BÜYÜK HİCRETİN BÜYÜK SONUÇLARI
1- Kelime anlamıyla hicret

Hicret terketmek, şirkten uzaklaşmak, emsalinden üstün olmak mânalarına gelen ‘he-ce-ra’ fiilinin masdarıdır. R. Isfehânî’ye göre hicret, kişi veya kişilerin bulundukları yerden göç yoluyla ayrılmaları demektir.(1)
11/11/2013 - 15:39

Vusulun (varımanın, ulaşmanın) zıddıdır. Bir yerden bir yere gitmek, bir şeyi terketmek veya bir şeyden gafil olmak manasına da gelir.

Ha-ce-ra, aslında göç etmek demektir. Araplar bir kimse badiyeyi terkedip şehirlere göçtüğü zaman buna ‘muhacera’ derlerdi. Bunun özne (fail) ismi ‘muhâcir’dir.

Bir seyden veya bir yerden ayrılma beden ile olabileceği gibi, dil ile veya kalb ile de olabilir. Nitekim bu anlamda Kur’an’da kullanılıyor.

 “halkın (senin aleyhinde) söyleyebileceği her şeye sabırla katlan ve onlardan uygun şekilde uzaklaş.”(2)

“(Babası:) Ey İbrahim! dedi, sen benim tanrılarımdan yüz mü çeviriyorsun? Eğer vazgeçmezsen, andolsun seni taşlarım! Uzun bir zaman benden uzak dur!”(3)

       “Kötü şeyleri terket.”(4)

Şu âyette fiil halinde kullanılan hicret dönüp gitmek, terketmek, yüz çevirmek demektir.“Size mesajlarım tekrar tekrar okunduğunda, siz (her defasında) ökçelerinizin üzerinde dönüveriyordunuz.”(5)

Kur’an’dan yüz cevirmek aynı kökten gelen ‘mehcûr’ kelimesi ile anlatılıyor.

“Peygamber der ki: Ey Rabbim! Kavmim bu Kur'an'ı büsbütün terkettiler.”(6)

Ankebût 29. âyette kalbi Allah’ın dışındaki şeylerden ayırıp yine O’na yönelmek anlamında kullanılmaktadır ki bu, Allah’a hicret (yönelme) ibadetidir.

Hicretin bir de sembolik anlamı vardır. Nitekim Peygamber (sav) Allah’ın haram kıldığı şeyleri terketmeyi, onlardan uzaklaşmaya ‘hicret’, bunu yapana da ‘muhâcir’  diyor.

“Müslüman, dilinden ve elinden müslümanların zarar görmediği kimsedir. Muhâcir ise, Allah’ın yasakladığı şeylerden uzak duran kimsedir.”(7)

Uzun bir hadisin bir bölümü şöyle: Peygamber’e “Hicretin en faziletlisi hangisidir?”

diye soruldu. Rasulüllah (sav)“Allah’ın ona haram kıldıklarından kaçanın hicretidir” buyurdu.(8)

Fitne zamanlarında Allah’a itaat etmekten ayrılmamak da bir nevi hicrettir. Peygamber (sav) “Fitne zamanında ibadet, bana hicret etmek gibidir” buyuruyor.(9)

Zor zamanlarda ibadet etmek müslümana hicret sevabı kazandırır. Zaten hicretten amaç da İslamı hakkıyla yaşama ortamı aramaktır.Bu vurguyu hz. İbrahim’in “Ben Allah’a doğru bir muhacirim” sözü ile birlikte değerlendirmek gerekir. Yani her şartta ve her durumda ben Allah’a kulluğu terketmem, benim yürüyüşüm O’na doğrudur, O’nun rızasıdır.

İslâmın ilk günlerinden beri hicret terimi, manevi bir muhteva taşımaktadır -yani, ‘kötülük ver zulüm diyarından uzaklaşmak’ ve Allah’a yönelmek. Ve bu maneví muhteva, hem İslâmın ilk yıllarındaki tarihí ‘muhacirûn’u (göç edenler), hem de her türlü kötülüğü terk ederek ‘Allah’a hicret eden’ sonraki zamanların bütün mü’minlerini kapsar.(10)

2-Kavram (ıstılah) anlamıyla hicret

‘Hicret’ tarihsel bir terim olarak Peygamberimizin ve Mekkeli müslümanlarla (muhâcirlerle) birlikte milâdî 22 Temmuz 622 yılında, peygamberliğin onüçüncü yılında Mekke’den Medine’ye göç etmeleridir.

Fıkhî bir terim olarak da hicret, küfür diyarından dinî maksat ve gayelerle İslâm diyarına göç etmektir. Bu bazen zorla yurdundan çıkarılma şeklinde de olabilir.

Kavram olarak muhacir; Peygamberle (sav) birlikte Mekke’den Medine’ye hicret edenlerdir.(11)

Bu hicret, sıradan bir göç, adres değiştirme, kaçış veya bir başka ülkeye iltica değildi. Sonucu, semeresi, etkisi, hikmeti, ibretliği, mesajı kıyamete kadar sürecek olan bir yürüyüştü.

Tarihe iz bırakan en büyük hicret hz. Muhammed’in hicreti ve en büyük muhâcir de Hz. Muhammed’dir. Zira onun göçü sıradan bir göç değil, etkisini yüzyıllara yayılan, günümüze ulaşan ve kıyamete kadar devam edecek olan bir hicretti.

Bu nedenle Peygamberimizin Mekke’den Medine’ye gidişine göç etme, taşınma, kaçma, iltica etme demiyoruz. Hicret diyoruz. Zira başka hiç bir kelime onun bu eşsiz göçünü asıl manası ve kapsamıyla ifade edemez.

Kur’an, muhacirleri ve onlara yardım eden Medineli ensar’ı ismen anarak (Tevbe 9/100, 117.Enfal 8/72. Nur 24/22. Ahzab 33/6.Mumtehane 60/10), bazı mü’minlerin iman ettikten sonra hicret ettiklerini ve Allah yolunda yoğun çaba gösterdiklerini söyleyerek (Tevbe 9/20. Bekara 2/218.Enfal 8/74-75. Haşr 59/8), müşriklerin onu kendi evinden çıkarmak için çaba gösterdiklerini söyleyerek (İsra 17/76-77), mağara sığındıkları sırada yol arkadaşına “üzülme Allah bizimle beraberdir’ deyişini hatırlatarak (Tevbe 9/40),  Peygamber’e hicret esnasında nasıl dua etmesi gerektiğini öğreterek  (İsra 17/80) işaret ediyor.

Bir kaç âyette hicret Allah yolunda göç etmek manasında kullanılıyor.

“Zulme uğradıktan sonra Allah yolunda hicret edenlere gelince, onları dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Eğer bilirlerse ahiretin mükafatı elbette daha büyüktür.”(12)

3-Genele anlamıyla hicret

Hicret bir yerden başka bir yere göç ise, hareket ise bütün bir kâinat hicret halindedir. İnsan da hicretle içicedir. Önce Adem’le yeryüzüne hicret ettik.

“Ben Âdemle muhacir oldum ata yurdundan

Bir ömür boyu asıl yurdumu arıyorum”

İnsan bilinmezlik yurdundan dünyaya hicret eder. Buradan da öbür âleme. Bu mola yeri olan dünyada da sürekli hicret halindedir. Halden hale, mekândan mekâna yürüyüş.(13)

Bu uzun yürüyüş mü’min icin suyu arama yürüyüşüdür. İmanı ve aşkı umutla, umudu iman ve aşkla arayış. Su burada umudu sembolize eder. Tıpkı saý’dan sonra zemzeme kavuşan Hâcer gibi, hacılar gibi.

Müslümanlar İslâmı yaşama konusunda baskıya, işkenceye, dayatmaya uğradıkları zaman, Allah’ın geniş yeryüzünde İslâmı yaşayabilecekleri bir yere göç edebilirler. Bu hicretle beraber güç toplayabilir, hazırlık yapabilir ve kendi aleyhlerine olan şartlara karşı mücadele edebilirler.

Hicret bir açıdan ayağa kalkmak, çalışmaya başlamak, ciddi bir bir hedef için yola koyulmak, yeni bir strateli için mevzi değiştirmektir.

Hicret, imkânların tükendiği yerden imkânların üretildiği yere taşınmaktır.

Hicretin korku ile umut, havf ile reca arasında harekettir. Hicretin Mekkesi korkudur, Medinesi umut. Umudu olmayanın eli kolu dökülür, oturduğu yerde kalakalır. Umudun olduğu yerde hicret, hicretin olduğu yerde umut var demektir.

Hicret medeniyettir. Bedeviyetten medeniyete yürüyüştür. Medine medeniyetin ana rahmidir. Tohumun kabuğunu çatlatıp filiz vermesidir. Bire bin verecek başağa durmaktır.(14)

Hicret yer değiştirme, hareket etme, kötülük diyarından, kötülüklerden-haramlardan uzaklaşma ise; müslümanlar kendi içlerinde bu hicreti sürekli yaşamalılar.

Zaten hayat da tekâmüle doğru bir yolculuk (hicret) değil midir?

Peygamber bir hicretin, yani yer değiştirmenin, bir yola koyulmanın, bir hedefe yönelmenin amacını şöyle belirliyor:

“Ameller (başka değil) ancak niyetlere göredir; herkesin niyeti ne ise eline geçecek odur. Kimin hicreti, Allah ve Resûlü (rızası ve hoşnutlukları) için ise, onun hicreti Allah ve Resûlü’ne müteveccih sayılır. Kim de nâil olacağı bir dünya veya nikahlanacağı bir kadından ötürü hicret etmişse, onun hicreti de hedeflediği şeye göredir.”(15)

4-Hz. Muhammed’in (sav) hicreti

Tarihe iz bırakan en büyük Hicret hz. Muhammed’in hicreti ve en büyük muhâcir de Hz. Muhammed’dir. Zira onun göçü sıradan bir göç değil, etkisi yüzyıllara yayılan, günümüze ulaşan ve kıyamete kadar devam edecek olan bir hicretti. Bu nedenle Peygamberimizin Mekke’den Medine’ye gidişine göç etme, taşınma, kaçma, iltica etme demiyoruz. HİCRET diyoruz. Zira başka hic bir kelime onun bu eşsiz göçücü asıl manası ve kapsamıyla ifade edemez.

Müslümanlar Mekke’de iken, oradaki site devletinin vatandaşları idiler. Hukuk yönünden mevcut otoriteye bağlıydılar. Putperest olan otorite sahipleri ise, ataları adına uydurdukları din ve sistemle insanlara hükmediyorlar, saltanatlarını sürdürüyorlardı. Peygamberimizin daveti ise, onların izni, kontrolu dışında bir gelişmeydi. Üstelik O’nun davet ettiği Din, atalarının dinini ve ona dine ait hayat anlayışını, kurulu düzeni reddediyordu. Peygamber’e ve O’na inananlar Mekkelilerin kontrolünden çıkıyorlardı.

Bu açıdan müslümanlar dinlerini rahatlıkla yaşıyamıyorlar, İslamí tebliği başkalarına rahatlıkla ulaştıramıyorlardı. İslâmı sosyal ve hükümleri uygulama planında topluca yaşamak mümkün değildi. Onlara göre müslümanlar kendilerinin bir parçasıydı. Dolaysıyla onlardan izinsiz başka dine inanıp, başka hayat şekli seçemezlerdi.

Bu hicret aydınlığa, kurtuluşa, İslâmın nuruna, İslâmí tebliği en uzak yerlere kadar götürebilme imkanına, Allah’a hakkıyla kulluk yapma fırsatına uzanan bir yolculuktu.

Hicret, nebeví bir direniş, toparlanmaya ve organize olmaya kapı açan bir taktik, kitselleşmeyeuzanan güçlü bir siyasetti.

5-Büyük Hicretin  büyük sonuçları

İslâm tarihinde Mekke’nin fethi önemli bir olaydır. Zira Mekke Tevhidin başkenti, şehirlerin anası (Ummu’l-kura) ve hac mekanı idi. Orayı şirk işgal etmişti. Şirkin işgali tevhide ve gerçek hacca mani idi. Bundan daha da önemlisi, Kâbenin verdiği ruha, mesaja, şuura, etkiye ve diriltici soluğa engeldi.

Fetih Kâbe’yi özgürleştirdi ve görevini yapmasının yolunu açtı.Ama asıl fetih Hudeybiye’dir.(16) Yani Mekke’nin kapılarını, o günkü müşriklerin ve daha sonradan gelecek milyarlarca müslümanın yürek kapılarını o açtı.

Rasûlullah’ın ve muhâcirlerin bu hicretinin pek çok sonuçları olmakla birlikte burada öne çıkanları hatırlayalım.

1-İslâm, Hicret’le toplumsal planda uygulanma imkanı buldu. Hicret’le devletleşti, kendi hâkimiyetini kurdu, ayrı bir güç ve taraf olarak ortaya çıktı ve Medine’den diğer insanlara rahatlıkla ulaşabilme yolları açıldı. Bir başka deyişle diğer beldelerin insanları Hicret’ten sonra İslâm nimetiyle ve onun nuruyla tanışma imkanına kavuştular.

2-Mekke site devletinin vatandaşlığından, bağlarından, kurallarından ve geleneklerinden kurtuldular. Yani özgürlüğe kavuştular. Zira Mekke’de kaldıkları sürece onları kendi vatandaşları gören Mekke yöneticileri onlara karışma hakkını kendilerinde görüyorlardı.

3-Hicretle Yesrib Medinetu’n-Nebi, kısaca Medine oldu. Bu da oranın, ahalisinin, çevresinin dinle buluşması demektir. Bu giderek dinin getirdiği dünya görüşü ile medenileşmeye, medeniyet kurmaya doğru bir başlangıçtı. Hicretle birlikte müslümanlar Vahiy medeniyetinin temellerini attılar.

4-İlâhî davet çevreye açılma imkânı buldu. Mekke’de hem Peygamberin hem de sahabelerin hareket alanı dardı. Peygamber (sav), sahebeleri Dâru’l-Erkam gibi yerlerde gizli eğitiyordu. Bazı müşrikler Peygamber’i takip ediyor, davetine engel olmaya çalışıyor, onu yalancılıkla ve ataların dinine ihanetle suçluyorlardı. Amcası Ebu Leheb’in bu konudaki çabaları buna tipik örnektir. Baskı ve işkencelerin şiddetinden dolayı bir kısmı Habeşistan’a sığınmak zorunda kalmışlardı.

5-Hicretle müslümanlara savunma savaşı (kıtal) izni verildi. Bu da İslâmî daveti korumada ve önünü açmada son derece önemli bir merhale idi.

6-Hicret imanı muhalefetten iktidara taşıdı. Bu göçten sonra oluşturulan model toplum sonraki çağlara etki etti.

7-Hicretle birlikte İslami ahkam gelmeye ve uygulanmaya başlandı. Bu bir yönüyla Vahyin toplumsal hayata müdahalesi idi.

8-Hicret, mü’minleri camiye kavuşturdu. Yani merkeze, birlikteliğe (vahdete), organizeye, toplumsal olmaya.Hicretle İslam kitleselleşti, bir vucüd olarak ortaya çıktı.

9-Hicret mü’minlere vatan bilincini öğretti. Bir ülkenin vatan olarak değeri orada İslâmın gereklerini yapabilmekle, kutsal değerleri yaşatabilmekle ortaya çıkar. İslâmın yaşanmasına izin verilmeyen, kutsal değerlerin ayaklar altına alındığı yerler mü’min için kuru toprak parçası olmaktan öteye geçmezler.

10-Hicretle müslümanlar yavas yavas fransizca ifade ile “le jura” olmaktan “de facto” konumuna yukseldiler.

10-Hicretle müslümanlar yavaş yavaş  ile “de facto” olmaktan “de jura” konumuna yükseldiler. Fiilî durumdan hukukî statü kazandılar.Nitekim bu Hudeybiye anlaşmasıyla gerçekleçti. Bu yüzden Kur’an bu anlaşmaya Apaçık bir Fetih diyor. Zira bu anlaşma ile o güne kadar kacak, suçlu, ayrılıkçı, isyancı sayılan, hatta ortadan kaldırmak üzere üç defa Medine’ye kadar gelmek zorunda kaldıkları müslümanları bir taraf, bir muhatap, bir siyasi güç olarak tanıdılar. Bu da hem İslâmî davetin önünü açan bir gelişme idi, hem de müslümanlar için büyük bir diplomatic zafer idi.

11-“Yine onlar, seni yurdundan çıkarmak için nerdeyse dünyayı başına dar getirecekler. O takdirde, senin ardından kendileri de fazla kalamazlar.”(17)

BuradaPeygamberin yurdunda zorbalıkla çıkarılacağı, ardından da mucizevî bir şekilde onların da orada fazla kalamayacakları söyleniyor.

Bu demektir ki Hicret  şirkin Hicaz’da inkiraz bulacağının müjdesidir.

12-Hicret sünnetullah’ın bir hatırlatmasıdır. Kazanmak için çalışmak, varmak için yola koyulmak, kavuşmak için vazgeçebilmek gerekir. Allah’ın yasasında bir değişme olmaz. Önceki peygamberlerin bir çoğu davetlerini yaymak için yerlerinden yurtlarından edilmişlerdi.

Bugün de daralan, bunalan, İslâmı yaşamada sıkıntı yaşayan, daveti istediği halde yapamayanlara Kur’an diyor ki: “Allah’ın arzı geniş değil miydi; hicret etseydiniz ya.”(18)

13-Hicret samimi olan mü’minler yani sâdıklar ile imana pamuk ipliği ile bağlı olanların sınandığı ciddi bir sınavdı. Nitekim işini gücü, hatta ailesini ve vatanını terketmek, azılı düşmanların içindeki öldürmek üzere saldıracağı bir yatağa yatmak, başına ödül konulan birisiyle on günlük yola çıkmak sâdık iman ister.

14-Hicretle birlikte Ensar ve Muhacir arasında tarihte eşine az rastlanan model din kardeşliği kuruldu ve bütün çağlara örnek yapıldı.

15-Yesrib önceleri Hicaz’da mütevazi bir kasaba iken Hicretle birlikte dünyanın gidişatına etki eden çok önemli bir merkez haline geldi.(19)



(1) R. el-Isfehani, Müfredat, s: 782

(2) Müzemmil 73/10

(3) Meryem 19/46

(4) Müdessir 74/5

(5) Mü’minûn 23/67. Ayrıca bakınız: Nisa 4/34

(6) Furkan 25/30

(7) Buhârî, Îmân/4 no: 10, Rikâk/26 no: 6484. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Cihâd/2 no: 2481. Nesâî, Îmân/9 no: 4999,

(8) Ebu Dâvûd, Vitir/12 no: 1449

(9) Müslim, Fiten/130 no: 7400. Tirmizî, Fiten/31 no: 2201. İbni Mace, Fiten/14 no: 3985

(10) M. Esed, Kur’an Mesajı, 1/63

(11) İbni Manzur, Lisânu’l-Arab 15/23

(12) Nahl 16/41

(13) M. İslâmoğlu, Hac Risalesi, s: 110

(14) M. İslâmoğlu, Sözün Gücü mü Gücün Sözü mü? S: 203-204

(15) Buhârî, B. Vahy/1 no: 1, İman/41 no: 54, Itak/6 no: 2529

(18) Fetih 48/1

(17) İsra 17/76

(18) Nisa 4/97

(19) A. Demircan, Nebevî Direniş: Hİcret, s:156