TRAVMATİK BİR TARİH
Kendilerine yabancılaşan, Batı'ya öykünen toplumlarımız halen “araf” ta yaşıyor. Ne kendisi olabiliyor, ne de Batılı olabiliyor.
04/12/2013 - 14:15

Ortadoğu'da Osmanlı İmparatorluğu yönetimi 16’ncı yüzyıldan20’nci yüzyıla kadar sürdü. Osmanlı Yönetimi hiç bir zaman etnik merkezli bir yönetim olmadı, etnik kökene hiç önem vermedi, Osmanlı İmparatorluğu çoğulcu yapısı olan kozmopolit bir imparatorluktu.
 
1’nci Dünya Savaşının galipleri, Ortadoğu'yu kendi çıkarları doğrultusunda, keyfi bir biçimde, bölge halklarının kültürel, tarihsel, siyasal ifade ve iradelerini hiçe sayarak şekillendirdiler. Halkların talepleri hiç bir zaman dikkate alın­madı. Ortadoğu’nun siyasal haritası Lozan Konferansıyla (1919) belirlendi. Bu haritada yer alan ülkeler sömürge iradesinin ürü­nü olan ülkelerdir. Sözü geçen ülkeler 2’nci Dünya Savaşından sonra yarı bakımsız hale geldiler.
 
Ortadoğu bölgesinde oluşturulan yapay/kukla/parya ülkelerde her tür otorite/iktidar laiklik yoluyla meşrulaştırılmıştır, bugün de aynı yolla meşrulaştırılacaktadır. Ortadoğu modern zamanlar boyunca hep ideolojik çatışmalara, kronik krizle­re, siyasal gerilimlere/çatışmalara sahne oldu.  Tunus, Fas, Ce­zayir, Libya, Mısır, Sudan, Suriye, Filistin, Lübnan, Irak, Ür­dün, Türkiye ve İran; etnik ulus devlet, milliyetçilik ve laik­lik temelinde biçimlendirilmişlerdir. İsrail, Ortadoğu'da, Batılı yabancı bir devlet olarak vardır.
 
 
 
Ortadoğu'da modern tarih Napolyon'un Mısır'ı işga­li ( 1798) ile başladı. Bu tarihten itibaren, sömürgecilik ve emperyalizm yoluyla Batılılaşma küreselleştiriliyor, dünyanın Batılılaştırılması tamamlanmaya çalışılıyor. Dünyanın Batılılaş­masının tamamlanması “tarihin sonu” olarak tanımlanıyor. Ancak, İran İslam Devrimiyle (1979) "tarihin sonu" iddiasının kesintiye uğradığını görüyoruz. İslam Devrimi dünyaya açılan yeni bir bilincin adı olmuştur. İran, modern zamanların ilk İslam Devleti'dir.
 
Dünyanın Batılılaştırılmasına yönelik her girişim, her uygulama, özgün/yerel/bağımsız bütün geleneksel yapıların parçalanması anlamına gelir. Dünyanın Batılılaştırılması girişimleri Batılı seçkinlerin, yerli işbirlikçi seçkinlerle işbirliği yapmaları yoluyla hayata geçirildi. Günümüzde Ortadoğu'da bütün ülkeler, toplumlar, halklar gelenek ile modernlik arasında bir yerdedir. Ortadoğu’da, İslam Dünyasının diğer bölgelerinde modernleşme, Batılılaşma girişimleri hiç bir şekilde bir gerçekliğe dönüşmedi, her yerde, her zaman ideolojik bağlamla sınırlı kaldı.
 
Kendilerine yabancılaşan, Batı'ya öykünen toplumlarımız halen “araf” ta yaşıyor.  Ne kendisi olabiliyor, ne de Batılı olabiliyor.
 
Ortadoğu'nun travmatik bir tarihi var.
 
Toplumlarımıza yönelik laikleştirici zihniyet ve uygulamalar, sömürgeciliğin ve otoriter yönetimlerin yansımasıdır. Laiklik her ülkede, Türkiye’de olduğu gibi modernleştirme girişimlerinin yukarıdan dayatılan otoriter politikaların vazgeçilemez bir aracı olmuştur. Ulus-devlet'in ve laikliğin otoriter karakteri akıldan çıkarılmamalıdır. Ortadoğu'da diktatörlükler, emperyalistler tarafından imal-icat edilmişlerdir. Modernliklerin, laikliklerin, Aydınlanma yapılarının, kurumlarının dayatma ve kaba güç yoluyla toplumlarımıza kabul ettirilebileceği hesaplanmıştır.
 
Toplumlarımızda “devlet” din aracılığıyla kutsallaştırılmış, dokunulmaz kılınmıştır. Devletin kutsallaştırılması, dokunulmaz kılınması demek, toplumun zayıflatılması, güçsüzleştirilmesi, edilgenliğe mahkûm edilmesi demektir. Otoritenin, iktidarın niteliği ne olursa olsun, otoriteye kayıtsız şartsız itaat-sadakat ibadet haline getirilmiş, böylece diktatörlere diktatörlüklere yönelik eleştiri/muhalefet Müslümanların gündemlerinden çıkarılmıştır.
 
İçerisinde bulunduğumuz günlerde, Mısır'da, Müslüman Kardeşler’in askeri otoriteye karşı sürdürdüğü muhalefet, ayak­lanma tarihin kaydına geçirilmesi gereken önemli bir gelişmedir. Ulus-devlet, laiklik, Aydınlanma ideolojileri aracılığıyla İslam’ın belirleyici otoritesi, statüsü sarsılmıştır. İslam’ın belirleyiciliğinin yerini, ne yazık ki, devlet'in belirleyiciliği almıştır. Busüreç içerisinde Müslüman toplumlar geçmişe yönelik ütopyalar, romantizmler içerisin de yaşarken bugünü, bugüne ait projeleri, geleceği ve geleceğe ait projeleri ihmal etmiş, savsaklamışlar şimdiki zamanların dinamiklerine yabancılaşmışlardır. Otoriter laiklikler; halen İslami duyarlığın, bilincin, muhalefetin toplumsallaşması önündeki en büyük engeldir.
 
Hangi alanda olursa olsun, her zayıf bünye, her tür olumsuz dış etkiye açıktır, güç karşısında herkes her zaman dikkatli olmak zorundadır. Türkiye’de yaşandığı üzere tepe­den inme sosyal dönüşüm, İslam toplumlarında acımasızca hayata geçirilmiş, toplumlarımız güçsüzleştirilmiştir. Bugün de toplumlarımız yeni bir proje aracılığıyla, kendi referans kaynaklarımdan, değer sistemlerinden uzaklaştırılıyor. Bu yeni proje, sağcı modernliğe dayalı neoliberalizmin küreselleşme şeklinde ilerleyişiile ilgi­lidir. Küreselleşme her tür neoliberal etkinin, elektronik medya aracılığıyla etki alanını genişletmesidir.
 
Küreselleşmeye dahil olmak demek, emperyalizmle özdeş­leşmek demektir.
 
Avrupa emperyalizmi uyuşturucu kaçakçılığı yoluyla (1840) tefecilik yoluyla, deniz haydutluğu yoluyla, Avrupa dışı dünyayı etkisiz kılmak üzere yola çıkmıştı. Aydınlanmacı evrenselcilik, kültürel eşitlik ideolojik bir propaganda klişesi olmaktan öte geçemedi. Asıl belirleyici olan Avru­pa ırkçılığı ve tekelciliği oldu. Bugünde durum çok fark­lı değil. Medya uyuşturucularımla, ideolojik ve kültürel uyuşturucularla, “neoliberal demokrasi” uyuşturucularıyla toplumlarımız her türlü yerel ya da küresel diktatörlükle aracılığıyla kolaylıkla kontrol edilebiliyor.