BU DEVİRDE PEYGAMBERİ ÖRNEK ALMAK 4
(Hz. Muhammed’i (sav) örnek alma konusuna devam ediyoruz)
08/03/2017 - 16:07

-hz. İbrahim’in örnekliği

            Kur’an hz. İbrahim’i ve yanında olanları da İslâm ümmetine örnek olarak gösteriyor. Bu emir Medenî Sûrelerden Mumtahıne’de peşpeşe gelen iki âyette geçmektedir.

Allah (cc) surenin başında kâfirleri veli (dost-müttefik) edinmeyi yasakladıkatan sonra “ İbrahim’de ve onunla..” buyruğu ile İbrahim kıssasını söz konusu etmekte ve kâfirlerden uzak kalmanın onun belirgin bir özelliği olduğunu belitrmektedir.

 

-Birinci âyet:

“İbrahim’de ve onunla birlikte bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani onlar kavimlerine, “Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir” demişlerdi. Yalnız İbrahim’in, babasına, “Senin için mutlaka bağışlama dileyeceğim. Fakat Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez” sözü başka. Onlar şöyle dediler: “Ey Rabbimiz! Ancak sana dayandık, içtenlikle yalnız sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.”(Mümtahıne 60/4)

 “Güzel bir örneklik-üsve hasene” Ahzab 21de h.z Peygamber, burada ise hz. İbrahim ve onun yanında olanlar iman edenlere örnek gösteriliyor.

Üsve-i hasene’nin “davranış modeli” veya “numûne, örnek kişilik” olarak anlaşıldığını hatırlayalım. İbrahim’de (as) kendisine uyulabilecek en güzel hasletler vardır. Bu söz şöyle ifade edilir: “Şu işde falanca kişi benim için  uyabileceğim güzel örnektir.” Buradaki “usve” tıpkı kıdve (örnek, model) gibidir. Allah (cc) istiğfar işi hariç mü’minleri bu güzel örneğe uymaya davet ediyor. (Şevkânî, A. b. M. Fethu’l-Kadîr, s: 1736)

Burada şirk ve inkâr yanlışlığının yeni bir şey olmadığına, tarihte de kalmayıp kıyamete kadar devam edeceğine işaret ediliyor. İbrahim ve onun yanındaki mü’minler örnek geösterilerek şirke ve inkara karşı nasıl tavır alınacağının, müşriklerle ve kafirlerle ilişkilerin ipuçları veriliyor

“Allah (cc) müslümanlara hitap ederek, İbrahim’i ve işte onun yanındaki mü’minleri örnek almalarını emrediyor.” (el-Hâzin, M. b. İ. Tefsir, 4/280) Burada Kur’an’ın muhataplarına sanki İbrahim (as) söz konusu edilerek şöyle deniliyor: “Ey muhatap, tıpkı İbrahim’in müşrik kavminden ve babasından  teberri ettiği (uzaklaştığı) gibi sen de helâk edilmeyi hak edenlerden uzaklaş... “ (Şevkânî, A. b. M. Fethu’l-Kadîr, s: 1736)

Ancak “onun yanında örnek alınması istenenler kimlerdir” konusunda yorumcular sözbirliği  etmediler. Acaba bunlar onun ev halkı (ehl-i beyt’i) ve ona o zor şartlarda iman eden mü’minler midir? Geç yaşta anne olan birinci eşi mi, fedakâr eşi ve “hicretin gelini” lakabını kazanan peygamber annesi, müstesna hanım Hâcer mi, canını Allah yoluna vermeye hazır ve her konuda babasına yardımcı olan İsmail mi, İsrailoğullarının büyük atası olacak peygamber oğlu peygamber İshak mı idi? 

Bazılarına göre bunlar hz. İbrahim’e peygamber olarak inanan herkestir. (İbn Atiyye, M. Abdulhak, el-Muharriru’l-Vecîz, s: 1848) Bazılarına göre hz. İbrahim’in yanında örnek alınması istenen kişiler onun zamanında veya ona yakın zamanda görev yapan peygamberlerdir. Bunun tercih edilen bir görüş olduğu söyleniyor. (Taberî, İbn Cerir. Câmiu’l-Beyân 12/59. Şevkânî, A. b. M. Fethu’l-Kadîr, s: 1736. İbn Kesir, Ebu’l-Fidâ İ. Muhtasar Tefsir, 3/483) Zira Nemrud’un kavminden ona inananlar olduğu konusunda sağlam bir haber gelmedi. Üstelik Buhârî’nin kaydettiğine göre İbrahim (as) Nemrud’un diyarından Şam’a doğru yolculuk yaparken hanımı Sâre’ye şöyle demiş:  “Şu anda yeryüzünde benden ve senden başka Allah’a ibadet eden kalmadı.” (İbn Atiyye, M. Abdulhak, el-Muharriru’l-Vecîz, s: 1848)

Kur’an’ın haber verdiğine göre Lût (as) onun zamanında yaşadı. Oğulları İsmail ve İshak’ın seçilmiş elçilerdi. Eğer âyet bu kutlu elçileri ve onlarla birlikte Tevhide bağlanan ve bu uğurda peygamberleri ile birlikte fedakârlık yapan mü’minleri örnek gösteriyorsa; bu ne kadar isabetli bir tavsiyedir, bu ne kadar güzel bir örnek göstermedir... “fe-tebârakâllahu ahsenu’l-hâlikîn”.

Zira İbrahim (as) ve onun beraberinde olanlar sadece kendilerinin asrında değil, asırlar boyunca, sadece müslümanlara değil kıyâmete kadar gelecek bütün insanlara, en mükemmel örnektir. İbrahim (as) seçkin bir elçi ve “Tevhid’in babası” sayılacak kadar inanmış ve teslim olmuş, yüksek karakterli ve güzel ahlâklı samimi bir müslümandı. (Bekara 2/135. Âli İmran 3/67.  Tevbe 9/14. Hûd 11/75. Nahl 16/120. Meryem 19/41 v.d.)

İlk dönem tefsircileri Mücahid ve Katâde’ye göre İbrahim’in bütün işlerinde, özellikte şirkin her türünden uzaklaşıp Tevhid’e yönelme tavrında  müslümanlar için en güzel örneklik vardır. Babası için istiğfar etmesi hariç. (Taberî, İbn Cerir. Câmiu’l-Beyân 12/60)

Kur’an, İbrahim’i (as) mükemmel örnek olarak gösterirken onun babası için mağfiret istemesini bundan hariç tutuyor. Zira iman edenlerin cehennem adayı inkârcılar ve şirk koşanlar için istiğfar etmeleri uygun değildir.

 Cehennem ehli oldukları açıkça kendilerine belli olduktan sonra, -yakınları da olsalar- Allah’a ortak koşanlar için af dilemek ne Peygambere yaraşır, ne de mü’minlere.”(Tevbe 9/113)

İbrahim gibi yüce bir peygamberin Allah’ın rızasına muhalif olarak babası için af dilemesi elbette düşünülmez. Ancak obabasına dua sözü vermişti. İstiğfar  da o sözün bir parçasıydı. Kur’an onun bu sözünü şöyle açıklıyor:

İbrahim’in, babası için af dilemesi, sadece ona verdiği bir söz yüzündendi. Onun bir Allah düşmanı olduğu kendisine açıkça belli olunca, ondan uzaklaştı. Şüphesiz İbrahim, çok içli, yumuşak huylu bir kişiydi.”(Tevbe 9/113-114)

Başka âyetlerde de hz. İbrahimin babasına verdiği bu sözden bahsediliyor.

İbrahim (as) babası kendisini kovunca ona şöyle dedi:

"Sana selâm olsun. Senin için Rabbim'den mağfiret dileyeceğim, çünkü O, bana karşı çok lütufkârdır. “Sizi ve Allah’tan başka taptıklarınızı terk ediyor ve Rabb’ime ibadet ediyorum. Umulur ki Rabbime yakarışımda bedbaht olmam.” (Meryem 19/47-48)

İbrahim (as) babası için iki defa istiğfar duasında bulundu:

“Ya Rabbi, Beni gerçek dindar kıl; neslimden gelenleri de. Ya Rabbi, duamı kabul eyle. Ya Rabbi, Hesap (için hassas teraziler) kurul(up da kullarını bir bir sorgulay)acağın gün beni, anamı, babamı ve mü’minleri bağışla.”(İbrahim 14/41)

Hz. İbrahim babasına ve kavmine neye taptıklarını sordu. Onlar da önlerindeki ilâhlarına taptıklarını söyleyince; “Onlar duanıza karşılık veriyorlar mı? Size bir fayda veya zarar verebiliyorlar mı?” diye sordu. Aldığı “hayır, ama biz atalarımızdan böyle gördük” cevabından sonra “sizin atalarınızdan aldığınız bu tanrılar benim düşmanımdır” diye kesin bir cevap verdi. Arkasından da Yüce Allah’ın âlemlerin Rabbi olduğunu, yedirenin ve içirenin O olduğunu, öldürüp yeniden diriltenin, hastalara şifa verenin, doğru yolu gösterenin, Hesap günü af edici olanın da O (cc) olduğunu ilan etti. Arkasından da şöyle dua etti:

“Ya Rabb! Bana hikmet bahşet; beni de sâlihler arasına kat.

Sonrakilerin arasında hayırla yadedilmemi nasip et.

Beni o nimet dolu cennetine varis olanlardan eyle.

Babamı da bağışla, o şüphesiz sapıklardandır.

İnsanların diriltileceği gün, Allah'a temiz bir kalble (kalb-i selîm ile) gelenden başka kimseye malın ve oğulların fayda vermeyeceği gün, beni rezil etme" demişti.”(Şuarâ 26/84-89)

Buradan hareketle bazı müslümanlar, şirk üzere ölen ataları için istiğfar edebileceklerini ileri sürerler ve derler ki:  “İbrahim babasına için istiğfar etti ya...” Bu âyetin böyle iddia edenler hakkında nâzil olduğu söylenmiştir. “İbrahimin babası için istiğfarına gelince...” (Tevbe 9/114) (İbn Kesir, Ebu’l-Fidâ İ. Muhtasar Tefsir, 3/483)

Ancak genel kanaate göre bir müslümanın, İbrahim (as) de dua etti diyerek inkârcı yakınları için istiğfar etmesi caiz değildir. Hz. İbrahim’in hiç böyle yaptığının cevabını yukarıdaki âyetler veriyor. 

“İbrahimin babasına istiğfarına gelince...” ifadesi “üsve-i hasene” olarak gösterilen İbrahim’in hangi tavrının örnek alınmaması gerektiği de haber veriyor. O (as) bir konuda babasına söz vermişti, bir vaad’te bulunmuştu. Sâdık bir kimseye yakışan verdiği sözde durmaktır. Kur’an’ın dediğine göre İbrahim (as) va’dine çok vefa gösteren birisi idi. (Necm 53/37)   

“Hz. İbrahim babasına verdiği sözü gerçekleştirdi. Bu talebinin arka planında ise, âhirette yakınlarından dolayı mahcup olma kaygısı yatıyordu. (Nitekim Şuarâ 26-282de buna işaret ediliyor)  Ama âyette geçtiği gibi babasının durumu belli olunca, bu duasından vazgeçti. (Tevbe 9/114) Sözün özü: Hakikate saygı esastır. Evlat İbrahim (as), baba onun babası olsa dahi, hakikate saygı duymalı, iman inkâr arasında Allah’ın çizdiği sınır gözetilmeli. (Mâide 5/5)” (İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 2/1112)

Allah’ın (cc) Nuh’un (as) mü’min olmayan oğlu için yaptığı duayı reddettiğini hatırlayalım. (Hûd 11/46)

Babası için mağfiret dilemeye söz veren hz. İbrahim’in; “...Fakat Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez” sözüyle, babasından veya onun çevresindeki müşriklerden teberri etmediği anlamına gelmez. Bu bir evladın –babası kâfir de olsa- babasının hayrını istediğini gösterir. (Sülün, M. Kur’an-ı Kerim ve Türkçe Anlamı, s: 549)

“Her peygamber bir şefkat pınarıdır. Bir âdem bir âlem diye yola çıkarlar ve bir âdemin ebebî saadetini bir âleme bedel bilirler.”(İslâmoğlu, M. Hayat Kitabı Kur’an, 1/586) Çok şefkatli ve merhametli İbrahim (as) babasının iman etmesini umarak onun için mağfiret dileğinde bulundu.

“Gerçekten İbrahim, çok içli ve yumuşak huyluydu.”Onun Allah’tan hakkıyla korkup sakınması, O’na karşı haşyet duyması (saygılı davranması), bütün işlerinde azimli ve yumuşak huylu olması onun neden babası için mağfiret istemesini de, babasının inkârda kararlılığını görünce de bundan neden vazgeçtiğini açıklamaktadır. Bu âyette geçen “evvâh” çok âh çeken, çok içlenen manasındadır. O Allah (cc) korkusundan dolayı çok âh çeken, babasının ve kavminin durumuna üzülen birisiydi. “Evvâh”, Allah’a çok yalvaran, çok dua eden, Rabbine karşı hata yaparım diye çok korkan kimseler içinde kullanılır. (Abduh, M.-Rıza, M.R. el-Menâr, (çev.) 10/484)  

Dolaysıyla İbrahim (as) bu açılardan da iman edenlerin örneğidir.

Bu âyetlerde açıkça, peygamberlerin sonuna kadar  devam eden tavırlarının örnek alınabileceği anlaşılıyor. Yanlış olduğu veya Allah yasakladığı için, ya da sonradan gelen şeriatın yürürlükten kaldırdığı davranışlar örnek alınmaz. İbrahim’in âyette geçen sözleri iki kısımda incelenebilir. Birincisi: “Senin için Rabbimden mağfiret dileyeceğim”. İkincisi: “Fakat Allah’tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez”. Birinci bölümün örnek alınamaycağı açık. İkinci bölümdeki söz ise doğrudur. Örnek alınabilir. Birisi başkasına “elimden ancak bu kadarı geliyor” dese, bu sözle karşıdakini memnun eder.  Demek ki elinden daha fazlası gelse onu yapar. Bu sebeple İbrahim’in yukarıdaki sözünü, “ben istiğfar etsem de, sonuçta Allah’tan başka kimse mağfiret edemez” diye anlamak mümkün. (Mevdûdî, E. Tefhîmu’l-Kur’an, 6/241)

Buna göre müslümanlar ölü veya diri müşrikler ve kâfirler için dua edemezler mi,, mağfiret isteğinde bulunamazlar mı?

“Sonraki ifadelerden de anlaşılacağı gibi, bu yasaklama müşriklerden ölmüş bulunanlar, yani tevbe etmeden ölenler için geçerlidir, henüz yaşayanlar için değil: Çünkü “henüz hayatta olan birinin (bir günahkârın) bağışlanmasını dilemek, bunun için dua etmek... Allah'ın böyle bir kişiye hidâyetini bahşetmesini istemek demektir, ki bu caizdir” (Abduh, M.-Rıza, M. R. el-Menâr (çev.), 12/483. Esed, M. Kur’an Mesajı, 1/384)

Bazılarına göre bu âyetin amacı akrabalar için istiğfar etmeyi yasaklamak değil, sağ olan inkârcı akrabalara sevgi besleyip onlara müslümanların aleyhine olacak şekilde sır vermeyi yasaklamaktır. (Ateş, S. Yüce Kur’an’ın Çağdaş Tefsiri, 9/381) Ancak yukarıda geçtiği gibi Tevbe 113. âyet cehennmlik oldukları aşikâr olan müşrikler için istiğfar etmeyi yasaklıyor. Dolaysıyla bu yorum isabetli görünmemektedir.

Müslümanlar için tarihte pek çok örnek şahsiyetler var. Bu örneklik İbrahim’e ve daha öteye kadar uzar gider. Şüphesiz ki hz. İbrahim’in örneklik gerçeğinde önemli bir yeri vardır. Tarihte nice tevhid bağlıları da onun yaşadığı olayların benzerini yaşamış, onun karşılaştığı zorluklarla karşılaşmıştır.  Hz. İbrahim ve O'nunla birlikte iman edenler de Mekke'den Medine’ye hicret eden müslümanların karşılaştıkları sıkıntıların benzerleriyle karşılaşmışlardı. Onlar bu nedenle hem sahabeler için, hem de şimdiki müslümanlar için güzel bir örnektir. Onlar, kavimlerinin şirkte ve inkârda direndiklerini görünce onlara; “Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız” dediler ve onlardan teberri ettiler, yani inançta, ibadette, tasavvurda, ahlâkta ve hayat anlayışında onlardan farklı olduklarını ortaya koydular. (Kutub, S. fi-Zılâli’l-Kur’an, 6/3542)

İbrahim (as) ve beraberindeki mü’minler, Nemrud kavminin Allah’ı bırakıp tağuta (uydurulmuş tanrılara) ibadet ettiğini, üstelik İbrahim’in (as) davetine karşı çıktıklarını görünce; “Biz sizden ve Allah’ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah’a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir” demişlerdi.Bu buğz ve düşmanlığın sebebi onların Allah’ı inkârda ve İslâmî davete düşmanlıkta direnmeleridir. (Zamahşeri, Ö. b. M. el-Keşşaf 4/501)

Onlar inkâr topluma peygamberinden öğrendikleri gibi “biz de sizi, inkârcılıktaki tutumunuzu, Allah’ın bırakıp taptığınızı putlarınızı tanımıyoruz, kabul etmiyoruz. Biz bütün bu yanlışlardan ve sapıklıktan uzağız. Siz, bu yanlıştan vazgeçmedikçe bizimle sizin aranızda dostluk, samimi ilişki kalmamıştır. Bundan dolayı sizinle bizim aramıza mesafe ve düşmanlık girmiştir dediler. (Taberî, İbn Cerir. Câmiu’l-Beyân 12/59. İbn Kesir, Ebu’l-Fidâ İ. Muhtasar Tefsir, 3/483)

Böylece o günün müslümanları, hem ilâhi davetten yüz çeviren, hem de kendilerine düşmanlık besleyen Nemrud taraftarlarına karşı tavırlarını belirlediler. Bu uğurda başlarına gelebilecek her türlü musibete hazır olduklarını açıkladılar. Onlar bu tutumları ile karşı tarafa, yanlışta olduklarını ve bundan vazgeçmeleri gerektiği mesajını da vermiş oldular.

Âyet İbrahim (as) ve beraberindekilerin “Ey Rabbimiz! Ancak sana dayandık, içtenlikle yalnız sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır”diye dua ettiklerini de naklediyor. Bu duada hem tevekkü var, hem de inabe, yani samimiyetle Allah’a yönelme. Bu yönelme hem tevekkül amacıyla, hem hatalardan vazgeçip itaate yönelme, hem müşriklerden olmayıp muvahhid olarak Rabbe yönelmeyi, hem de inkarcıların hile ve tuzaklarından Allah’a sığınmayı veya O’nun yardımını istemeyi ifade eder.

İman edenler bilir ki, eninde sonunda insan ölüm ile Rabbine dönecektir. Bir mü’min “dönüş de ancak Sanadır” diyorsa, hem Allah’a imanı kuvvetlendiryor, hem de Ahirete hesaba ve mizana, cennet ve cehenneme yakinen iman ediyor demektir. Bu ifadede sanki Allah’a bir söz veriş de seziliyor. “Sana döneceğime göre, hazırlıklı dönmeye, Senin razı olacağın bir hayatı yaşamaya, Senin koyduğun ölçülere uymaya, Sana şükredici olmaya çalışacağım” der gibi. 

 

(Devamı var)

 

07.03.2017

Zaandam