NAFİLE NAMAZLAR
Nafile kelimesi, lügat manaları açısından değerlendirildiğinde önümüze birçok mana çıkar. Dikkat edildiğinde bunların ifade incelikleri ile birbirine bağlı olduğu görülür. Biz bunların arasından üzerinde duracağımız konu ile ilgili olarak bir dilimini seçiyor ve onlardaki vurguları paylaşıyoruz:
23/10/2014 - 17:41

   Nafile; fazlalık, asla ziyade, ganimet, hibe, atiyye, torun, farz ve vacib hükmünde olmadan yapılan ibadet, bir işi üzerine vazife olmadan gönülden gelerek yapma manalarına gelir.1

   Ganimete nafile denmiştir, çünkü dünya malı edinme gayesi olmadan yapılan cihada ve elde edilen zafere ek olarak mücahidlere helal kılınmıştır. Üstelik geçmiş ümmetler için ganimet helal değildi. Ganimet, Ümmet-i Muhammed’e onlara göre bir fazlalık olarak helal kılınmıştır.

            Hibe ve aıiyyede de aynı mana bağının olduğu açıktır.

Toruna nafile denmesi ise, bir insanın kendi çocuğunun asıl, onun çocuğunun ise o asılın meyvesi olduğu içindir. Ülkemizde de halka arasında latife yollu; “Bir insanın kendi çocuğu sermayeden sayıldığı, torunu kâr olduğu için daha çok sevilir” denilir. Zikr-i Hakîm’de bu manayı ifade eden bir âyet vardır:

“İbrahim’e, İshâk’ı ve nafile olarak (fazladan bir bağış olmak üzere) Ya’kub’u lütfettik. Her birinin salih insanlardan kıldık.” (Enbiyâ,21/ 72). 

Bilindiği gibi Ya’kub (as) Hz. İshak’ın oğlu, Hz. İbrahim’in torunudur.

Ancak bizim burada üzerinde duracağımız mana esasen farz ve vacib hükmünde olmadan yapılan ibadetlere nafile denmesidir. Bunun da diğerleri ile bağı açıktır.

        İnsanın üzerine farz veya vacib olarak namaz kılması, gönülden gelerek huzur-u ilahîye durması ve Rabbi için secde etmesi ayrı bir güzellik taşır.

        Nitekim Buhârî’nin naklettiği uzunca bir kudsî hadis içinde Allah -azze ve celle-; “Kulum bana nafilelerle yaklaşır,” buyurur.

        Bir insanın yapması üzerine farz olan bir şeyi yapmaması ciddî bir kusurdur, kulu vebale sürükler, manevî olarak borçlandırır, kasten terki isyan manası taşır. Yapıldığı zaman insana ecir kazandırır, üzerindeki mesuliyeti düşürür.

     Nafile ise sadece ecir kazandırır, kulun hayır hanesini çoğaltır.

    Nafilenin tarifinden de anlaşıldığı gibi farz ve vacip olmayan ve Allah rızası için eda edilen bütün namazlar nafiledirler. Müekked sünnetler de bu isim adı altında yer aldığı gibi, gayr-ı müekked sünnetler, müstehap ve mendup namazlar, hatta sünnet çerçevesinde yer almayıp da bir insanın “şu anımı Allah’a ibadetle değerlendireyim” diyerek uygun bir vakit diliminde ayağa kalkıp Allah rızası için kıldığı namazlar da nafile namazlar içinde yer alır.

 ·     O, hadis-i şerifte buyrulduğu gibi kulu Allah’a yaklaştırır. Çünkü mecbur olunmadan huzura duruştur. Gönülden gelerek yöneliştir. Allah’ın huzurunda daha fazla bulunma, ona daha fazla secde manası taşır. O, var olan güzelliğe güzellik katar.

 ·     O, Rasûlullah’ın(sav) şefaatine nâiliyete vesiledir. Çünkü Allah Rasûlü(sav) nafile kılmış ve nice buyruklarıyla teşvik etmiştir. Onun sevdiği, amel ettiği ve teşvik ettiği yolda yürümek, onun teşvik ettiği yolda Rabbin huzuruna onun öğrettiği gibi durmaktır. Onun yolunu yol edinmektir.

 ·     O, farz namazların tamamlayıcısıdır. Çünkü Rasulullah(sav) Efendimiz, namazın Allah katındaki kıymetini vurguladığı bir hadislerinde şöyle buyurur: 

 “Kıyamet gününde kul, amellerinden hesaba çekilirken ilk hesaba çekileceği şey namazıdır. Eğer namazının hesabı güzel çıkarsa kurtuluşa ulaşır, felaha erer. Eğer namaz hesabı kötü ise, kaybı büyük olur, hüsrana uğrar.

Farz namazlarında noksanlıklar varsa Rabb –azze ve celle-; Bakın kulumun üzerine farz olmadan eda ettiği (nafile) namazlar var mı? buyurur. Varsa, farz namazlarının noksanları onlardan tamamlanılır. Daha sonra diğer amallerinin muhasebesi bu minval üzere yapılır.”1

        Bu hadis-i şerif dikkatle değerlendirilmesi gereken bir hadistir. İfade ettiği mananın içinde kaza borcu olan kişinin de sünnet kılabileceği manası taşır. Zihin bulanıklığına sebep olanlar sebebiyle bu da ayrıca üzerinde durulması gereken bir meseledir.

        Bir davayı temelden başlayarak bütünüyle yeniden kurmak ve şekillendirmek için verilen mücadele hiç de basit bir mücadele değildir. Bu dev dağları yerinden oynatmaktan daha zordur. Hele de bu batılı yıkmak, yerine hak davayı kurmak mücadelesi ise… Allah Rasûlü(sav) batıla akan bir insanlık selini durdurmayı ve onları hakka döndürmeyi başarmış, geride binlerce sahabi, hak dava eri mü’min gönüller bırakarak gitmiştir. Bunun her safhasının üzerinde ayrı ayrı durmak, her dilimini ibret süzgecinden geçirmek, müzakere etmek ve örnek olarak almak gerekir.

Ancak bu noktada vurgulamak istediğimiz bir başka ibret levhası daha vardır. Allah Rasûlü’nün bu mücadelenin içinde, seferler birbirini takip ederken, düşman saldırılarına göğüs gerilirken, tebliğ çalışmaları yepyeni boyutlara taşınırken, birçok sahabi ile fert fert uğraşılırken, mü’minler ilim ve irfanla yüklenir, titiz bir eğitim süzgecinden geçirilirken nafile ibadetler için zaman bulması, gelmiş, geçmiş bütün günahlardan affedilmiş bir kul, habibullah, halilullah, iki cihan serveri olmasına rağmen Rabbinin huzuruna durması, bunun hikmeti sorulunca da; “Rabbime şükreden bir kul olmamayım mı?” buyurmasıdır.

        Biz onun ümmetiyiz. Yarın onun safında haşr edilmek, onun sancağı altında buluşmak, ebedî hayatı onunla yaşamak istiyoruz. Eğer bunu gönülden istiyorsak onun sünnetini sünnet edinmeli, onun yolunu vazgeçilmez yol bilmeli, onun yaşayış ve amel ediş tarzını kendimize gerçek manada üsve-i hasene kabul etmeli ve irşadına kulak vermeliyiz.

      Nafile namazların bir bölümü revatip sünnetler olarak yâd edilir. Bunlar günlük farz namazlara bağlı olanlardır.  Sabah namazının sünneti, öğle namazının ilk ve son sünnetleri, ikindi namazının sünneti, akşam namazının sünneti, yatsı namazının ilk ve son sünnetleridir.

     Belki Cuma namazının ilk ve son sünnetlerini de bu çerçevede değerlendirmek gerekir.

     Bunların sahih hadislerle sabit olanları vardır, isnadı sahih derecesinde olmayan, fakat fıkhen amel edecek derecede güçlü hadislerle sabit olanları vardır. Allah Rasûlü’nün eda edişte gösterdiği titizlik derecesi de elbette ki bu namazların hükümlerini tayinde tesirli olmuştur. Bu yüzden de revatip sünnetlerin bir kısmı “müekked sünnetler”, bir kısmı da “gayr-ı müekked sünnetler” olarak zikredilir.

      Müekked sünnetler, Rasûlullah’ın devamlılığında titizlik gösterdiği sünnetlerdir. Dolayısıyla hakkında gelen rivayetlerin sıhhat derecesi de yüksektir.

   “Gayr-ı müekked sünnetler” geniş zaman, imkân ve fırsat bulduğu zaman kıldığı, zaman zaman terk ettiği, eda edildiği zaman kazanılan ecre dikkat çektiği sünnetlerdir.

    Nafile namazlara teşvik taşıyan hadis-i şeriflerden bir demet paylaşmak muradı daha iyi anlatacaktır:

Mü’minlerin Annesi Ümmü Habîbe(r.a.)3 rivayet ediyor: Rasûlullah (s.a.s.) Efendimizin şöyle dediğini duydum: “Müslüman bir kul, üzerine farz olmadan her gün gönülden gelerek 12 rekat namaz kılarsa Allah ona Cennette bir ev bina eder.”4

Yine Sahih-i Müslim’de yer alan bir başka rivayette hadis “Kendisine Cennette bir ev bina edilir,” şekliyle nakledilir.

Sünen-i Tirmizî’de gelen bir rivayet bu on iki rekâtın hangileri olduğunu beyan eder: “Dört rekât öğle namazından önce, iki rekât öğle namazından sonra, iki rekât akşam namazından sonra, iki rekât yatsı namazından sonra, iki rekât sabah namazından önce.”5

 Yine Âişe Vâlidemizden gelen ve Müslim, Ebu Davud ve Tirmizî’nin rivayet ettiği bir hadiste Efendimiz’in öğle namazına giderken odasında dört rekât sünnet namaz kılarak gittiği ve insanlara öğle namazını kıldırdığı bilgisi yer alır.6

Bu hadis-i şeriflerde yer aldığı gibi revatib sünnetlerin her biri hadislerde yer alır ve asırlardır ümmetin amelleri içindeki yerini alır.

Revatip olmayan, yani belli bir farz namazın vaktine bağlı olmayanla da vardır. Bunlara da haliyle “revatipten olmayan sünnetler” denir. Ancak bu namazlar daha çok kendilerine has olan adlarla anılırlar. Bunları şöyle sıralamak mümkündür:

1 – Teheccüd Namazı: Asıl vakti gecenin son üçte biridir. Yani seher vaktidir. Bu vakitte Allah rızası için yatağı terk etmek, nefse galebe çalarak ayağa kalkmak, abdest almak ve gecenin en saki n vakitlerinden olan bu dilimde Allah’ın huzuruna durup namaz kılmak ayrı bir mana güzelliği taşır. Gönle ayrı bir huzur, insana ayrı bir olgunluk ve manevi haz verir.

Bu namaz Allah Rasûlü’nün hiç terk etmediği bir namazdır. Bu namaz Efendimiz’in üzerine farzdır. Bu onun hususiyetinden sayılan hükümlerdendir. Zikr-i Hakim’de şöyle buyrulur:

“Rasûlüm, gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir fazlalık olmak üzere namaz kıl. Böylece Rabbinin seni Makam-ı Mahmu’da göndereceğini, bu yüce makama ereceğini ümid edebilirsin.” (İsrâ, 17/ 79)

Bu namaz, her ne kadar bir rahmet ve şefkat tezahürü olarak ümmet üzerine farz olmasa da, kıymeti ve insanı yücelttiği manevî olgunluk asla küçümsenmemelidir. Müekked bir sünnet olduğu da unutulmamalıdır. Bunun içindir ki Allah Rasûlü (s.a.s) tarafından teşvik edilmiştir. İmam Tirmizî’nin naklettiği bir hadis-i şerif bunun örneklerindendir:

 “Gece namazına dikkat ediniz. Çünkü bu sizden önceki salihlerin âdetidir. Gece namazı kişiyi Allah’a yaklaştırır, günahlardan alı kor. Kötülüklere kefarettir. Bedenden hastalıkları giderir.”

 Ebu Davud’un naklettiği bir başka hadis farklı bir güzelliği vurgular:

“Bir insan seher vaktinde hanımını da kaldırır, birlikte iki rekât namaz kılarlarsa, zikreden erkekler, zikreden kadınlar zümresinden sayılırlar.”

 Bu namaz, iki rekâttan başlayarak ikişer rekâtlar halinde 8 rekâta kadar kılınabilir. Amel daha çok bu şekildedir. Kerahet vakti olmayan bir zaman diliminde Allah rızası için kılınacak bir namazın elbette ki üst sınırı yoktur.

2 - Duhâ (kuşluk) Namazı: Güneş doğup, bir-iki mızrak boyu yükselişinden, diğer bir deyişle kerahet vaktinin çıkışından istiva vaktine kadar olan zaman diliminde kılınan namazdır. Daha çok 4 ve 8 rekat olarak eda edilir. Sübutu sahih hadisler iledir.

 Kardeşlerimiz, İmam-ı Nevevî’nin (rh.a.) sahih ve hasen derecesindeki hadislerden derlediği, kaynaklarına işaret ettiği Riyazü’s-Salihîn isimli eserin fazîletlerle ilgili bölümüne müracaat ettiklerinde bu hadislerden bir çoğunu orada toplu olarak bulabileceklerdir.

Ayrıca hadis kitaplarının nafile namazlarla ilgili bölümleri bizlere bu yönde bilgiler sunmaktadır.

3- Evvabîn Namazı: Akşam namazının sünnetinden sonra eda edilen namazdır.

 Evvâb, tevbe eden, hemen hatasından dönüp Allah’a sığınan, ona yönelen demektir.

 Evvâbîn namazının kemali 6 rekâttır.

 4- Tahiyyetü’l-Mescid Namazı: Bir mescide, camiye girince oturmadan önce Allah için orada namaza durmak o mabedin hakkıdır. Varınca henüz oturmadan sünnet veya farz bir namaz kılınıyorsa bu hak yerine getirilmiş olur. Eğer vakit girmemiş, dolayısı ile farz veya sünnet bir namaz kılınmayacaksa ve vakit kerahet vakti değilse o mescidin hakkı verilmeden oturmamalıdır. Bu güçlü bir sünnettir.

 Ülkemizde ne yazık ki bilgi eksikliği sebebiyle ihmale uğrayan namazlardandır.

 Bir başka yanlış davranış ve kanaat de, bu namazın ilk defa varılan bir cami de kılınacağı, bir kere varılıp kılınınca daha sonraki varışlarda kılınmaya hacetin olmadığı yönündedir. Bu namaz, her mescide varış için sünnet olan bir namazdır.

 5- Yolculuk (Sefer) Namazı: Sefere çıkacak bir insanın, yola çıkmadan önce evinde iki rekât namaz kılması, yolculuğun hayırlı geçmesi, salimen dönüşün olması, yolculuk sırasında geride bıraktıklarının hayr ve sıhhat, selâmet içinde olması için duâ etmesi sünnete uygun olandır. Dönüşte de önce köyünün veya mahallesinin mescidine uğrayarak iki rekât namaz kılıp hamd ü sena etmesi, şükrünü dile getirmesi dostlarını selamlaması, kendisine “Hoş geldin!” diyenlere karşılık vermesi Allah Rasûlü’nün (sav) sünnetlerindendir.

6- İhram Namazı: İhrama girmeden önce kılınan iki rekâtlı namazın adıdır. Allah Rasûlü’nün(sav) ameli böyledir.

        Elbette ki nafile namazlar bunlarla sınırlı değildir. Bunların dışında abdest veya gusül aldıktan sonra Allah için eda edilecek namaz, hacet namazı, istihare namazı, tesbih namazı olduğu gibi, kulun gönlünden gelerek rabbine yönelmek ve vakti değerlendirmek için kılacağı namazlar da vardır.

      Bahçesinde çalışan bir insanın bir ağacın gölgesine çekildiğinde tabiatla iç içe yaşarken ayağa kalktığını, abdest alıp suyun azalarındaki serinliğini duyarken rabbine yönelip iki rekât namaz kıldığını düşününüz. Bunun ecrini, gönlüne vereceği hazzı ve duyguyu da…

     Evet, sünnet namazlar farz ve vacip namazlar gibi bağlayıcı değildir. Yorgunluk veya meşakkat sebebiyle terkinde kınama yoktur. Onları eda daima kazanç getirir. Ancak bütünüyle terki sünnet-i seniyye’ye karşı tavırdır, vebaldir, kuruluktur, cefadır. Kınanmayı da hak eden bir tavırdır.

   Daha çok da alnı secdeye gitmeyenlerin; “Bu namazları kim bu kadar çoğaltmış,” şeklindeki saçmalıkları da küstahlık, cür’etkârlık, ilmî edebsizlik ve seviyesizliktir.

Olmayan namazlar icad etmek, onları farz ve vacip makamına koymak, “muhakkak kılınması gerekiyormuş”, “ömürde bir kere de olsa kılınması lazımmış”, gibi sözler, “neden kılmıyorsun?” şeklinde hesaba çekişler, sünnette olmadık, hadislerde zikredilmedik aşırı, bol sevap üretmeler, başkaları “bak neler biliyor” desin diye kaynak kitaplarımızda yer almadık bilgiler üretmek de çirkindir ve vebal getiricidir.

Mü’min, hak yolda, Allah ve Rasûlü’nün emrettiği ve öğrettiği yürüyen, ifrad ve tefridden uzak, dosdoğru yürüyen ve iki cihan saadeti ümid eden kuldur.

Emredildiği dosdoğru olmak ve dosdoğru yürümek, bunun için gayret göstermek, adımları bilerek ve şuurla atmak ne güzeldir…

1- Nafile kelimesinin lügat manaları için bak: Lisanü’l-Arab  (11/ 670-673), Sıhah (5/ 1833).

2- Hadisi Tirmizî Ebu Hureyre’den(ra) rivayet eder ve hadisin hasen olduğunu söyler.

3- Ümmü Habîbe künyedir. Asıl adının Remle olduğu kaynaklarımızda yer alır. Ebu Süfyan İbn Harb’in(ra) kızıdır. (Es-Siratü’n-Nebeviyye, İbn Hişam 2/ 645). 

4- Sahih-i Müslim, Salatü’l-Müsafirin (1/ 503). Hadis başka kaynaklarda ad yer alır.

5- Sünen-i Tirmizî, Salat.

6- Sahih-i Müslim, Salatü’l-Müsafirin (1/ 504), Câmiu’l-Usul 6/ 7).