KUR’AN’DA AİLE MODELLERİ 2
03/09/2013 - 12:27

7- Âl-i Firavun

Âl-i Firavun kötü aile modeline tipik bir örnektir.

Âl-i Firavun, Firavun’a destek olarak firavunluğu diri tutan ailesi ve taraftarları, hanedânı, sülâlesi/soyu, ona uyanlar demektir.

Kur’an’da onsekiz âyette geçen ‘mel’e’ye (Mesela: Şuarâ 26/34. A’raf 7/60, 66, 88, 109, 127. Yûnus 10/88. Hûd 11/27) genellikle gözde olanlar, seçkinler, ileri gelenler, kendilerine danışılanlar anlamına gelir. Kur’an Firavun’un mel’e’sinden de bahsediyor. Mel’e, onun danıştığı kişiler, çevresindeki önemli adamlar, ona destek olanlardır. 

Firavun’un sihirbazları ona, yakında İsrailoğulları arasında doğacak bir erkek çocuğun başına dert olacağını haber verince, İsrailoğullarının bütün erkek çocuklarının öldürülmesini emretti. Kur’an bu olayın faili olarak Firavun ailesini, yani adamlarını gösteriyor.

Âl-i Firavun Kur’an’da ondört yerde geçiyor. Mesela:

“Hatırlayın ki O sizi Firavun hanedânından (ailesinden) kurtardık. Onlar size işkencenin en kötüsünü reva görüyor, erkek çocuklarınızı öldürüyor, kadınlarınızı sağ bırakıyorlardı. Bu size yapılanlarda sizin için Rabbinizden büyük bir deneme vardı.”(Bekara 2/49)

“Biz Firavun hanedânı düşünüp ibret alsınlar diye, senelerce onları kuraklık, kıtlık ve ürün azlığı ile cezalandırdık.“(A’raf 7/130)

Hz. Musa (as) İsrailoğullarının söz dinlemez tavırlarına ve ondan elle tutulur, gözle görülür bir tanrı istemelerine karşılık, onlara Allah’ın kendilerini Firavun ailesinden kurtarmasını hatırlatmıştı.

Hem düşünün ki, sizi Firavun hanedânından kurtarmıştık. Onlar ki size pek acı bir işkence uyguluyor, oğullarınızı hep öldürüyor, kızlarınızı ise, (kendilerine hizmetçilik etmeleri için) hayattabırakıyorlardı. Bunda, Rabbiniztarafındansizebüyükbirimtihanvardı.”(A’raf 7/141)

Burada da kasdın Firavun çevresindeki adamları veya hanedanı olduğu söylenebilir.

Firavun Hz. Musa’yı öldürmeye teşebbüs edince Firavun ailesinden, yani onun çevresinden imanını saklayan bir adam; ‘Rabbim Allah dediği için bir kimseyi mi öldüreceksiniz?‘ diye karşı çıkmıştı.

“Firavun ailesinden olup, imanını gizleyen bir mümin adam şöylededi: Siz bir adamı "Rabbim Allah'tır" diyor diye öldürecekmisiniz? Halbuki o, size Rabbinizden apaçık mucizeler getirmiştir. Eğer o yalancı ise yalanı kendisinedir. Eğer doğru söylüyorsa sizi tehdit ettiğinin (azabın), bir kısmı olsun gelip size çatar. Şüphesiz Allah, haddi aşan, yalancı kimseyi doğru yola eriştirmez.”(Ğafir 40/28)

Âl-i Firavun’a, yani Firavun’a ve çevresindeki adamlarına, ileri gelenlere, yönetici elit tabakasına, aile fertlerine uyarıcı peygamberler geldi. Fakat onlar Allah’ın âyetlerini yalanladılar. Peygamberlere karşı geldiler. Onları ve mü’minleri öldürmeye kalkıştılar. Bunun üzerine Allah da onları çok kuvvetli bir yakalayışla yakaladı ve hak ettiklerini verdi. (Kamer 54/41,42)

Âyetlerde Firavun değil de ‘âl-i Firavun’ denilmesi dikkat çekicidir. Onun ortaya koyduğu zulüm ve inkâr düzeninin sorumlusu sadece o değildir. Onun peşine gidenler ve ona destek olanlar da onun suç ortağıdır. Kimisi zalime fiilen, kimisi ona de ses çıkarmayarak destek olur. 

Kur’an, Firavun’un peşinden gidenler için şu kesin hükmü haber veriyor:

Onlar sabah akşam o ateşe sokulurlar. Kıyametin kopacağı gün de: Firavun ailesini azabın en çetinine sokun (denilecek)!”.(Mü’min 40/46)

Firavun ailesi; azgınlığını, haddi aşmanın (tuğyanın), zülmün, hakka düşmanlığın, yeryüzünde büyüklük taslamanın, insanları köleleştirmenin, merhametsizliğin, yalancılığın ve aymazlığın tipik örneğidir. 

Onlar, Firavuna yakın olabilmek ve onun sayesinde dünyalıklara kavuşmak için, bütün imkânlarıyla ona destek olmuşlardır. Kur’an, onları örnek vererek, tarih boyunca gelmiş ve gelecek olan firavun zihniyetine ve bu zihniyete körü körüne destek olan menfeatçı gruba dikkat çekiyor.

Ancak Firavunun karısı bu ailenin dışında idi. Her ne kadar kişinin hanımı onun ailesinden sayılsa bile, Kur’an Firavunun’un hanımını onlardan ayırıyor ve onun iman edenlerden olduğunu söylüyor.

“Allah, inananlara da Firavun'un karısını misal gösterdi. O: Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap; beni Firavun'dan ve onun (kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar! demişti.”(Tahrim 66/11)

Tıpkıhz.Nuh’unoğlununvekarısının da onunailesindensayılmayışıgibi. (Tahrim 66/10. Hûd 11/46)

 

8-Ehl-i beyt

Ehl-i beyt, kelime anlamı ‘ev halkı’, ‘evde oturanlar’, bir evi mekan olarak paylaşanlar demektir. Ehl- beyt bir kişiye nisbet edildiği zaman o kişinin, eşini, çocuklarını ve akrabalarını içine aldığı kabul edilmektedir. Nitekim arap örfünde de ‘ehl’ kelimesi evde bulunan hanımları ve çocukları kapsardı.

Bu tabir, cahiliye Arap toplumunda kabilenin hakim ailesini ifade ederken, İslâmî dönemde sadece Hz. Peygamberin ailesi ve soyu anlamında kullanılmıştır. İslamî kültürde ‘ehl-i beyt’ denildiği zaman mutlak anlamda Hz. Peygamber’in ev halkı kasdedilir. (R. el-Isfehanî, el-Müfredât, s: 36)

Ehl-i beyt kavramı Kur’an’da üç âyette geçmektedir.

Birincisi;Hz. İbrahim’in bir hanımıyla ilgili olarak:

Ve gerçek şu ki, İbrahim'e (semavî) elçilerimiz müjdeyle geldiler, (ve) “Selâm olsun!” dediler; o da (onlara): “(Size de) selâm olsun!” diye karşılık verdi ve sonra da onların önüne kızarmış bir buzağıyı getirip koymakta gecikmedi.

Fakat ellerinin yemeğe gitmediğini görünce onların bu davranışı tuhafına gitti; onlardan yana içine bir korku düştü.(Ama) onlar: “Korkma! Biz Lût kavmine gönderildik” dediler.

Ve (yanlarında) ayaküstü bekleyen karısı, orada öyle (sevinçle) gülümsüyordu; işte bu haldeyken o'na İshâk'ı(n doğumunu) müjdeledik ve İshâk'ın ardından da (o'nun oğlu) Yakub(un doğumunu).

(İbrahim'in karısı:) Olacak şey değil! “Ben yaşlı bir kadın, kocam da yaşlı bir adam iken, hâlâ çocuk mu doğuracağım? Doğrusu, şaşılacak bir şey bu!”

“Allah'ın dilediğini gerçekleştirmesini mi yadırgıyorsun?” dediler, “Allah'ın rahmet ve bereketi sizin üzerinize olsun ey ehl-i beyt/bu evin halkı, (hemen hatırlayın ki,) her zaman her övgüye layık olan O'dur; şanı çok yüce olan O!”(Hûd 11/71-73)

Bu âyette ‘ehl-i beyt’ diye tabir edilen kişilerin Hz. İbrahim ve hanımı Sâre olduğu tahmin edilebilir.  Hitabın çoğul olarak gelmesi ev halkının birden fazla olduğuna delalaet eder.

Bu âyette ‘beyt-ev’ belirlilik takısıyla geldi. Çünkü kendisinden bahsedilen ev Hz. İbrahim’in evidir.

 

İkincisi;Hz. Musa’nın bebekken suya bırakılışı anlatılırken.

Firavun’un bilginleri, İsrailoğullarından doğacak birinin saltanatı için tehlikeli olacağını söyleyince, o onlardan doğacak bütün erkek çocuklarının öldürülmesini emretti. Ancak Allah’ın (cc) hesabı ve hikmeti farklı idi.

“Musa'nın annesine, "O(çocuğu)nu emzir, başına bir şey gelmesinden korkuyorsan (bir sandık içinde) onu suya bırak, korkma, üzülme biz onu tekrar sana geri vereceğiz ve onu elçilerden yapacağız." diye vahyettik.

Ve (sonunda) Firavun ailesi(nden biri) o'nu buldu (ve kurtardı): çünkü (Biz) o'nun ileride, Firavun'un, Hâmân'ın ve onların maiyetindekilerin gerçekten yanlış yolda olduklarını görerek karşılarına bir düşman ve bir üzüntü (kaynağı) olarak çıkmasını (dilemiştik).

Ve Firavun'un karısı, (Firavun'a): “(Bu çocuk) hem benim hem de senin için göz aydınlığı (olabilir)” dedi, “Onu öldürmeyin; belki bize faydası dokunur; yahut o'nu evlat edinebiliriz!” Ve (pek tabii, bunları konuşurken, olacak olanlardan) haberleri yoktu.

Bu arada, Musa'nın annesi yüreği acıyla dolup taşarak sabahı etti; öyle ki, eğer (sözümüze olan) inancını sonuna kadar canlı tutması için yüreğini iyice güçlendirmemiş olsaydık o'nun kim olduğunu az kalsın açığa vuracaktı.

Annesi Musa'nın ablasına: Onun izini takip et, dedi. O da, onlar farkına varmadan uzaktan kardeşini gözetledi.

Biz daha önceden (annesine geri verilinceye kadar) onun süt analarını kabulüne (emmesine) müsaade etmedik. Bunun üzerine ablası: Size, onun bakımını namınıza üstlenecek, hem de ona iyi davranacak bir ev halkı (ehl-i beyt) göstereyim mi? dedi.”(Kasas 28/4-12)

Bu âyette de ‘ehl-i beyt’ tabirinin, Hz. Musa’nın ailesi hakkında kullanıldığı açıktır. Kelime âyette belirlilik takısı olmaksızın ‘ala ehl-i beytin’ şeklinde geliyor.

Bu da Musa’nın ablasının Firavun’un yanında kendi evlerini değil, içinde çocuğa bakabilecek bir dadının olduğu herhangi bir evi, ya o evde olan bir süt anneyi söz konusu ettiğini gösterir. Asıl amacının ise, böylece kendi annesini saraya getirmek olduğunu anlıyoruz.

Burada Kur’an’ Hz. Musa’nın ailesine ‘ehl-i beyt’ diyor, o eve sevgi ve muhabbetin hakim olduğunu, o evde yaşayanların salih, emin ve muttaki insanlar olduğunu söylüyor. Bunu, uzaktandan da olsa o annenin hz. Musa ve hz. Harun gibi iki peygamber yetiştirmesinden, bebek Musa’yı ta zalim Firavunun sarayına kadar takip edip, saraya sokulup bebeğe cesurca süt anne tavsiye eden kız kardeşin halinden, Firavun zihniyetinin senelerce süren bütün baskılarına rağmen Tevhid inancı üzere kalmalarından anlıyoruz.  

 

Üçüncüsü,Peygamberimizin (sav) hanımlarından bahseden âyette:

“Ey peygamber hanımları! Sizden kim açık bir hayâsızlık yaparsa, onun azabı iki katına çıkarılır. Bu, Allah'a göre kolaydır.

Sizden kim, Allah'a ve Resûlüne itaat eder ve yararlı iş yaparsa ona mükâfatını iki kat veririz. Ve ona (cennette) bol rızık hazırlamışızdır.

Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz. Eğer (Allah'tan) korkuyorsanız, (yabancı erkeklere karşı) çekici bir eda ile konuşmayın; sonra kalbinde hastalık bulunan kimse ümide kapılır. Güzel söz söyleyin.

Evlerinizde oturun, eski cahiliye âdetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekâtı verin, Allah'a ve Resûlüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt (Ev Halkı)! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.

Evlerinizde okunan Allah'ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, her şeyin iç yüzünü bilendir ve her şeyden haberi olandır.”(Ahzab 33/30-34)

Burada sözü edilen ‘Ehl-i Beyt’ kimdir? Ya da bu kavram kimleri kapsamaktadır?

Gerek farklı rivâyetler, gerek kavramın arap örfündeki manası, gerekse âyetin kesin bir sınır çizmemiş olması, kimlerin Ehl-i Beyt’e dahil olduğu konusunda farklı görüşlerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Pek çok alim ‘ehl’ kelimesinin anlamından, ‘Tathir âyeti’nin (Ahzab 33/33) özellikle Peygamberin hanımlarıyla ilgili olarak inmesinden ve bu konuyla ilgili gelen hadislerden yola çıkarak değerlendirme yapmış ve Ehl-i Beyt; Rasûlüllah’ın hanımları, çocukları ve onun örtüsü altına aldığı kimselerdir görüşüne sahip olmuşlardır. (Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 1368. İbnu’l-Cevzi, Zâdu’l-Mesîr, s: 1124. İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 3/94. Öz, M. DİA Ehl-i Beyt mad. 10/498-500)Şia’dan büyük bir grup, Hz. Ali, Hz. Fatıma, onların çocukları Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve onun soyundan gelen dokuz imamı (toplam oniki imamı) Ehl-i Beyt kabul etmektedirler.  (H. Tabatabâî, el-Mizân, 16/330. Öz, M. DİA Ehl-i Beyt mad. 10/498-500)

Hûd suresi 73. âyete göre kişinin hanımı onun ehl-i beytindendir. (İbni Hayyan, Tefsir, s: 960. İbni Manzur, Lisanu’l-Arab, 2/187)  Yukarıda geçtiği gibi arap örfünde de ‘ehil’ kelimesi evde bulunan hanımları ve çocukları da kapsar. Ayrıca Ehl-i Beyt’ten bahseden âyet, ‘sizler’ zamirini kullanarak Peygamber evindeki erkekleri ve kadınları işaret etmektedir.

Sünnî alimlere göre, Ehl-i beyt, Peygamber ailesine mensup olma şerefini taşımakla birlikte günahtan korunmuş (masum) değillerdir. Tathir âyeti onların günahsız değil, ilâhî ölçülere uydukları zaman günahtan temizlenebileceklerini haber veriyor. Nitekim Kur’an bu kelimeyi diğer müslümanlar hakkında da kullanıyor. (Mâide, 5/6. Tevbe, 9/103) 

Günümüze kadar ulaşan ‘Ehl-i beyt’ rivâyetlerinin, onun etrafında ortaya çıkan münakaşaların ve görüşlerin, fikir ayrılıklarının İslâmın ilk dönemlerindeki siyasî olaylardan, daha sonraları ise cemaat/mezhep taassubundan etkilendiğini hesaba katmak gerekir. Bugün bu meseleye tarihi olaylar, klik ve cemaat açısından, parçacı bir yaklaşımla değil; Kur’an ve sahih sünnet bütünlüğü açısından bakılması gerekir.

Peygamberimiz (sav) Veda Hutbesinde ümmetine iki emanet (Kur’an ve Sünnetini) bıraktığını, onlara sarıldıkları sürece sapıtmayacaklarını buyurmuştur. (Ebu Dâvûd, Menâsik/56 (1905). İbni Mâce, Menâsik/84 3704). Muvatta, Kader/3)

Müslim’deki rivâyet ise ‘Ehl-i beyt’i söz konusu ediyor: “Size iki ağır emanet bırakıyorum. Bunların birincisi Allah’ın kitabıdır. Onda mutlak hidayet ve nûr vardır. Bundan dolayı ona sımsıkı sarılınız. Diğeri de Ehl-i Beytim’dir. Ben onlar hakkında sizlere Allah’ı hatırlatıyorum” buyurmuştur. (Müslim, F. Sahabe/36 (6225). Tirmizî, Menâkıb/32 (3786, 3788))

Peygamber (sav) buyuruyor ki: “Allah size nimet verdiği için O’nu seviniz. Beni Allah sevgisi sebebiyle seviniz. Ehl-i beytimi de benim sevgimden dolayı seviniz.” (Tirmizî, Menâkıb/32 (3789)

 

-          Son söz

Hz. Muhammed (sav) bir peygamber olarak bütün insanlar için ‘en güzel örnek’ idi.

(Ahzab 33/21) Şüphesiz ki onun örnekliği hayatın bütün alanlarını, insanın Rabbi ile, insanın

diğer insanlarla, insanın mahlukâtla ve insanın kendisiyle ilişkilerini içine alır.

Peygamber ailesi de şüphesiz her açıdan örnek ailedir. Hem karı-koca, hem ebeveyn-evlad, hem dede-torun, hem de hanımlar arası ilişkiler açısından. Ev mutluluk yuvası, eğitim yeri, sığınak, barınak, kişilik kazanma, aile şerefi payesi elde etme yeri ise; bunun da en güzel örneğini onun evinde buluyoruz. Peygamber evi ümmetin önünde ev nasıl kurulur, nasıl yönetilir, görev bölümü nasıl yapılır, aile fertleri nasıl sevilir, aile fertleri nasıl yetiştirilir, nasıl korunur, bir aileye mensup olmak kişiye neler kazandırır, aile olmak kişi bünyesinde nasıl etkiler bırakır gibi soruların kesin cevabıdır.

Bu aile mutluluğun, fedakârlığın ve dayanışmanın, edep ve terbiyenin, sadâkatin ve vefanın, sevgi ve saygının, sabır ve tahammülün, samimiyet ve diğergâmlığın, itibar ve hürmetin, ihlaslı olmanın ve samimiyetin, kulluğun ve Allah yolunda çaba göstermenin, hayatın hedeflerini öğrenmenin örneğidir.

‘Ehl-i beyt’; Vahyin öngördüğü model aile tipini ümmetin önüne somut olarak koyan bir gerçekliktir.Kur’an’ın peygamber ailesine ‘Ehl-i beyt’ demesi ve bunu Kur’an’da özellikle anması, bu ailenin ümmet için model oluşu ile ilgili olsa gerek. Zira kendisine vahiy inen yaşayan bir peygamberin aile hayatından bahsetmenin bir manası olmazdı.

Bu nedenle İslâm ümmeti için Ehl-i Beyt’in  (Peygamberin ev halkının) apayrı ve önemli bir yeri vardır. Müslümanlar onları sever, saygı gösterir, canlarından aziz bilirler. Yeri geldikçe onların İslâmî ahlâklarını, dindarlıklarını, mücâhedelerini, takvalarını, Allah yolundaki gayretlerini, iyilik severliklerini ve zühdlerini örnek alıp öyle olmaya çalışırlar. Verdikleri öğütleri, ettikleri tavsiyeleri can kulağı ile dinlerler. Hatalarını değil, faziletlerini gündeme getirirler. Onlardan birinin adı anılsa ‘hazreti’, ‘aleyhis-selâm-selâm onun üzerine olsun’, ‘radiyallahu anhü/radiyallahu anhâ-Allah ondan razı olsun’ derler. Her namazda ‘Allahümme salli ve Allahümme bârik’ dualarıyla Hz. Peygamber’e ve O’nun ev halkına dua/salat ederler. Ama hiç bir zaman onları olağanüstü, hatasız (lâyuhti), ruhban sınıfı  saymazlar.

Kur’an’ın hükümleri ve haberleri bağlayıcı olduğu gibi, verdiği örnekler de bağlayıcıdır. Bu örneklerde mutlaka ya bir sakındırma/uyarı, ya özendirme/teşvik, ya model sunma/canlandırma, ya da siz de böyle olmaya çalışın/olmayın tavsiyesi vardır.

Kur’an’da adı geçen aileler muhataplar için modeldir, bu bağlamda mükemmel örneklerdir.

 

Hüseyin K. Ece

 

01.09.2013

Zaandam/Hollanda