Güçlü ve Güvenilir Genç
“Ne zaman ki Musâ(as) bedenî açıdan güç ve kuvvetini elde etme, aklî açıdan bilgi ve tecrübesini olgunlaştırma, hür ve sağlam irade kullanma yaşına ulaştı, biz de ona ayrıca hükm (hikmet) ve ilim verdik.
Biz, iyilik edenleri işte böyle mükâfâtlandırırız.” (Kasas Sûresi 28/ 14)
04/12/2013 - 13:20

Musâ(as) belli bir olgunluğa, bilgi ve tecrübeye ulaşınca çevresinde yaşananları daha iyi değerlendirmeye başlamıştı. Firavun’a, onun çılgınlık ve zulmüne ayak uyduran halkının nasıl bir bataklıkta yol aldıklarını, daha iyi idrak eder olmuştu.
 
Artık bedeni gelişmiş, kendine olan güveni artmış, bilgi ve tecrübesine, Rabb’inin lütfettiği ilim ve hikmet de eklenince haksızlılar ve yanlışlar karşısında susmamaya başlamıştı.
 
Yaptığı konuşmalar ve tenkitler yerli yerinde konuşmalar ve tenkitler olsa bile, giderek yayılmaya başlayınca Mısır halkının dikkatini çekmiş ve giderek kendisine karşı tavır alınmasına yol açar olmuştu. Çünkü yaşanılan ülkenin sahibi konumunda olan bu insanlardı. Onların inandıkları değerler, kutsal saydıkları şeyler ve yaşadıkları hayat tarzı tenkit ediliyordu. Firavun’un kendileri gibi bir insan olduğunu, yemeye, içmeye muhtaç bir insanın asla ilahlık vasfı taşıyamayacağını, ona ve insanlar tarafından yontularak yapılmış heykellere, putlara tapmanın manasızlığını, çirkinliğini, yanlışlığı vurgulanıyordu…
 
Aradaki fikir ve inanç ayrılığı giderek daha da netleşti. Şimdi arada soğuk rüzgarlar esiyordu… Bu yüzden Musa(as) şehre giriş için insanların sokaklardan el etek çektiği bir anı seçmişti. Çok fazla insanla karşılaşmak istemiyordu. Issız sokaklarda ilerlemeye başlamıştı.
 
Kaynaklarımız daha çok bu vakti, güneşin ışıklarını daha keskin, daha canlı gönderdiği, gölgelerin daha kısa, hararetin daha yüksek olduğu öğle sonları olduğunu naklederler. Bu vakit, sıcak iklimlerde “kaylûle” denilen öğle uykusu vaktidir. İnsanlar evlere çekilir, yemeklerinin yer ve ortalık serinleyinceye, gölgeler uzayıp sokaklara hakim oluncaya kadar dışarı çıkmazlar. Çok defa ıssızlık, gecelerden çok bu vakitte sokaklara hakimdir.
 
Musa(as) da ıssız sokaklarda ilerliyordu. Çok geçmeden sessizliği ve ıssızlığı bozan bir hadiseyle karşılaştı. Kendisi gibi Benî İsrâil’den olan birisi, Mısır’ın asıl yerlilerinden olan “Kıptî” asıllı, Firavun’un adamlarından biriyle kavga ediyorlardı.
 
Tabiî âlimlerinden Saîd İbn Cübeyr(rh.a), Mısırlının Firavun’un ekmekçisi olduğunu zikreder; Katâde de onun Benî İsrâil’li olan kişiden Firavun’un saray mutfağına odun taşımasının istediğini, kabul etmeyip karşı koyunca da aralarında kavga çıktığını söyler.[1]
 
Musâ’yı gören ve Kıptî’nin karşısında zayıf düşen İsrâilî, ondan yardım istemeye başladı. Musâ selim fıtrat gereği zayıf ve mazlum durumda olan bu kişiye yardım etmek istedi. Kıptî kendisine karşı da saldırıya geçti. Musâ(as) öfkeli, çevre ıssızdı. Kıptî’ye iyi bir ders vermeye uygundu. Elini sıkmış, kasları gerilmişti.Yumruğu savurdu; darbeyi alan Kıptî yere yığıldı. Ölmüştü…
 
Evet Musâ(as) kızgındı, öfkeliydi ve Kıptî’ye iyi bir ders vermek istemişti ama işin bu dereceye varmasını, onun ölmesini arzu etmemişti.
 
Bir yumruk normal şartlarda öldürücü değildir. Ancak onun vurduğu yumruk, zulmünü engellemeye çalıştığı bu insanı öldürmüştü. Şimdi dehşet içindeydi. “Bu, şeytanın işi. O, gerçekten saptırıcı, apaçık bir düşmandır,” dedi. Sonra Rabbine yönelerek duâ etti.
 
Hâdise ve Hz. Musa’nın duâsı için Zikr-i Hakîm’e dönüyor, ona kulak veriyoruz:
 
“Musâ şehre, halkının haberinin olamayacağı bir vakitte girdi. Orada birbiriyle dövüşen iki adam gördü. Bunlardan biri kendi milletindendi; diğeri de düşmanı Firavun’un adamlarından. Kendi milletinden olan, düşmanına karşı ondan yardım istedi. Musâ, diğer adama yumruğuyla vurdu. Vurulan yumruk, adamın ölümüne sebep oldu. “Bu, şeytanın işi. O, gerçekten saptırıcı, apaçık bir düşmandır,” dedi. (Kasas Sûresi 28/ 15)
 
“Rabbim! Doğrusu ben kendime zulmetim, başıma iş açtım. Beni bağışla!” diye duâ etti.” Rabbi de onu bağışladı. Şüphesiz, sonsuz mağfiret ve rahmet sahibi olan ancak odur.” (Kasas Sûresi 28/ 16)
 
Ve Rabbine bir de söz verdi:
 
“Dedi ki; “Rabbim! Bana ihsan ettiğin bu nimetler hakkı için artık mücrimlere asla yardım etmeyeceğim, arka çıkmayacağım.” (Kasas Sûresi  28/ 17)
 
Şimdi Firavun ve adamlarıyla arasındaki uçurum daha da büyümüş, var olan öfke ve düşmanlığa bir yenisi daha eklenmişti. Şimdi Musâ, istemeden de olsa onlardan birisinin katili idi ve düşmanlığını böyle bir noktaya kadar taşımış, getirmiş görünüyordu.
 
Hadise görülmüş müydü? Adamı öldürenin kim olduğu biliniyor muydu?.. Şüphesiz adamın ölüsü bulunmuş, öldürenin kim olduğu aranıyordu. İz sürenleri kendisine doğru yönlendiren bir ip ucu var mıydı?..  Musâ(as) bu soruların cevabını bilmiyordu. Ancak içinde korku vardı ve tedirginlik duyuyordu. Sık sık çevresini gözetiyor, her an tetikte bekliyordu.
 
“Şehirde korku içinde, etrafı gözetleyerek sabahladı.”
 
Âyet-i kerîme onun içinde bulunduğu durumu böyle özetliyor. Ancak tedirgin geçen bir gecen sonra ertesi gün beklemediği yeni bir olayla karşılaşıyordu. Bir gün önce kendisine yardım ederek Kıptî’nin elinden kurtardığı, onun yüzünden bir adamın ölümüne sebep olduğu ve tedirginliğinin ana kaynağı olan İsrâilî yine kavga ediyordu ve yine feryad edip ondan yardım istiyordu.
 
Musâ(as) yeniden öfkelenmişti. Ancak bu seferki öfkesi bir öncekinden farklıydı. Bir nebî emredilmeden cana kıymaz, insan öldürmezdi. Nebîler diğer insanlardan çok daha şefkatli olurdu. O, istemeden de olsa dün öldürmüştü. Henüz yaşadığı bu hadisenin tesirinden kurtulamamıştı. Bunu kendisi için bir günah saymış; “Rabbim! Doğrusu ben kendime zulmetim, başıma iş açtım. Beni bağışla!” diyerek Rabb’inden affını dilemişti. Dün gücünün yetmeyeceği biriyle kavgaya tutuşan ve mazlum görünen kişi, şimdi bir başkasını bulmuş onunla kavga ediyor, yine güç yetiremiyor ve avazı çıktığı kadar bağırarak kendisinden yardım istiyordu.
 
“Musâ ona; besbelli ki sen çok azgın bir kimsesin, dedi” (18)
 
Evet, kavga çıkartmaya meraklı biri olduğu anlaşılıyordu. Fakat kavganın sonunu getirmede hiç de becerikli görünmüyordu. Sanki Musâ(as), “Dün beni bir belâya bulaştırdın ve adam öldürttün, şimdi yeniden bir başka hataya mı sürüklemek istiyorsun?” der gibiydi. Sözlerinin ardından yine de olaya müdahale etti. Kıptî’yi yakaladı. Ancak onun söylediği sözler, kendisinden yardım isteyen kişiyi korkutmuştu. Belki de asıl kendisinin cezalandırılacağından korkuyordu; çünkü Musâ(as) onu azarlamıştı.
 
“Ey Musâ! Dün birinin canına kıyıp öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? Sen yeryüzünde kan döken bir zorba olma arzusundasın; insanların arasını ıslah eden, hayra vesile olan biri olmak istemiyorsun!?” dedi. (19)
 
Adam, hem suçluydu, hem de cıngar çıkartmaya meyilli cinstendi. Durmadan kavga çıkarıp ortalığı bulandırdığı yetmiyormuş gibi, dün Mûsâ(as) ile aralarında gizli kalan hadiseyi açığa vuruyor, bilinmeyen sırrı ifşâ ediyordu.
 
Kıptî olay yerinden kaçmış, duyduklarını yaymaya başlamıştı bile… Faili meçhul katil olayının faili artık bir çok kimse tarafından biliyor, haber hızla yayılıyordu.
 
Şimdi Kıptîler hareket halindeydi. Bir araya gelmeye, Hz. Musâ’yı ele geçirme ve cezalandırma planları yapmaya başlamışlardı.
 
Mısırlıların harekete geçişi çok geçmeden Musâ’ya (as) ulaştırıldı:
 
C Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi ve; “Ey Mûsâ! Şehrin ileri gelenleri seni öldürmek için aralarında istişarelerde bulunuyorlar. Hemen buradan çık! İnan ki ben senin iyiliğini isteyenlerdenim, iyiliğin için sana nasihat ediyorum!” dedi.D (20)
 
Kurtubî(rh.a), Mûsâ’ya haber ulaştıran bu kişinin ekserî müfessirlere göre Firavun’un amca oğlu olduğunu nakleder. Firavun âilesinden olan bu kişi, mü’min bir kimsedir. (El-Câmi‘ Li-Ahkâmi’l-Kur’ân, Kurtubî 13/ 266) Ara yollardan geçerek kimseye görünmeden süratle yol almış, peşine düşenlerden önce Musâ’ya ulaşarak tehlikeyi haber vermişti. (İbn Kesîr 3 283)
 
Musâ(as) şimdiye kadar hep refah içinde yaşamış, kimseden korku duymamış, saldırıya uğramamıştı. Şimdi aranıyor, öldürülmek isteniyordu. Üstelik peşine düşenler devlet adamlarıydı. Ellerinde büyük imkanlar ve askerî güç vardı. Doğrusu şu an kendisi ne kadar da yalnızdı… Firavun’un adamlarından birini öldürdüğü kesindi. Bu durumu nasıl izah eder, kendisini nasıl kurtarırdı!?. Bu konuda da fazla ümitli değildi. Kendisine tavsiye edildiği gibi şehri terk edecekti.
 
C İçinde korku duyarak, etrafı gözetleyerek şehirden çıktı.
 
“Rabbim! Beni zalimler topluluğundan kurtar!” diye duâ etti.D (21)
 
Sığınacak Rabbinden başka kimsesi yoktu ve o gerçekten muhtaçtı. Bineği yoktu ve yiyeceği de yoktu. Medyen’e gitmek istiyordu, yol da bilmiyordu.
 
Medyen’e gitmek istiyordu; çünkü Meyden ehli ile aralarında akrabalık vardı. Meyden İbrahim(as) neslindendi. Musâ(as) da İbrahim’ın(as) torunu olan Yakub’un(as) neslindendi. Artık bu bağı biliyordu ve gidebileceği orası vardı. Yolu bilmiyordu; çünkü hiç gitmemişti. Firavun’un sarayında yetişmesi sebebiyle çevresinde yardım edecek insanlar, hizmetkârlar olmadan fazla bir yere de gitmiş değildi. Şimdi ise yalnızdı ve gitmek zorundaydı.
 
C Medyen’e doğru yöneldiğinde; “Rabb’imden beni doğru yola iletmesini ümit ederim” diye duâ etti.D (22)
 
Duâsında doğru yolu, doğru istikameti bulmaya bile muhtaçlığın izleri vardı.
 
Bu âyet-i kerîmedeki “yol yol”, “hidâyet yolu, dünyâ ve âhiret yolu” mânâsına da tefsir edilmiştir ki, bu her zaman her mü’minin duâsıdır; duâsı da olmalıdır. Bu daha umûmî mânâdır ve duânın bu duânın mânâda olması elbette ki mümkündür.
 
Meyden Mısır’a sekiz günlük bir mesafedeydi. Firavun’un sultası altında değildi.
 
Musâ(as), sahrâlarda yol almaya başlamıştı. Issızlığın, sessizliğin ve meçhulün derinliğinde ilerliyordu. Kendisini Rabbine, yönünü onun irşadına teslim etmiş gidiyordu. Günlerce yol aldı. Henüz Meyden şehrine gelmeden bir kuyu başına geldi.
 
Kaynaklarımız bu suyun Medyen’e üç mil kadar uzaklıkta olduğunu zikreder.[2]
 
Musâ’nın(as) suya ulaşışı ve sonrasıyla ilgili bilgiler için yine Zikr-i Hakîm’e dönüyoruz:
 
C Musâ, Meyden suyuna varınca orada hayvanlarını sulayan bir grup insan gördü. Onların gerisinde de hayvanlarını durdurmaya çalışan iki kadın vardı. Onlara; “Derdiniz nedir?” diye sordu. “Çobanlar hayvanlarını sulayıp çekilmeden biz hayvanlarımız sulamıyoruz. Babamız çok yaşlı birisidir.”  D (23)
 
Bu kızlar Şuayb(as)’ın kızlarıydı ve Şuayb(as) çok yaşlıydı; artık evden ayrılmaya, davarları gütmeye, vakti gelince sulamaya ve diğer güç isteyen işlerle uğraşmaya tâkâti yetmiyordu. Bu işleri kızları yapıyordu. Onların da güçleri sınırlıydı; erkeklerle su başında yarışmaları mümkün değildi. Mahremiyetleri vardı; diğer çobanların arasına karışmaları doğru olmazdı. Bu yüzden hayvanlarını uzakta tutmaya çalışıyorlardı. Tutmaya çalışıyorlardı çünkü; susayan hayvanlar su başına gelmek ve susuzluklarını bir an evvel gidermek istiyorlardı. Bu durumda hem diğer hayvanlarla karışacaklar, hem kargaşaya hem de diğer çobanlarla nizâya sebep olacaklardı.
 
Bâdiyeler ve sahrâlarda sürdürülen hayatın şehir hayatından farklılığı, çok defa ince duyguları siler, yok ederdi. Davranışlara, hatta konuşmalara haşinlik hakim olur, su veya ot için yarışan koyunlar gibi, insanlar da öncelikle kendi istifadeleri için başkalarıyla kaba yarışa girmekte tereddüt etmezlerdi. İncelikler ve zerafet kaybolmuş, Şuayb(as)’ın kızlarının bu uzakta bekleyişi, diğer çobanları rahatsız etmez hale gelmişti. Onlara göre bu tabiî bir durumdu. Kadınlar kendileriyle boy ölçüşemediğine göre beklemeliydiler.
 
Şuayb(as)’ın kızlarının güttüğü davarlar, derinden su çekme zorluğu sebebiyle çok defa diğer hayvanlardan arta kalan suyu içerlerdi.
 
C Kızlardan duyduğu bu söz üzerine Musâ, onların davarlarını sulayıverdi. D  
 
Gördüğü manzara ve duyduğu sözler, günlerdir yol yürüyen, açlıktan karnı sırtına yapışan, tâkâti tükenme noktasına gelen Musâ’yı (as) harekete geçirmişti. Adaleli kollarıyla su çekmeye ve kızların davarlarını sulamaya başladı. Çok geçmeden sulama bitmişti.
 
İşi biten Musâ(as) şimdi yeniden açlığını, yorgunluğunu hissetmeye başlamıştı. Gözleri uygun bir gölge aradı.
 
C Sonra gölgeye çekildi ve; “Rabbim! Doğrusu şu an bana indireceğin her hayra muhtacım!” dedi.D (24)
 
Evet, gerçekten muhtaçtı. Çok şeye ihtiyacı vardı. Barınağa, elbiseye, ayakkabıya, dosta… ama hepsinden çok şu anda yiyeceğe ihtiyacı vardı ve isteyecek Rabbinden başka kimse yoktu. Şu anda yeryüzünde can taşıyan, nefes alıp veren en hayırlı varlık oydu. Yeryüzünde yaratılan nimetlere en lâyık varlık da oydu. Fakat en fakir, en muhtaç olanlardan biri de oydu.  Fakirliğini, muhtaçlığını, çaresizliğini Rabbi için dile getirdi. İhtiyacını dile getirirken seçtiği kelimeler, muhtaçlığının gönlünde meydana getirdiği derinliği de hissettiriyordu.
 
Onun bu şekilde Rabbine seslenişini kızlar duymuşlardı. Musâ (as)’ın suladığı davarlarını önlerin katarak hızla evlerinin yolunu tuttular. Onların erken gelişi yaşlı babalarını da şaşırtmıştı. Hayvanlarını bütün çobanların su başından çekilişinden sonra suladıklarını bildiği için onları bu vakitte beklemiyordu. Üstelik gelişleri de her günkü gelişlerinden farklıydı. Nasıl erken geldiklerini, acelelerinin sebebini sordu. Kızlar yaşadıklarını, gördüklerini babalarına anlattılar. Mûsâ(as) ‘ın kendilerine nasıl acıdığını, hayvanlarını sulayarak yardım ettiğini, nasıl iyi bir yürek taşıdığını, sonra bir ağaç gölgesine çekilerek Rabbine nasıl bir niyazda bulunduğunu aktardılar.
 
Onun Rabbine muhtaçlığını nasıl bir ifadeyle dile getirdiğini duyan Şu‘ayb(as); “Bu insan aç,” dedi. Kızlarından birini göndererek onu yanına çağırdı.
 
C Derken o iki kadından biri yanına geldi. Utana utana yürüyordu. Musâ’ya; “Babam seni davet ediyor; hayvanlarımızı suladığının karşılığını vermek istiyor,” dedi.D
 
Musâ(as) davete icâbet etmişti. Kızın önünde yürümeye başladı. Ona; “Sen bana yolu tarif edersin” dedi. Onun bu davranışları kızın dikkatinden kaçmıyordu.
 
Kaynaklarda üç mil olarak zikredilen bu mesafeyi aşarak Medyen’e, Şu‘ayb(as)’ın yanına geldiler. Kız hemen içeri girerek misafirlerinin geldiğini haber verdi. Şu‘ayb(as) kalkarak misafirini karşıladı, selam vererek içeri giren Musâ’yı kucakladı ve yanı başına oturttu.[3]
 
 
Musâ, babalarının yanına gelip de başından geçenleri ona anlatınca o; Korkma! Artık o zalim kavimden kurtuldun,” dedi. D (25)
 
C Şu‘âyb’ın iki kızından biri; “Babacığım! Onu ücretle çalıştır, çoban tut! O çalıştıracağın en hayırlı, güçlü ve güvenilir kimsedir,” dedi.D (26)
__________________________________
(1) El-Câmi‘ Li-Ahkâmi’l-Kur’ân, Kurtubî 13/ 260
(2)  Bak: Tenvîru’l-Ezhân (3/ 144)
(3) Bazı kaynaklar Şu‘ayb(as)’ın bu sıralar da artık gözlerinin de görmediğini nakleder. Bak: Tenvîru’l-Ezhân (3/ 145)
El-Câmi‘ Li-Ahkâmi’l-Kur’ân, Kurtubî 13/ 258 – 283
Tefsîru’l- Kur’âni’l-Azîm, İbn Kesîr 3/ 382 – 388