Gençleri Nasıl Kazanabiliriz.
Önce Sevdirmeliyiz Kur’an Kurslarından birinde verdiğim bir konferans sonunda bir öğrenci eliyle bana bir not iletildi. Notta şöyle bir ifade yer alıyordu: Hocam! Kur’an-ı Kerim’i sevmiyorum, ne yapmalıyım? Bu soruya verdiğim cevabı sizlerle paylaşmak istiyorum:
30/05/2008 - 22:54

Kur’an’ı sevmeyen öğrenci Kur’an’dan söz ederken “Kur’an-ı Kerim” diye yazmaz. Burada kesin bir yanlışlık var. Kanaatimce sevilemeyen Kur’an-ı Kerim değil, sana Kur’an dersi verirken sert, katı, acımasız ve anlayışsız davranan hoca olmalıdır. Matematik dersini sevmeyen bir öğrenci, hoca değiştiğinde Matematik dersini daha çok seviyorsa; İngilizce’yi hiç sevmeyen bir öğrenci, hoca değiştiğinde İngilizce dersini daha çok seviyorsa; Kur’an-ı Kerim’i sevmiyorum diyen öğrenci için “Bu öğrencinin hocası ona Kur’an’ı sevdirememiş” denilmelidir.
Öğrencilerimize Kur’an’ı öğretmek kadar, Kur’an sevgisi öğretilmelidir. Sevilmeyen Kur’an’ın ezberletilmesi çok anlamlı değildir. Önce Kur’an sevdirilmelidir. Kur’an tilâveti ile birlikte; Kur’an ahlakı, Kur’an medeniyeti, Kur’an’ın rahmet anlayışı öğretilmelidir. Kısaca: Şu nebevî tavsiye değişmez ilkemiz olmalıdır:
“Kolaylaştırınız, Zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, Nefret ettirmeyiniz.” ( Buharî: İlim 11; Müslim: Cihad 5.

Gençleri Ya Güzellikle Tutmalı Ya Da Güzellikle Salıvermeliyiz
Okulda, kursta, çevremizde problemli gençlere karşı gönülden paylaşım, samimî yaklaşım, dayanışma ve yardımlaşma tavsiye edilmektedir. Son çare olarak “Ya İyilikle tutmalı ya da güzellikle salıvermeliyiz.”
Ailede boşanma kaçınılmaz ise, eşler arasında ağır geçimsizlik yaşanıyorsa, iki taraf birbirine kesinlikle tahammül edemeyecek bir duruma gelmişlerse son tavsiye nedir? Âyette dile getirildiği gibi son tavsiye: “Ya iyilikle tutmak ya da güzellikle salıvermektir”. (Bakara: 229) Boşanırken, ayrılırken bile tatlı bir şekilde ayrılma tavsiye edilmektedir.
Problemli olup çevreye zarar vereceği tesbit edilen ve mutlaka çevre değişikliğine muhtaç olan genç için bütün kapılar kapatılmamalı, mutlaka açık bir kapı bırakılmalı, gönderilmesi mutlaka gerekli ise güzellikle gönderilmelidir.

Gençleri Gözümüz Gibi Görmeliyiz
Gençler, bizim gözbebeğimizdir. Onlara gözümüz gibi bakacak, gözümüz gibi değer vereceğiz. Yanlış yapsalar bile onları dışlamayacak, onların problemleri varsa birlikte çözüm arayacağız. Rivayete göre Nasreddin Hoca’ya biri:
-Gözüm ağrıyor. Ne tavsiye ediyorsunuz? demişti. Hoca:
-Benim dişim ağrımıştı, çektirdim. Sen de çektir, der. Adam:
-Hoca, Diş çekilir ama göz çektirilmez, der.
Evet, gençler bizim dişimiz değil, gözümüzdür. Gözümüz mikrop kapsa bile çekemeyiz, çektiremeyiz. Gözümüz gibi sevdiğimiz gençler yanlış yapsalar da içimizden çekip atamayız. Toplumun dışına atamayız. Onların tedavisine çalışırız. Onları kötü arkadaşla, kötü çevre ile baş başa bırakamayız. Biz gençliğe sevdalıyız, biz gençliğe hizmet etmeye sevdalıyız...

Gençlerin Tertemiz Bir Gönle Sahip Olduklarını Unutmamalıyız
Genç adam, henüz amel defteri yeni yeni birikmeye başlayan, tertemiz bir gönül sahibi, önünde ümitler, beklentiler, emeller bulunan kimsedir. Genç enerjik, dinamik ve heyecanlıdır ama potansiyel günahkâr değildir. Ön yargılarla lekeleyerek, gençleri potansiyel günahkâr görmek, günümüzün en büyük yanlışlıklarındandır. Tarih boyunca gerçek ilim adamları gençlere sevgi ve şefkatle yaklaşmışlardır:
İmam Gazali diyor ki: “Evladım! Senden gencini gördüğün vakit ‘Bunun günahı benden az’; senden yaşlısını gördüğün vakit ‘Bunun sevabı benden çok, bilmediğim tarafları ile benden faziletlidir’ düşüncesi ile onlara bak!”
Fatih medreselerinde genç öğrenciyi imamlığa geçiren aksakallı hocaya öğrencisi:
- Aman hocam! Ben nasıl olur da sizin önünüze geçip namaz kıldırırım? dediğinde,
- Evladım, senin amel defterin benimkinden daha temizdir, diyordu.
Evet, genç adamın amel defteri bizden daha temiz, gönlü daha hassas, duaları daha ihlâslıdır. Genç adama bu gözle bakılmalı, bu anlayışla kucaklanmalıdır.
Yanlış yollara düşen gençler de yok değildir. Ancak yanlış yola düşen genç ne kadar sorumlu ise, onun bu yola düşmesine zemin hazırlayan ya da ilgisizlikle ve vurdumduymazlıkla onu ihmal eden aile halkı, eğitimciler, medya ve yöneticiler de o kadar sorumludur.

Gözyaşı ve Gönül Duyarlılığını Kazandırmalıyız
Hindistanlı değerli ilim ve gönül adamı, Arap Dili ve Edebiyatı üstadı, İngiliz Dili ve Edebiyatı Profesörü merhum Ebu’l-Hasan en-Nedvi şöyle diyordu: “Modern eğitim, gençliğe iki şeyi öğretemedi: Gözyaşı ve gönül duyarlılığı (huşû).”
Günümüzde modern eğitimde genel olarak Allah için gözyaşı dökme ve Allah için gönül duyarlılığı öğretilmemektedir. Modern eğitimin böyle bir amacı da bulunmamaktadır. Gençliğe yaşı ve dönemine uygun duygulu, duyarlı, heyecanlı ve hassas bir eğitim programı verilmelidir. Eğitimdeki gönül duyarlılığı eksikliği “Manevî Motivasyon” dersleriyle mutlaka telâfi edilmelidir.
Modern hayatın ve modern teknolojinin günümüz insanına kazandırdığı imkân ve kolaylıklar malûmdur. Ancak manevî, ruhanî, sosyal ve kültürel açıdan insan giderek yozlaşmakta, manevî, ahlakî ve insanî değerlere karşı yabancılık yaşamaktadır. Günümüzde Allah için gözyaşı ve gönül duyarlılığı konusunda cimrilik yaşanmaktadır.
“Yaşarmayan gözden, ürpermeyen gönülden, faydasız ilimden Sana sığınırım” (Müslim: Zikr 73; Ebu Davud: Vitr 23; Tirmizî: Deavât 68; Nesaî: İstiâze 2; İbn Mace: Mukaddime 23.) buyuran Efendimiz (s.a.v), yaşaran gözlere, duyarlı gönüllere sahip olmamız gereğine işaret etmektedir.

Son Nefese Kadar Gençliğin Eğitimine Önem Vermeliyiz
Günümüzde yaşayan tanınmış değerli ilim ve gönül erbabından, elli yıldır Fatih Caminde İslamî İlimler dersleri veren muhterem M. Emin Saraç hocamız anlatmıştı:
İstanbul’a ilk geldiğim yıllardı. Hocam Ahıskalı Ali Haydar Efendi’den ders alıyordum. Yaşı doksanı geçmişti. Bir gün bana:
-Hafız Emin! Gördüğün gibi çok yaşlandım. Gücüm takatim kalmadı. Sesim soluğum çıkmıyor. Artık ders veremeyeceğim, dedi. Ben de mecburen:
-Peki, dedim. Fatih’te Üçbaş Camii yanındaki medresedeki odama öndüm. Ertesi sabah odamın penceresi çalındı. Baktım, hocam gibi çok yaşlı hanımı İsmailağa’daki İsmet Efendi Tekkesi’nden Üçbaş Camiine kadar gelmiş, pencereye vuruyordu. Bana:
-Hafız Emin oğlum! Hoca efendi seni çağırıyor, dedi. Koşarak gittim. Hocam bana:
-Hafız Emin! Dersi bıraktığım için dün akşam uyuyamadım. Bu nefes bende varken ben nasıl ders vermeyi reddedebilirim? diye düşündüm. Sen yine gel, derse devam edelim, dedi.
Gençliğe ilim ve irfan vermenin yaşı yoktu. Bunun emekliliği olmazdı. Son nefese kadar ilim yolunda yürümemiz tavsiye edilmişti. Gençliğin eğitimi bir meslek değil, bir manevî bir görev olarak kabul edilmişti.

 

[email protected]