Duygusal Tepkiler ve Siyasal Sessizlik
Soğuk Savaş sonrası dönemde, İslami cemaatler/ harektler toplumlarını, uluslarını İslamileştirmeyi başaramadılar. Toplumlarını İslamileştirmeyi başaramayanlar, bu defa İslami ulusallaştırarak yollarına devam etmeye başladılar. İslamın ulusallaştırılması, yerelleştirilmesi, köylüleştirilmesi, teslimiyetçiliğe zorlanması; Ümmet bilincinin ve iradesinin paramparça olmasıyla sonuçlandı. İslami hareketler, şovenist otoriterlikler karşısında bir varlık belirtemediler. Bu dönemde İslami çevrelerde ciddi kimlik yırtılmaları yaşandı. Terörize edici ideolojik dar kafalılık karşısında, İslami bütünlük gereği gibi temsil edilemedi, özgür algılarımız yanlış yönlendirildiği için, gelişen İslam karşıtı dalgaları sağlıklı bir biçimde değerlendiremedik. 21 nci yüzyıl başlarında emperyal proje, İslami, ilahi vahye dayalı bütüncül bir sistem olmaktan çıkararak, şu ya da bu ulusal kültürün folklorik bir parçası haline dönüştürmek isteyen bir proje olarak gündemdedir.
09/03/2009 - 15:18

    Emperyalizm çağıyla birlikte İslam dünyası toplumları, modern Batılı imparatorlukların, imparatorluk ihtirasların ekonomik ihtiraslarına, histerik ihtiraslara, modern zorbalık ve açgözlülüklere ve sömürgeciliklere maruz kaldı. Sömürge haline getirilen İslam ülkelerinin yağmalanması yoluyla, sanayileşme hareketleri güçlendirildi. Emperyalistler İslam ülkelerinin biçimsel anlamda bağımsızlıklarını kazanmasından sonra, terkettikleri ülkelere sömürgeleştirilmiş hayat ve düşünce tarzları, paketlenmiş yerel ideolojiler ve zihinleri sömürgeleştirilmiş yerel yöneticiler bırakarak fiziksel anlamda geri çekildiler.
16 ncı yüzyıl sonrası dünyasında yaşanan gelişmeler ekonomik faaliyetin mantığını değiştirdi. Deniz yollarının Batılılarca açılmasıyla birlikte ekonomik insiyatif/etkinlik/ zenginlik/ belirleyicilik Batı'ya geçti. Bu döneme kadar çok büyük kültürler, uygarlıklar ve imparatorluklar kurmuş olan İslam'a ve Müslümanlara karşı, İslam toplumlarına ve değerlerine karşı Batı'nın bakış açsı ve yaklaşımları değişti. Bilim'i Batı dünyasına Müslümanlar öğrettiler, ancak, daha sonra bilime yabancılaştılar. Günümüzde, Avrupa merkezli yorum, İslam toplumlarının değişime kapalı olduğu yönündedir; aynı şekilde bu yorum, İslam toplumlarını basmakalıplaştırılmış, birörnekleştirilmiş toplumlar olarak görür. Bu yorumun sahipleri, geçmişte İslam imparatorluklarının birbirinden çok farklı tarzlar, üsluplar, biçimler, yorum ve yaklaşımlar gerçekleştirmiş bulunduklarını hatırlamak istemez. Yine Batılılar; İslam'ın hayatlarına girişiyle birlikte bütün Doğu toplumlarının çok büyük değişimler yaşadıklarını, her alanda değişime öncülük ettiğini de hatırlamazlar. Değişime kapalılık ve birörneklik, İslam toplumlarında yaşanan iç çözülmeler/tıkanmalar ve dış müdahaleler sonrası yaşanan içe kapanmalarla başlamıştır.
İslam toplumları, emperyalist çağda önce sömürgeleşme süreçlerine maruz kaldılar. Bu süreci bağımsızlık mücadeleleri izledi. Bağımsızlık sonrası dönemde ulus-devletler kuruldu. Ulus devletlerin kuruluşu, İslam'a ve ümmet'e yabancılaşmayla sonuçlandı. Bu dönemi takiben modernleşme baskılarına boyun eğen İslam toplumları, şimdi de küreselleşme karşısında ne gibi bir yol izleyebileceğine henüz nihai anlamda bir karar vermiş değildir. Küreselleşme bütün toplumlarda hissedilir ölçüde değerlerin çürümesine, kültürlerin yıkılışına, kitlesel kültürün neden olduğu bağımlılık biçimlerine; arzuların ve zevklerin özgürleşmesine neden oldu. Kapitalist dünya görüsünün ve hayat tarzının şeyleştirdiği bireyler, hiç bir şekilde bir özne iradesi oluşturmayı başaramadılar. Nesneler dünyası, teknik dünya, aklın, zihnin ve ruhun parçalanmasına yol açtı. Parçalanan akıl/zihin/ruh dünyası insanı kendisine yabancılaştırdı.
Avrupa Emperyalizminin en son ve en yeni biçimi, Filistin'in, Yahudilere tahsisi olarak tezahür etmiştir. 1948 yılından beri, İslam dünyası ülkeleri, Avrupa'nın bu yeni inisiyatifi karşısında hiç bir etkili politika, tavır ve kararlılık geliştirememiştir. 1948, 1956, 1967, 1973 yıllarında İsrail karşısında ciddi bir Arap bozgunu yaşanmıştır. 1980 yılından beri, Arap dünyası, modern tarihin kurbanları haline getirilen Filistin direnişini desteklemiyor. İçerisinde bulunduğumuz günlerde yaşanan Gazze soykırımı ve katliamları, Arap-İsrail işbirliğinden cesaret alıyor. 1948 yılından bu yana, aziz Filistin halkı her tür zulmün her tür barbarlığın, her tür vahşetin nesnesi olarak yaşıyor. İslam dünyasında Hizbullah ve Hamas dışında direniş ve savaş iradesini temsil eden siyasal hareketler yok. 11 Eylül sonrası dönemde, bütün dünyada Müslümanlar siyasal Siyonizmin ve Evangeli Neoconların sistemli propogandalarının etkisi altında kalarak, İslam ve siyaset konusunda, İslamcı mücadele konusunda algısal bir karmaşa yaşadılar ve bu süreç sonunda duygusal bir dini hayatı seçtiler. Günümüzde sömürgeciliğe, emperyalizme, Siyonizme karşı mücadele eden, direnen, savaşan Müslümanlar, aşırı/fanatik/ terörist Müslümanlar olarak tanımlanıyor. Hiç bir durumda seslerini, vicdanlarını yükseltmeyen; direniş fikrinden, direniş kültüründen, direniş mücadelelerinden açıkça rahatsız olan; bu mücadeleleri kendi tarzlarına çok yabancı bulan; her durumda "hoşgörü" ve "teslimiyet"i savunan, çıkarları için herkesle işbirliği yapabilen her tür duruma uyum sağlayan Müslümanlar da ılımlı Müslüman olarak tanımlanıyor.
Hiç bir duraksamayı, sessizliği, tereddüt'ü, kayıtsızlığı, teslimiyetçiliği affetmeyen tarihi bir akış içerisindeyiz, İslam dünyası yönetimleri, belirsizlik ve kararsızlık içerisindeler. Bizler, her vesile ile İsrail'i suçluyoruz, ancak İsrail'in Gazze'ye yönelik soykırım ve katliamlarını destekleyen Suudi Arabistan hakkında nedense hiç konuşmuyoruz. Siyasal bir protestoya/muhalefete/eleştiriye kesinlikle izin verilmeyen hacc'lar umreler yapmaya devam ediyoruz. Haccın gerçek anlamının niçin somutlaşmadığını tartışmıyoruz. Konjonktüre! rüzgarlar bizleri istediği yöne sürükleyebiliyor. Kimi İslami kesimler tevhidi ilkeler temeli de, siyasal bir mücadeleyi de içeren bir yenilenmeyi gündeme getirirken; kimi kesimler geleneklerle, alışkanlıklarla, statükolarla, konformizmlerle yola devam etmeyi savunuyor. Kimi ülkelerde ulusal değerlerle/yapılarla İslami çerçeveleri uzlaştırmaya çalışan çabalar görüyoruz. Kimi ülkelerde ulusal değerler temelinde kültürel bir din algısı gündemde tutuluyor.
İslam dünyası toplumlarının kendi geleceklerine dair bağımsız hareket etme yeteneğine sahip olmamaları, bütün dünyanın gözleri önünde cereyan eden Gazze katliamları karşısında hiç bir yaptırımı gerçekleştirememiş olması çok büyük bir zillete duçar olduğumuzu gösteriyor. Duygusal bir dindarlık biçimi, duygusal tepkiler, siyasal sessizlikler, siyasal yalancılıklar, siyasal ahlaksızlıklar, İsrail'e her zaman katliamlar konusunda cesaret veriyor. Modern zamanlar boyunca dünya seküler-rasyonal yaklaşımları mutlaklaştırdığı için, siyasal maneviyata, siyasal ahlaka yabancılaşmıştır. Bu yabancılaşma nedeniyle, ahlaki aklını yitirmiş duyarsız bir dünyada yaşıyoruz. İçerisinde yaşadığımız dönemde evrensel aklın ve evrensel vicdanın çöktüğünü, evrensel aklın ve vicdanın yerine ideolojik ve ırkçı aklın geçtiğini gördük. İdeolojik ve ırkçı akıl, akıldışı ve ahlakdışı temeller üzerinde şekilleniyor. İdeolojik ve ırkçı her tercih özel çıkarlara dayalı tercihlerdir. Bu tercihlerin insani boyutundan söz edilemez. İdeolojik ve ırkçı tercihlerin adalete saygısı yoktur, hakikate saygısı yoktur.
Küreselleşme, iddia edildiği gibi istikrarlı ve barışçı bir dünya oluşturamadı. Ekonomik karşılıklı bağımlılık, askeri güç kullanımını engelleyemedi. Silah ve parayla siyaset yöntemi güç kazanıyor. Büyük petrol şirketlerinin kirli savakları sürüyor. Zengin ülkeler ekonomik refahlarını İslam dünyasında üretilen petrole borçlular. Petrol üretiminin dörtte üçü İslam dünyasında. Bağımsız dirayetli bir petrol ekonomisi yönetimi ve politikası bile, İslam dünyası toplumlarına çok onurlu konumlar kazandırabilir. Sanayileşmiş ülkeler her zaman petrol ve doğalgaz ihraç eden ülkelere mecburlar. Özellikle Ortadoğu ülkelerinin elinde enerji silahı olduğu halde, bu silahı gereği gibi kullanamıyor. Bu silah işbirlikçilerin elinde, kendi toplumlarını vuran silahlara dönüşüyor. Tarihin tüm trajedilerini biz Müslümanlar yaşıyoruz. Ötekileştirilenlerin zamansal ve mekansal olarak hayatın/tarihin merkezinden uzaklaştırıldığı bir dönemden geçiyoruz.
Büyük sorunları çözümlemek için, büyük düşüncelere, büyük bilinç ufuklarına, büyük cesaret ve şecaate sahip nitelikli kadrolara ihtiyacımız var. Seküler akılcılık ve araçsalcılık; toplumları değer yargılarına ihtiyaç duymayan, üretim fabrikalarına dönüştürdü Din'den, din'i değerlerden bağımsızlaşarak dünyevileşen toplumlar, din'den bağımsız bir ahlaki sistem oluşturamadılar. Bugün, insani sorunlar karşısında rasyonel bilginin, bilimsel bilginin ne kadar çaresiz olduğunu açıkça görüyoruz. Ahlaki temellerden, felsefi temellerden bağımsız egemenlik biçimleri insanlığı büyük acılara mahkûm ediyor. Küresel gelişmeler, yapılanmalar, ilişkiler karşısında yere unsurlar çözümleme yeteneklerini yitiriyor.
Günümüzde Müslümanlar olarak bizler çok etkili/çok yoğun tanıklıklara, çok. etkili sorgulamalara yönelmeliyiz.
İnsani, ahlaki, vicdani eylemlerin, siyasal bir bilinç ve irade ile bütünleşerek yoğunlaşması durumunda her tür tahakküm girişi bozguna uğratılabilir.
Geleneksel/muhafazakâr toplumların, yerleşik düzenler karşısında sessiz ve etkisiz oldukları, kendi, haklarının ve tercihlerini bilincinde olmadıkları görülebiliyor. Gerek bireysel anlamda, gerekse toplumsal anlamda, bilinçsiz ve iradesiz her varoluş; bireyi de, toplumu da çok çirkin bir şekilde nesneleştiriyor.