’ya inanmak, o günkü zor şartlarda onun yanında olmak, ona destek olmak Allah yolunda olmaktı. Allah (cc) da onların imanını kabul etti, onların kalbine sekine indirdi ve onları İslâmî davanın düşmanlarına karşı üstün kıldı. Zira hak her zaman en üstündür, maddî veya siyasî anlamda üstünlük olmasa bile.(13)Peygamber (sav) de şöyle buyuruyor: "İslâm yücedir. Hiçbir şey ondan üs­tün olamaz."(14)

Havârîler bilinen mana da savaş yapmadılar. Zaten çok az idiler. O zamanki ceberrut Bizans yönetimiyle savaş yapmaları da imkansızdı. Belli ki onlar farklı bir cihad metod izlediler ve bu konuda İslâm davetçilerine model oldular. Bu da ‘kansız fetih’ manasına gelen gönüllerin fethidir. Havârîler baskı gördüler, işkenceye uğradılar, aç aslanlara yem edildiler, taşlandılar, öldürüldüler, sürüldüler, süründürüldüler ama asla Allah’ın davasını, İsa’ya (as) bağlılığı terketmediler.(15)

Ayetteki ensâr olma emrini iki türlü anlamak mümkün.

Birincisi;müslümanlarınmaslahatı için ensâr olmak,

İkincisi;Allah (cc) için ensâr olmak.

‘Sözün (lafzın) özel olması hükmün genel olmasına engel değildir’, kuralından hareketle bütün müslümanlar bulundukları yerde, kendi imkanları nisbetinde, hem Allah (cc) için, hem de diğer müslüman kardeşleri için ‘ensâr/yardımcı veya destekçi’ olmak durumundadır diyebiliriz.Müslümanlar dünyanın neresinde olursa olsun, ezilen, hor görülen, müztez’af hale getirilen, hatta yerinden yurdundan sürülen, dinlerini yaşamakta zorluk geçen  mü’minlere ellerinden geldiği kadar ‘ensâr’ olmak, gerekli yardımı ulaştırmakla görevlidirler.

 

-          Müslümanlar için ensâr olmak

Müslümanlar için ensâr olmanın üç temel çıkış noktası vardır.

İlki, müslümanların birbirlerinin kardeşi olmasıdır.(16)Kardeşin kardeşe karşı vazife ve sorumlulukları vardır. Ona kardeşçe davranır, onu sever, ihtiyacını giderir, yalnız ve yardımsız bırakmaz, ona dua eder, onun aleyhine olabilecek oluşumlara katılmaz. Mağdur ve mazlum olduğu, bir musibete, tabii afete uğradığı zaman maddî ve manevî destek verir. Zekâtını, fıtrasını, teberrusunu, sadakasını, infakını ve ikramını öncelikle müslüman kardeşine yapar. Bunlar da ona ensâr olmaktır.

İkincisi, müslümanların birbirlerinin velisi olmasıdır.(17) Veli, dost, seven, yakın, sırdaş, ilgi gösteren, yardım eden ve aynı zamanda müttefiktir. Müslüman müslümanı sever, onu dost ve sırdaş bilir, ona gerektiği yerde yardım eder, zorluklara, şeytana ve düşmanlara karşı onunla ittifak kurar, onunla müttefik olur. Bu da onun için ensâr olmaktır.

Üçüncüsü; fesad olmasın diye. Kur’an şöyle diyor:

“Nitekim, inkâr edenler birbirlerinin velisidirler (birbirleriyle dayanışma içindedirler). Anca siz böyle yapmazsanız yeryüzünde büyük bir fesat olur.”(18)

Müslümanlar; insan ve toplum bünyesinde salah/sulh/ıslah ortadan kalkıp fesat, karmaşa, fitne ve savaş olmasın, adaletsizlik kural haline gelmesin, zulüm sıradanlaşmasın diye iyilik ve takva üzere yardımlaşırlar. Kötülük, haksızlık ve düşmanlık üzere değil.(19) Onlar iyiliğin, erdemlerin, hak ve adaletin, ikram ve yardımseverliğin, infak ve cömertliğin, insaf ve merhametin canlı şahitleri olarak, insanlığın salahı için çalışırlar. Bu da onlar için ensâr olmaktır.

(Devam edecek)

 


(1) İbni Manzur, Lisanu’l-Arab, 14/269-270

(2) Buhari, Menâkıbü'l-Ensâr/1, 26 (3776, 3744)

(3) Enfal 8/74

(4) Tevbe 9/100, ayrıca bak. Tevbe 9/117) 

(5) Tevbe 9/88-89. Ayrıca bak: Bakara 2/218. Âli İmran 3/169-173. A’raf 7/157. Enfal 8/26, 64. Fetih 49/18-19, 29

(6) İbni Hişam, Siyer, 1/431-480

(7) Enfal 8/72

(8) Haşr 59/9

(9) Buharî, M. Ensar/2 (3778). Tirmizî, Menâkıb/66 (3901)

(10) Tirmizî, Menâkıb/66 (3906)

(11) Buharî, M. Ensar/4 (3783). Tirmizî, Menakıb/66 (3900)

(12) Saff 61/14

(13) Tevbe 10/40

(14) Buhârî, Cenâiz/79

(15) M. İslamoğlu, Meal,  s: 1122

(16) Hucurât, 49/10

(17) Enfal 8/72. Tevbe 9/71

(18)Enfal 8/73

(19) Maide 5/2