Uyum Krizi
Sosyal yaşam ve toplumsal ilişkilerimizde iki ciddi olumsuzluk ile karşı karşıyayız:
19/06/2013 - 16:24

Bir: Uyumsuzluk…
İki: “Uydum kalabalığa”cılık…
Hatta fobi düzeyinde bunların seyrettiğini söyleyebiliriz…
Bir tarafta geçimsiz, tahammülsüz, tepkili, gergin, itici, kırıcı, dağıtıcı, uyum sorunu yaşayan karakterler… Diğer yandan “gelene ağam, gidene paşam”cı, her araziye uyma uyanıklığını gösteren tipler…
Biz bunlardan özellikle uyumsuzluk üzerinde durmak istiyoruz…
Modern çağın bireyi; benlikçi, bencil, benci arzuların belirsizliğinde battıkça batıyor… Kaygı verici bir başıboşluk veya kendi başına buyrukluk insanı bitiriyor…
Maalesef bu marazi haller Müslümanlara da sirayet ediyor… İslami çalışma ortamları, kolektif ruh bundan etkileniyor…
İslami camialar sahip oldukları ciddi imkânlara, zengin potansiyellere rağmen atıl kalıyorlarsa bunun bir nedeni de iç insicamı yakalayamamak değil midir? Ortak hareket ruhu oturaklaşmamışsa kiminle, nereye gidebilirsiniz?
Hayati projelerin hayali kalmasının bir sebebi de uyumsuzluk değil midir?
Evet, hareketi kilitleyen, pratiği durduran, potansiyeli donduran hep itirazcı, hep ihtilafçı geçimsiz ve uyumsuz kişiliklerdir…
Bizim değerler dünyamızda, imtiyaz yok, insicam var… İhtiras yok ihtimam var…
İhtişamımız insicamızdadır… İtibarımız intizamımızdadır…
İtibar ve itimadımızın menbaı da budur…
Bundan dolayı iç insicamını oturtamamış yapılar olgunlaşamazlar… İnsicam ve intizam yoksa ne aşk kalır, ne de iştiyak…
Şayet gidişatımızda bir uğursuzluk varsa bu da uyumsuzluğumuzdandır…
Daha da beteri, şayet hakta uyum yoksa batılla uzlaşma uzak değildir… Bu uzlaşımın sonu ise yozlaşmadır…
Üzücü olan, yıllarca statükonun tahakküm ve tasallutunu, onur kırıcı zulmünü sineye çekebilenler, neden kardeşlerini taşıma ve tahammülde sınıfta kalıyorlar?
Zorbalar karşısında yutkunurken, birbirimize karşı neden bu kadar onurluyuz?
Zor ama birbirimize katlanmak zorundayız… Yoksa yol alamayız.
Güzel uygulamalar için güzel bir uyum lazım… Dik duralım ama birbirimize karşı diklenmeyelim ki, kötülüğe karşı direnebilelim…
Bence merkezci algıların açmazında acziyeti aşamayız… Yol alacaksak, değer üreteceksek önce birbirimizi kabullenelim… Kahrını çekebilelim… Tüm kusurlara rağmen, kulluk kolektif ruhu kaçınılmaz kılıyor…
Kişisel imaj, şahsi prestij hesapları yapmadan arzın imarı, neslin ıslahı için birlikte ne üretebiliriz, kaygısı öne çıkmalıdır…
İyisi mi, nefsimize ağır gelse de, kafamız basmasa da genel maslahatı önceleyip ortak eylem planlarımıza hayatiyet kazandırmak durumundayız…
Hayatın hayrı ortak hareket etmektedir…
Hareketin bereketi, ortak ruhu yakalamak ve sürdürmektir…
Müslümanların kabulleri bizim için anlam taşımıyorsa, o halde hayatın anlamı nedir?
Kurnazlık, uyanıklık, iş bilirlik bizi yalnızlaştırıyor, yapıları işlevsizleştiriyorsa bu bir kayıp değil midir?
Şu gök kubbede hoş bir sada bırakmak istiyorsak birbirimizi önemsemek ve öncelemek durumundayız…
Değerlerin, doğruların adamı olduğumuzu unutmadan uyanmak, uğraşmak, uymak ve uyarmak zorundayız… Ufalmadan, ukalalaşmadan, usanmadan, uyanıklık taslamadan tastamam tercihimiz bu olmalıdır…
Uyumlu olacağız ama uyuşumcu değil…
Yük alan olacağız yük olan değil… Hele ayak bağı olan hiç değil…
Affedeceğiz, af dileyen değil…
Bir parçalayan olmaktan ürkeceğiz… “Bir bölen”ler arasında anılmaktan imtina edeceğiz…
Birbirimizi bitirmeye değil bilemeye geldik…
İtirazımızın, isyanımızın bile bir ahlakı var…
Hışımla değil, hilimle yürüyeceğiz… “İnce eleyip, sık dokuma” konumunda değiliz… Teferruatlarda boğulmaya tahammülümüz yok…
Keyfiliğin sonu kifayetsizliktir…
Uyacağız, sırası gelince uyarımızı da yapacağız… Kimse la yüs’el değildir…
Bunca bela ve badireden sonra sanıyorum, uyandık ve uslandık… Şimdi ustalık günleri… Gelecek kuşaklar için, Hesap günü için ne yapabileceksek daha fazla gecikmeden davranmalıyız…
“Çizdim, oynamıyorum” deme lüksümüz yok… Çünkü bu bir oyun işi değil, dava ve ukbadır…
Eleştiriden önce emek ve eylem lazım…
Cedel, polemik, mugalata, münakaşa derken profesyonelleştik ama pratikte pasifleştik…
Şimdi dağınık dünyamızı, yorgun yapılarımızı elbirlik toparlama eşiğindeyiz… Emeğimize sahip çıkalım…
“Armudun sapı, üzümün çöpü” derken ömür bitiyor… Bahaneler bitmiyor…
Bizi bağlayan ilkeler ve değerler belli… Neden bekliyoruz ki?
Sorgulayalım ama sorun olmayalım…
“Sakın şeytanın adımlarına uyma” uyarısı hangi disipline tabi olduğumuzun ifadesidir…
Hevaya uyanlar helak oldu…
Davaya uyanlar değer buldu…
Gerçekten neyimizi paylaşamıyoruz? Niçin birbirimizi paylıyoruz? Bizi bağlayıcı uyum yasalarımız olmalı değil mi?