İBRAHİM’İN ve HÂCER’İN KURBANI
-Kurban gerçeği
08/09/2016 - 09:05

Kurban olayı, tarihten günümüze kadar bazılarının yerine getirdikleri bir ibadet veya bir âdettir. İslâmın bâtıl dediği dinlerde bile ‘kurban’ anlayışı vardır.

İslâm, tarih öncesinden günümüze gelen bu ibadeti kaldırmamış, ama onu asıl olması gereken şekle sokmuştur. Başkaları kurbanı bir korkunun, bir çekinmenin, bir sığınmanın ihtiyacı olarak, tanrıların gazabını (öfkesini) dindirmek üzere verirlerdi. Kimileri de kurbanları tanrılarının yiyeceği sayarlardı. Hayvan kurban edildiği gibi, insan veya eşya da kurban ediliyordu.

İslâmda kurban ibadeti; Allah’a yaklaşmanın, O’nun sevgisini kazanmanın, malı O’nun yolunda harcamanın, O’na ait olanı yine O’na gönül rızası ile vermenin, fedakârlığın ve teslimiyetin, O’nun verdiği ni’metlerle sevinmenin ve ruhu dindirmenin bir sembolüdür.

İslâm’da kurban ibadetinin Âdem (as) ile başladığını, İbrahim (as) ile devam ettiğini Kur’an’dan öğreniyoruz. (Maide 5/27-31. Saffât 37/102-108)

Kurban; yani Allah’a yaklaşma sebebi; kulun Rabbi için vazgeçebildiğidir, O’nun yoluna verebildiğidir.

Bayramda kesilen kurbanlık hayvanlar buna sadece bir vesiledir, bir semboldür. Kur’an buna şöyle işaret ediyor:

“Onların ne etleri ne de kanları Allah'a ulaşır; fakat O'na sadece sizin takvanız ulaşır. Sizi hidâyete erdirdiğinden dolayı Allah'ı büyük tanıyasınız diye O, bu hayvanları böylece sizin istifadenize verdi. (Ey Muhammed!) Güzel davrananları müjdele!” (Hac 22/37)

Allah için vazgeçilen şey aslında; O’nun rızası için verilen, infak edilen, fi-sebîlillah harcanan, insanın yüreğinde sakladığı, değer verdikleridir.

Asıl bunlardan vermek fedakârlıktır.

Asıl bunlardan vermek takvaya daha uygundur.

Asıl bunlardan vazgeçebilmek babayiğitliktir.

-Yakın olmak için kurban:

Allah (cc) kurban kesmeyi iman eden bütün ümmetler için bir ibadet eylemi olarak emretmiştir. Böylece eti yenen hayvanları keserken Allah’ın adını ansınlar diye. (Hacc 22/34)

Kevser Sûresinde Allah (cc) Peygamberimize (sav) ‘Allah için namaz kılıp kurban kesmesini’ emrediyor.

Bu emir hem İbrahim’i (as) hatırlamak, hem de aynı teslimiyetin, aynı fedakârlığın devamını sağlamak, ayrıca mükâfata kavuşan İbrahim (as) gibi bayram sevincini yaşamaktır.

Peygamberimiz kurban kesmiş ve ümmetinin de kesmesini emretmiştir.

Deve ayakta iken ön ayaklarından biri bağlanıp boynundan boğazlanır ki buna ‘nahır’ denir. Sığır ve davar cinsi üç ayağı bağlanıp yerde boğazlanır ki bu kesim şekline de ‘zebih’ denilir.

Bu âyetteki ‘ve’nhar’; kurban kesmek manasında anlaşıldığı gibi, ellerini göğsüne kaldırıp tekbir almak şeklinde de anlaşılmıştır. (İbni A’rabî, Ahkâmu’l-Kur’an, 4/458. Cassâs, Ahkâmu’l-Kur’an, 3/475)

“Rabbin için namaz kılıp kurban kes…” Yani hem Rabbinin sana emrettiği farz namazları kıl, hem de dilediğin kadar nafile ibadetlere devam et. Allah’a şirk koşmadığının ve sadece O’na ibadet ettiğinin bir göstergesi olarak da kurban kes. İbadetini, kurbanını, ta’zimini sadece Allah’a tahsis et“ manasına da gelir. (Zemahşerî, el-Keşşâf, 4/802)

Bu âyet Hz. Muhammed’in şahsında bütün insanlara; “namazınızı/ibadetinizi sadece Allah (cc) için yapınız, kurbanınızı/adaklarınızı sadece Allah için kesiniz’ diye emretmektedir. (Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s: 1948)

‘ve’nhar’ emri, yani adı ve özelliği belli olan ‘bir kurbanı yalnızca Allah adına kes’ demektir. Zira şirk dinlerine inananlar, birden fazla tanrıya, ya da kendi elleriyle yaptıkları putlara ibadet ederler, kurbanlarını onlara adarlardı, ya da onların adıyla keserlerdi.

Peygamber (sav) bayram günü önce bayram namazını kılar, sonra da kurban keserdi. Bayram günü namazdan önce kurban kesenlerin ‘nüsük/kurban kesmediklerini, fakat ev halkı için et temin ettiklerini açıklardı. (İbni Kesir, Muhtasar Tefsir, 3/648. Cassâs, Ahkâmu’l-Kur’an, 3/476)

İslâm âlimleri ‘namaz kıl, kurban kes’ emrinden hareketle bütün müslümanların bayram namazı kılmalarının ve kurban kesmelerinin dinî bir emir olduğunu söylemişlerdir. (Cassâs, Ahkâmu’l-Kur’an, 3/476)

“Kurban, bir ibadet ve hürmet ifadesidir ki, bununla insan Allah’a yaklaşmaya çalışır yahut kurbandaki niyyet ve samimiyet insanı Allah’a yaklaştırır. Kurban olmak Allah’a yakın olmaktır. Allah’a yaklaşmak ancak ihlas ve aşkla, yani Allah’ı gereği gibi sevmekle olur. Kurban bu aşkın/sevginin bir aracıdır.”

Bu anlamda kurban, varlığın sahibine yönelişi ve boyun eğmeği (kunut’u) sembolize eder. İnsanın emrine verilen maddenin, yine O’nun emrine sunulmasıdır, ‘zaten senindi Rabbim, buyur’ diyebilmektir.”

İnsan adağını, bütün varlığın sahibi, var oluşunu ve varlığını borçlu olduğu Rabbine yapmalı.

Mü’min, kurban keserek O’na sevgisini ve gerçekten sadece O’na kurban olunabileceğini, sadece O’nun için kurban adanabileceğini gösterir. En azından bu inancını kendi içerisinde isbat eder, tadar ve bunun heyecanını yaşar.

‘Eyyam-ı nahr’, yani Zilhicce ayının onuncu, onbirinci ve onikinci günlerinin aynı zamanda hacc günleri olması dikkat çekicidir. Bazı müslümanlar kurban heyecanını hacc’da yaşarken, diğer müslümanlar evlerde bu sevinci paylaşırlar.

Kurban, her şeyden önce sevilen, elde edilmek için emek ve para verilen, zaman ve ömür

harcanan, değerli dünyalıklardan bir kısmını Allah için feda edebilmenin bir göstergesidir.

Bu anlayış insanı başka şeyleri de Allah (cc) yolunda feda etme fedakârlığına götürür.

a-İbrahim’in ve Hâcer’in kurbanı

Kurban ibadetinin tipik örneği Hz. İbrahim’ in (as) oğlu İsmail ile denenmesi olayıdır. (Saffât 37/102-108)

Burada gerçek bir mü’minin en sevdiği, kalbinin en müstesna köşesinde sakladığı en değerli şeyi; daha çok sevdiği, varlığın asıl sahibi Allah (cc) yolunda feda edebilmesini, ondan içinde hiç bir burkuntu olmadan vazgeçebilmesini; buna ek olarak da vazgeçtiği zaman kavuşabileceği ecri, şerefi, ulvi makamları görmekteyiz.

Bir baba düşünün ki bir oğul için altmış-yetmiş sene beklesin, gelen bu oğul da henüz delikanlı çağına ermeden asıl sahibi tarafından geri istensin...

Hem de öz babanın elleriyle...

Bu denemeyi ancak Hz. İbrahim gibi Rabbine en samimi imanla teslim olan İbrahim başarabilirdi.

Çünkü o biliyordu ki zaten Allah’a ait olan İsmail’den bu dünyada vazgeçebilmek, ona hem dünyada, hem de âhirette pek çok şey kazandıracaktı.

Vazgeçebildiği bir İsmail yerine milyonlarca İsmaili olacaktı.

O Rabbinin va’dine inanıyordu.

İbrahim’in (as) güzel davranışları ve bilinçli kulluğu, Kur’an’da onun ‘muhsin/iyi’ olarak anılmasına sebep olmuştur.

Bu aynı zamanda bütün müslümanlara ibadetlerinde ve dünyalık bütün işlerinde ihsan ahlâkı üzere davranmayı tavsiyedir.

Kurban olayı anlatılırken hep İbrahim’in (as) fedakârlığına, oğul İsmail’in teslimiyetine vurgu yapılır. İsmail’in adanmasında Hâcer’in, yani kutlu bir annenin rolü göz ardı edilir.

Halbuki onun bu konudaki fadakârlığı da gıpta edilecek kadar büyüktür.

Kimdi Hâcer.

Siz ona “Hicretin gelini” diyebilirsiniz.

Sadece bu mu? Hayır, daha ötesi ve daha büyüğü.

Kölelikten, Beytullah’ta mahşer sabahına kadar misafir olacak değere yükselen örnek bir kadın.

Hz. Hâcer; birileri için değerli bir köle,

Hz. İbrahim için çok güzel bir hediye,.

Hz. İbrahim için itaatkâr bir sahabe ve sadık bir eş,

Hz. İsmail için bulunmaz bir anne,

Allah için mûti’ (itata eden) bir kul, inananlar için kıyamete dek muhteşem bir örnekliktir. (C. Duman’dan)

İslâm tarihine adını teslimiyetiyle ve tevekkülüyle yazdırmış, büyük hanım...

İslâm milletinin örnek ailesi, her gün namazlarımızda andığımız ve salat okuduğumuz İbrahim Ailesi’nin hanım kahramanı. “Allah’ım Muhammed’e ve onun ailesine salat et. Tıpkı İbrahim ve ailesine salat ettiğin gibi.”

Hâcer, Peygamberimizin (sav) büyük büyükannesi…

Hz. İbrahim’e samimiyetle iman eden sâdık hanımı, sadâkati (yani Safa ile Merve tepeleri arasındaki sa’y’i) mü’minler için ibadet yapılan bir muttaki (takva sahibi) bir hanım.

Onun mahviyetle ve fedakârlıklarla dolu hayatı, Müslüman hanımlar için üstün bir örnektir.

Hz. Hâcer hakkında merhum Ali Şeriati, şâheser bir yorumla onu hak ettiği mevkie koyarak şöyle demektedir. "…Sayısı belirsiz yaratıkları arasından birisini seçmiştir. En saygın yaratığını, insanı ve onlardan da bir kadını. Onlar arasından kara derili bir kadını… Onlar arasından kara derili bir cariyeyi, en değersiz yaratığını (!). Onu kendi yanına oturtmuştur. Ona kendi evinde yer vermiştir… Tevhid ümmetinin adsız kahramanı, meçhul askeri böyle seçilmiştir!” (Ali Şeriati, Hac, s: 53)

Bir anne düşünün! Peygamber hanımı bir anne. Ama baba ihtiyar bir adam. Allah ona bir evlat nasip etti. Ancak işin hikmeti gereği bu biricik yavru ve anne Mekke’ye, ıssız bir vadiye bırakılacaktı.

Nitekim öyle oldu.

Bu kadın, bir bebekle birlikte bırakıldığı gayr-i meskûn mahalde, bir peygamberi yetiştiren, hac ibadetine bir anlamda ilk tuğlayı koyan, bir medeniyetin temellerinin atılmasına sebep olan Hz. Hâcer'dir.

«Ey Rabbimiz! Ey sahibimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını senin Beyt-i Harem'inin (Kâbe'nin) yanında, ziraat yapılmayan bir vâdiye yerleştirdim. Artık sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyledici kıl ve meyvelerden bunlara rızık ver! Umulur ki bu nimetlere şükrederler.» (İbrahim 14/37)

Hz. Ali’den gelen bir rivâyetine göre Hz. İbrahim oğlu İsmail’i bu vadiye getirme emrini, Kâbe’nin inşası emriyle birlikte almıştır. (Taberî, Tarih, 1/252-253)

Bazı kaynaklar Hâcer”in hz. İbrahim'e; "Bizi hiçbir ekinin bitmediği ve kimsenin yaşamadığı bu vadiye bırakıp gidecek misin?" diye sormuş. İbrahim de bunu Allah'ın emriyle yaptığını söyleyince; “Öyleyse ‘Hasbunallah-Allah bize yeter.’ O bizi korur ve gözetir diye cevap verdiğini anlatıyorlar.

Hâcer hz. İbrahim gibi bir kocanın hanımı, İsmail gibi bir lâkabı da “zebihullah-Allah için kurban olarak adanan” olan bir oğlun annesi, hz. Muhammed gibi bir peygamberin büyükannesi idi.

Safa ile Merve tepeleri arasındaki telaşlı koşuşturması hac için rükün (sa’y) yapılan bir hanım...

Hac var oldukca adı anılacak olan, hicretin gelini ölümsüz bir anne...

Zemzem içildikçe hatırlanacak, güzel bir ad bırakan ak yüzlü bir kadın...

b-Hâcer’in öğrettikleri:

-Kavuşabilmek için terketmeyi öğretiyor. Mekke’ye bırakıldı. Ama zemzeme kavuştu. Ayrılığa razı oldu, İbrahim’e kavuştu. İsmail’ini babası gibi feda etti İsmail’ine kavuştu.

-Hâcer bize eser bırakmayı öğretiyor. Öyle bir hayat yaşa, öyle eserler bırak ki adın hayırla yad edilsin. Arkandan dua edilsin, ama davul zurna çalınmasın. “Oh be öldü de kurtulduk” denilmesin. Ölümün İslâm cemaatinde bir boşluk meydana getirsin.

-Hâcer mü’mine kızlara sâlihlerle, mü’min erkeklere sâliha kadınlarla evlenmelerini, anne-babalara da sâlih evlat yatiştirrmelerini öğretiyor ki sâlih eşler bulsunlar.

-Hâcer örnek bir eş, örnek bir anne. Anneler Hâcer gibi, eşler Hâcer gibi olmalılar ki evlatları İbrahim’in, İsmail’in yolundan gitsinler, Hz. Muhammed’e ümmet olabilsinler.

-Hâcer, sabrın, metanetin, tevekkülüğn, sevginin, fedakârlığın, bağlılığını, tevazu ve mahviyyetin simgesidir.

-Beytu’l-Haram insana ‘lâ’ demeyi, İbrahim gibi putları tanımamayı ve gönlünde onları kırmayı, İsmail gibi kurban olmayı, Hâcer gibi Allah’tan razı olmayı öğretir.

-Meryem icin için Zekeriyya’nın rolü ne ise, İsmail için de Hâcer’in rolü odur. Yani bahçıvan olmak. Fidan dikmek, onu sulamak ve meyvelerini gelecek kuşaklara sunmak.

c-Ve bir oğul.

Belki seksen, belki yüz yaşına ulaşmış, âhir ömründe iki evlatla yüzü aydınlanan, kalbi sürûr bulan yaşlı bir nebinin biricik göz ağrısı.

Ama doğumndan bir müddet sonra ayrı yerlerde. Biri Mekke’de, diğeri Filsitin’de.

Kâbeyi yapma emrini alıncaya kadar İbrahim’in kaç defa Mekke’ye geldiğini bilmiyoruz. Ama bir defa kesin geldiğini Kur’an’ın anlattığı kurban olayından anlayabiliriz.

İsmail o zaman kaç yaşında idi, bilmiyoruz. Kur’an’ın dediğine göre yürüme çağına ulaşmıştı. Belli ki henüz çocuktu. .

Bir oğul düşünün. Babası aylar, belki yıllar sonra yanına geliyor. Nasıl sevindiğini tahmin edebilirsiniz.

O an o genç (çocuk) çıkıp Mekke’nin dağlarında şöyle haykırsa yeri idi: “Ey dağlar, ey vadiler, ey gökler, ey Mekke ahalisi, ey Zemzem! Duyun! babam geldi. Ben babama kavuştum. Babam ile olan hasretliğim sona erdi. Şükür kavuşturana!”

Onun gelişi sıradan bir babanın gurbetten eve dönüşü gibi değildir.

Ama o da ne?

Daha yeterince konuşamadan, hasret gidermeden, daha gelişin ne olduğunu anlayamadan diyor ki. “Seni kurban edeceğim.”

Böyle bir istek karşısında insan şaşırmaz mı? Ürpermez mi? Korkmaz mı? Can bu, kolay kolay verilir mi?

Hem niçin? Bunca eşyanın arasında kurban verilecek başka bir şey yok mu?

Niçin İsmail?

Yaşlı babanın biricik oğlu? Yaşlı babanın özel duası? Yaşlı bir babaya verilen mucize?

Niçin? Niçin? Niçin? Hikmeti ne ola ki?

Bu soruları biz soruyoruz; hz. İsmail gibi bir oğul değil.

Bu gibi şüpheler bizim nefsimizden kaynaklanabilir. Bu gibi tereddütler bizim aklımıza gelebilir.

Ama o oğulun aklına gelmedi. Zira o, o küçük yaşına rağmen Hakikati gören biriydi.

Biliyordu ki babası Peygamberdi asla Rabbinden habersiz iş yapmazdı. Rabbi de ona bir bir şey emretmişse mutlaka bir hikmeti vardı.

Yine o –tıpkı babası gibi- biliyordu ki Allah’a ait olan bir şeyi yine O’na geri vermek esef edilecek bir şey değildir.

Bugün canı seve seve O’nun yolunda vermek, yarın dirilişe sebep olacaktır.

Bugün O istedi diye vermek, O’nun katında değer kazanacaktır.

Hz. İsmail bu fedakarlığı gösterdiği ve bunun mükâfatını daha dünayda iken gördü.

Nasıl babası İbrahim (as) onca ağır imtihanları başarıp Hz. İbrahim (as) olduysa, onun adı da babasıyla birlikte ölümsüzleşti.

Peygamber olarak seçildi. Adı sâlihlerin ve sıddîklerin arasına yazıldı. Kâbe’nin yapımı ve bakımı ile görevlendirildi. Hidâyet rehberi, gençliğin örneği, kâinatın efendisinin büyük babası olmak şerefiyle şereflendi.

Adı kurban ile, yani Allah’a yakın olma niyetiyle, kurban ibadetiyle kıyâmete kadar anılır oldu. Ne zaman kurbandan bahsedilse babasıyla birlikte onun da adı akla gelir.

Öyle babaya böyle bir oğul.

Öyle bir samimiyete böyle bir mükâfat.

Öyle bir teslimiyete böyle bir ödül.

Öyle bir bağışa böyle bir karşılık.

d- Hz. İsmail’in bu teslimiyetinde altı tane önemli mesaj buluyoruz:

1-Mülk Allah’ındır. Öyleyse o mülkü dilediğine verir, dilediğinden alır. (Âli İmran 3/26) İnsan da Allah’a aittir. Dilediğini dünyaya getirir, dilediğini dilediği zaman buradan alır. (Yûnus 10/56. A’raf 7/158. Bekara 2/258) Öyleyse iman edene düşen bu takdire razı olmaktır.

2-Allah (cc) el-Hakîm’dir. Her şeyi hikmetle ve bir sebebe bağlı olarak yaratır. Hz. İsmail’in kurban aracı seçilmesi de bu hikmete göredir. Allah (cc) hakkında böyle bir ma’rifeti olan, Allah’ın takdirinden şikayet etmez, razı olur.

3-Peygamberler Allah adına yalan söylemezler, yanlış yapmazlar. Hz. İbrahim Allah’tan aldığı vahiy ile hareket etti. Bunu bilen İsmail hiç itiraz etmedi. Günümüzde müslümanlar da Peygamber Hz. Muhamamd’in (sav) misyonu, görevi hakkında aynen böyle düşünmeliler.

4-Mü’min kurbanla, varlık hiyerarşisini Allah’ın koyduğunu, bu hiyerarşideki yerini ve haddini bir daha hatırlar. “Haddini bilmek gibi irfan olmaz”, “kendi sınırını bilen, başkalarına ait sınırlara daha çok dikkat eder”, sözlerinden hareketle haddini tecavüz edip zalim olmaz.

5-Kurban ibadeti müslümana Allah’a ait mülkten insan olarak, O’nun izniyle ve O’nun adıyla istifade edebilmeyi hatırlatır. Bundan dolayı o kurbanı Allah için ve O’nun adıyla “bismillahi allahu ekber” diyerek keser, O’nun yolunda infak ederken de O’nun rızası için ve besmele ile infak eder.

6-Kurban takvayı ve ihsanı hatırlatır. Yani Allah’a sorumluluk bilinciyle hareket etmeyi, O’nu görüyormuş gibi O’na ibadet etmeyi hatırlatır.

Allah’a hesaba katarak hareket edenler, eninde sonunda kazanırlar.

-Bayramınız bağışladığınız kadardır

Kurban bayramı nedir? Kim nasıl görüyor?

Bir şeyin değerini, içinde değer ölçüsü olanlar daha iyi anlar. Zihninde değer ölçüsü olmayanlara istediğiniz kadar değerli şeylerden bahsediniz, anlamaz.

İsmail’in değerini en iyi İbrahim bilir. “İsmail’in değerini bilmek için İbrahim olmak gerek” demeye bilmem lüzum var mı?

Değil mi ki her şey O’nundu... Öyleyse O’na ait olan, ama insanda biraz emanet olarak bırakılan bir parçayı asıl sahibine vermek mü’minler icin kolay olmalı.

Tabi söylemesi kolay... ‘Hadi gel ver de göreyim seni’ derler adama.

Ama İbrahim verdi. İsmail verdi. Onun için onlar büyük oldular. Onlar da bizim gibi verseydiler, ya da hiç vermeseydiler; İbrahim ve İsmail olabilirler miydi?

Deneme bu... İlâhi imtihan... Sebebi sorulmaz... Hikmetinden sual olunmaz...

İbrahim, yakın olmak için kurbanını adadı. Kurbanı kabul edildi. Artık İbrahim bayram yapabilirdi. İbrahim bayramı hak etmişti.

Kabul edilen sadece kurbanı değil; gökten bağışlanan kurban, peygamberlerin atası olmak, tevhidin babası sayılmak, kıyâmete kadar hoş bir şöhrete sahip olmak, adı Son Peygamberle birlikte sürekli anılmak, insanlığa örnek olmak, beşere lider olmak. Dahası ‘Halilullah’ olmak.

İşte gerçek bayram budur.

Hem de öyle bir bayram ki dünya durdukça kutlanacak, Kâbe var oldukça yaşayacak, Hac ibadeti devam ettikçe, hacılar “lebbeyk-buyur Ya rabbi” dedikçe sürecek bir bayram.

O bayramın bir sonucu da Allah’ın İbrahim’e ve İsmail’e (as) Kâbe’yi yapma emrini vermesidir. Onlar ki ilâhî denemeyi başarıyla tamamladılar, Beytullah’ı inşa etme şerefi kazandılar. Ne büyük bir mükâfattır bu, ne güzel bir kazançtır bu, ne güzel makamdır bu...

Kurbanın ne ise bayramın odur. Hangi değeri O’nun yoluna feda edebiliyorsan, işte bayramın o kadardır. Âdemin kötü oğlu gibi en değersiz malını güya kurban adadım diye verdiğini sanırsan, sonunda gökten senin kurbanına nûr değil, nâr iner.

Her nimet, bir külfetin, bir zahmetin, bir çabanın, bir çalışmanın, bir mücadelenin sonucudur. Kişi bir sonuç elde etmek istiyorsa o sonuca ait o başarıya ait bedeli ödemek zorundadır.

Bugün İbrahim ve onun oğlu İsmail en güzel bir isimle anılıyorsa, bunun sebebi onların verdikleri imtihan, Allah yolunda ödedikleri bedel, verdikleri kurbandır. Bundan dolayı Allah (cc) onların kurbanını anlayacak bir kalbe sahip olanlara bir örnek, bir ibret yaptı.

“Eski bayramlar kalmadı” “Nerde eski bayramlar” diye hayıflanma. Bayram seninledir, senin niyetinde ve kurbanın boyutundadır.

İbrahim (as) gibi en değerli varlığını O’nun yolunda feda etmeye hazır ol; göreceksin ki bayramın büyük ve değerli olacak.

Küçük kurban adayıp da büyük karşılık beklemek uygun değildir.

Bağışı ve teslimiyeti büyük olanın iki dünyada da bayramı büyük olur.

-Dua

“Kim (Allah huzuruna) iyilikle gelirse ona getirdiğinin on katı vardır. Kim de kötülükle gelirse o sadece getirdiğinin dengiyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.

De ki: Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, Allah'ı birleyen İbrahim'in dinine iletti. O, ortak koşanlardan değildi.

De ki: Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi alemlerin Rabbi Allah içindir. O'nun ortağı yoktur. Bana sadece bu emrolundu ve ben müslümanların ilkiyim.” (En’am 6/160-162)

-Son söz

Hayatınızın bayram tadında, Allah’a itaatlerinizin ve bağışlarınızın kurban şuurunda olması dileğiyle.

03.09.2016

Zaandam