KUR’AN’DA YOL (SEBİL) ile YAPILAN TAMLAMALAR 2
5-Düzgün yol (sevâu’s-sebîl)
01/02/2019 - 14:41

«Sevâu’s-sebîl » tamlaması «orta, doğru, düzgün, mu’tedil, eşit, her şeyin ortası» anlamına gelen «sevâ» ile «yol» anlamına gelen «sebîl» kelimelerinden oluşur. Bu da tamlama halinde «orta yol, düzgün yol veya doğru yol», bir diğer deyişle «doğruluğu, düz oluşu sabit ve sağlam olan yol» demektir.

«Sevâ»nın aslı aslı «se-vi-ye/sevâ» fiilidir. Bu da işi düzgün olmak, bir şeyi diğerine muadil, eşit kılmak demektir.   (el-Isfehânî, R. el-Müfredât s: 366)

Fiil bu haliyle Kur’an’da geçmiyor. Ancak türevleri fiil, masdar, sıfat ve isim olarak 82 yerde geçiyor.

Bu fiilin tef’ıl kalıbı «sevvâ»; iki şeyi birbirine beraber, eşit kılmak, bir şeyi düzeltmek, doğrultmak, güzel olmak manasına gelir.  (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 7/310, 314)

Kur’an’da varlığının ve insanın en güzel, düzgün, intizamlı, göğün muhteşem bir şekilde yedi kat olarak yaratılması, nefsin (insan benliğinin) düzene/biçime konulması, kıyâmette insanın ta parmak uçlarına kadar tekrar düzenli bir şekilde yaratılacak olması bu fiil ile anlatılıyor. İlgili ayetlerde sevva fiili Allah’a nisbet edilir, bu fiilin öznesi (faili) Allah’tır. Bu da böylesine bir düzgün, düzenli, tesviyeli, uyumlu, muhteşem yaratmanın, biçim vermenin sadece O’na mahsus olduğuna bir vurgudur. Mesela;

«Ey insan! Seni yaratıp seni düzgün ve dengeli kılan (fe-sevvâ-ke), seni istediği bir şekilde birleştiren, ihsanı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir?»(İnfitar 82/7. Bir benzeri: Kehf 18/37) 

Yani hilkatini yapısını, bünyesini hikmetin gerektirdiği şekle koydu.

«Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip (sevvâ-ha), ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki...»(Şems 91/7-8. Ayrıca bkz: A’lâ 87/1-2. Hıcr 15/29. Sâd 38/72. Naziât 79/27-29. Kıyâme 75/4)

Sevvâ bir âyette yerle bir etmek, yer ile yeksan etmek, yere müsâvi hale getirmek manasında geçiyor. «Fakat onlar (Semud kavmi), onu yalanladılar ve deveyi boğazladılar. Bunun üzerine Rableri, suçlarından dolayı onları helâk etti ve kendilerini yerle bir etti (fe-sevvâ-ha).»(Şems 91/14)

 

Aynı kökten gelen «tesevvâ» fiili; düzlemek, (olumsuz anlamda) bir ve beraber olmak demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 7/310-313)

«O kıyâmet günü, Allah’ı inkâr edip Peygamber’e isyan edenler, yer yarılıp içine girmiş (toprağa karışmış) olmayı isterler ve Allah’tan hiçbir söz gizleyemezler.»(Nisâ 4/42. Ayrıca bkz: Şuarâ 26/96-100) 

 

Yine aynı kökten «istivâ» fiili; insanların bazı durum ve konularda eşit/müsavi, dengeli olması. Mesela ilim sahibi olmakta farklı olsalar da cahillik açısından durum farketmez. Bir anlamda cahilliğin hepsi birbirine benzer. Yönelmek, hakim olmak, hayvanın sırtına bir şeyi sağlamca yüklemek, göğe yönelmek yani onu sağlamlaştırmak, kırkına ulaşmak gibi anlamlara da gelir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 7/310)

Bu da iki şekilde kullanılır. Birincisi ; eşit oldu, muadili oldu demektir. Mesela ; «Zeyd, Amr şu konuda birbirine eşit, denk, muadil idi, ya da eşit hale geldi » denilir.

«İyilikle kötülük bir olmaz. Kötülüğü en güzel bir şekilde sav. Bir de bakarsın ki, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse sanki sıcak bir dost oluvermiştir.»(Fussilet 41/34. Ayrıca bkz: Tevbe 9/19)

Kur’an kör ile a’manın, karanlık (zulumât) ile aydınlığın (nûrun) (En’am 6/50.Ra’d 13/16. Fâtır 35/19),

gören ile a’ma örneği gibi mü’minlerin ve kafirlerin (Hûd 11/24),

gören ile a’ma örneği gibi sâlih amel işleyenle kötülük yapanın (Mü’min 40/58),

başkasının malı olan köle ile, kendisine verilen rızıktan gizli açık infak eden kimsenin (Nahl 16/75),

cennet ehli ile cehennem ehlinin (Haşr 59/20),

mü’min ile fasık (yoldan çıkmış) kimsenin (Secde 32/18),

yerinde oturanlar ile Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin (Nisâ 4/95),

pis (habis) ve temizin (tayyib’in) (Mâide 5/100),

hiç bir şey becermeyen ve efendisine yük olanla doğru yolda yürüyerek âdil olan (Nahl 16/76),

manen diri ve ölülerin (Fâtır 35/22, 23),

bilenlerle bilmeyenlerin (Zümer 39/9), bir çok sahibi olan köle ile hür düşünen birinin (Zümer 39/29) bir, aynı, muâdil ve eşit olmadığı bu fiil ile anlatılıyor.

 

İkincisi; bir nesnenin kendi zatında eşit, denk, düz, doğru veya mustakim (dosdoğru) olması, olgunluk yaşına ulaşması anlamında. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 7/313. el-Isfehânî, R. el-Müfredât s: 366)

«(Kur’an’ı) ona, üstün güçlere sahip, muhteşem görünümlü (Cebrail) öğretti. O, en yüksek ufukta bulunuyorken (aslî sûretine girip), doğruldu.»(Necm 52/5-7)

Bir âyette hz. Musa’nın olgunluk, yiğitlik yaşına ulasması, kendi ayakları üzerine durması (istivâ etmesi) bu fiille anlatılıyor.

«Mûsâ, olgunluk çağına ulaşıp gelişimini tamamlayınca, biz ona ilim ve hikmet verdik. Biz, iyilik edenleri böyle mükâfatlandırırız.”(Kasas 28/14)

 

İstivâ fiili «a’la» edatıyla geçişli olur ve ele geçirme, hakim olma, üzerinde hakimiyet kurma, yükselme anlamına gelir.

«Rahmân, Arş’a kurulmuştur (istevâ).(Tâhâ 20/5) Ya da «O sınırsız rahmet Sahibi ki, mutlak kudret ve hükümranlık tahtına kurulmuştur.» (Ayrıca bkz: A’raf 7/54)

«Bekara 22/29'da “ve göğe yöneldi...” ifadesinde olduğu gibi. ‘Arş (lafzen, “taht” veya “hüküm/iktidar makamı”) klasik ve modern, bütün Müslüman müfessirler ittifakla, sözcüğün Kur’an'da geçen bu mecazî kullanımının, Allah'ın, bütün yaratıkları üzerindeki mutlak hüküm ve iktidarını ifade ettiği görüşündedirler. Dikkate değer bir husus da şudur ki, Kur’an'da Allah'ın “kudret ve iktidar makamına” oturduğundan söz edilen yedi yerin hepsinde (7:54, 10:3, 13:2, 20:5 25:59, 32:4 ve 57:4) bu ifade Allah'ın âlemleri yaratmasına ilişkin bir açıklamayla bağlantılı olarak geçmektedir.»

 «Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı gün içinde (altı evrede) yaratan, sonra da Arş’a kurulup (sümm’estevâ a’la) işleri yerli yerince düzene koyan Allah’tır. O'nun izni olmaksızın, hiç kimse şefaatçi olamaz. İşte O, Rabbiniz Allah’tır. O hâlde O'na kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz?»(Yûnus 10/3. Ayrıca bkz: Ra’d 13/2. Furkan 25/59. Secde 32/4. Hadid 57/4)

Bir görüşe göre göklerde ve yerde olan her şeyi yaratmak (tesviye etmek) Allah’ın kudretindedir. Bunların benzerlerini de yaratmak, ya da ölüleri diriltmek O’nun için farketmez, O’nun için müsavidir.

Kur’an bineklerin üstüne, sırtına binmeyi, kurulmayı, bineğin üzerinde sabit olmayı, karar kılmayı yine bu fiille anlatıyor.

«O, bütün çiftleri yaratan, üzerlerine kurulasınız/binesiniz (istivâ), sonra da, kurulduğunuzda (istivâ ettğinizde), Rabbinizin nimetini hatırlayasınız ve “Bunu hizmetimize veren Allah’ın şanı yücedir. Bunlara bizim gücümüz yetmezdi. Şüphesiz biz Rabbimize döneceğiz” diyesiniz diye sizin için bindiğiniz gemileri ve hayvanları yaratandır.»(Zuhruf 43/13)

İstiva «a’la» ile ayağa kalktı, doğruldu, sabit oldu, karar kıldı anlamına da gelir. Mesela; 

«…İşte bu, onların Tevrat’ta ve İncil’de anlatılan durumlarıdır: Onlar filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş (fe’stevâ a’la), ziraatçıların hoşuna giden bir ekin gibidirler…» (Fetih 48/29. Ayrıca bkz: Hûd 11/44. Mü’minûn 23/28)

 

İstivâ «ilâ» edatıyla ya bizatihi, ya da tertip etme, düzenleme ile bir şeye varma, erişme (el-Isfehânî, R. el-Müfredât s: 366), yönelme, kasdetme manasına gelir.

«O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra (kendine has bir şekilde) göğe yönelip (sümm’estevâ ilâ) onları yedi gök hâlinde düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilendir.»(Bekara 2/29. Ayrıca bkz: Fussilet 41/11)

 

(Türkçe’de kullanılan) «tesviye», düzeltmek, eşit-denk hale getirmek, müsâvi yapmak demektir. « tesviyetü’ş-şey » ile bir nesneyi ya yükseklik, alçaklık bakımından muadil, denk, eşit veya düz hale getirme anlamında. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât s: 366)

 

Seviyy ; miktar, nicelik ve nitelik bakımından ifrat ve tefritten uzak, benzer, eksik veya fazla olmayan, düzgün, düz demektir. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 7/313) Mesela;

«Zekeriyya, “Rabbim, öyleyse bana (çocuğumun olacağına) bir işaret ver”, dedi. Allah da, “Senin işaretin, sapasağlam (tastamam) olduğun hâlde insanlarla (üç gün) üç gece konuşamamandır” dedi.»(Meryem 19/10. Ayrıca bkz: Meryem 19/17. Mülk 67/22)

Bir âyette de sırat’ın (yolun) sıfatı olarak geçiyor.

 “Ey Muhammed, de ki: “Herkes beklemektedir, siz de bekleyin. Yakında kimin düz yolun sahipleri olduğunu, kimin doğru yolu bulduğunu bileceksiniz!” (Tâhâ 20/135. Meryem 19/43)

 

«Seviye»; düzgünlük, normallik, beraberlik, adalet Reculün seviyyün ; Ahlâk, huyu ve yapısı, bünyesi itibariyle ifrat ve tefritten eşit derece uzak (dengel adam anlamında. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 7/313-314)

 

«Müsâvi, müstevi»; Uzunluk ölçüsü, ağırlık, kapasite itibariyle birbirine muadil, denk veya eşit olan, mutedil, olgun. «Haza’d-dirhemu müsavin li-haza’d-dirhemi-bu dirhem şu dirheme muadidir, denktir veya eşittir» denir. Bu mana açısından «adl» kelimesi gibi kullanılır.

Müsâvât; değeri, pahası belirlenmiş şeylerde kullanılır, mesela; bu elbisenin değeri, pahası şeyle müsavidir veya şöyle bir şeye müsavidir, denktir, eşittir veya bu elbise şu değerdedir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât s: 367)

 

Sebîl kelimesine tamlama olan «sevâ veya sevâu (çoğulu esvâu)»; bir şeyin misli, müsavisi. «Şu iki şey, iki kişi birbirine müsavidir, muadildir», « bana bir şey sorsan da sussan farketmez» denir. Mutedil, benzer, zirve, düzgün, doğru, orta, iki mekanın ortası demektir.

“Sevâ (doğru); Ebu Ubeyde ve Ma'mer b. el-Müsennâ’ya göre herşeyin ortasını ifade eder. Allah'ın; "Onu cehennemin ortasında (sevâ') gördü." (Saffât, 37/55) buyruğu bu anlamdadır.” (Kurtubî, el-Câmiu li-Ahkâmi’l-Kur’an, 1/) 

Sevâün, seviyyün masdar oldukları halde sıfat olarak da kullanılır. (İbni manzur, Lisânu’l-Arab, 7/309-312)

«(Antlaşma yaptığın) bir kavmin hainlik yapmasından korkarsan, sen de (onlarla yaptığın ahdi) aynı şekilde (a’la sevâin) bozduğunu kendilerine bildir. Çünkü Allah, hainleri sevmez.»(Enfal 8/58) Yani muadil, denk, benzer bir hükümle…

«De ki: “Ey kitap ehli! Bizimle sizin aranızda ortak (sevâin) bir söze gelin: Yalnız Allah’a ibadet edelim. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım. Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâh edinmesin.” Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, deyin ki: “Şahit olun, biz müslümanlarız.”(Âli İmran 3/64. Ayrıca bkz: Âli İmran 3/113-114. Nisâ 4/89. Bekara 2/6. Münafikûn 6. İbrahim 14/21).

Yani fayda vermemeleri itibariyle her ikisi de birbirine muâdildir, denktir, veya eşittir. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât s: 367)

 Mescid-i haram, Allah tarafından, Mekkeli olsun, dışarıdan gelenler için olsun, aralarında fark gözetmeksizin, herkese eşit (sevâ) bir şekilde ibadet yeri yapıldı.

«İnkâr edenler ile Allah’ın yolundan ve içinde, yerli, misafir bütün insanları eşit (sevâ) kıldığımız Mescid-i Haram’dan alıkoyanlar (azabı hak etmişlerdir.) Kim de orada zulmederek haktan sapmak isterse, biz ona elem dolu bir azaptan tattıracağız.” (Hac 22/25)

Hacc Sûresinin 25-37. âyetlerinde Mescid-i Haram’ın insanlık için önemli bir merkez olduğu belirtildikten sonra hz. İbrahim’in oraya yerleştirilmesinden, hacca davet ve bu ibadetin müslümanlar için öneminden, adaklardan ve kurbandan, Allah’ın sembollerine ve koyduğu haramlara saygıdan, hakka teslim olmaktan, takvadan söz edilmektedir.

Bu âyette Mekke’de yaşayanların Mescid-i Haram’ı kendilerinin mülkü sayma haklarının olmadığını, oranın içindeki Kâbe ile birlikte evrensel bir bir ibadet yeri olduğu açıklanıyor. İnsanları orayı ziyaret etmekten alıkoymaya çalışanlar ağır bir dille eleştiriliyor. İslâmdan önce Mekke’de yaşayan müşrik Kureyşliler, kendileriyle ve müttefikleriyle diğerleri arasında ayrım yapıp, kendilerine bazı imtiyazlar tanımışlardı. Kureyş ve müttefiklerine «hums» grubu, diğerlerine «hille» grubu denirdi. Hille grubu Arafata’ta vakfe yaparken, hums grubu Harem bölgesinde hazır olurlardı. (Özaydın, A. TDV İslâm Ansiklopedisi, 14/386)

Halbuki oraya hac için gelenler insanlar ister Kâbe’nin civarında mukim olsun, isterse uzaktan gelsinler, farketmez, hepsi birdir. Zira orası özel statülü kişilere ait bir mülk, ziyaret yeri değil; bütün insanlık için ibadet ve diriliş yeridir. (bkz: Mâide 5/97) Allah (cc) orasını oraya bu niyetle gelmek isteyenler için namaz kılma ve tavaf yapma yeri kıldı. Ona ulaşmak isteyene hangi sebeple olursa olsun, engel olmak, yasak koymak yanlıştır.     

Sevâ’nın bir, aynı, eşit, farketmez, muâdil, benzer, bir şey değişmez anlamında kullanıldığı diğer âyetlerden örnekler:

«Küfre saplananlara gelince, onları uyarsan da, uyarmasan da, onlar için birdir, inanmazlar.»(Bekara 2/6)

 «Görüleni de görülmeyeni de bilen, yücelerin yücesi büyük Allah'a göre, aranızdan sözü gizleyen ile, açığa vuran ve geceye bürünerek gizlenip gündüzün ortaya çıkan arasında fark yoktur.»(Ra’d 13/9-10)

“Şu halde sen onları uyarsan da, uyarmasan da onlar için fark etmez: iman etmezler.”(Yâsîn 36/10. Ayrıca bkz: A’raf 7/193. Nahl 16/71. Enbiyâ 21/109. Hacc 22/25. Şuarâ 26/136. Rûm 30/28. Casiye 45/21. Tûr 52/16)

(Devamı var)

 

07.10.2018

Zaandam