FITRAT KAVRAMI ÜZERİNE DÜŞÜNCELER
Değerli okuyucularım. Beş yazı dizisi çerçevesinde, İslâm’da Fıtrat kavramı üzerine özellikle ünlü şair, mütefekkir ve mutasavvıf İ.Hakkı Bursevî’nin görüşlerine yer vererek incelediğimiz konumuzun son merhalesine gelmiş bulunuyoruz. Bu yazımızda, İ.Hakkı Bursevî’nin konuşma çağının önemine ilişkin görüşlerini aktarmak suretiyle konuyu toparlamaya çalışalım.
09/03/2009 - 16:09

   

   Konuşma Çağının Önemi Konuşma çağı ile anne babanın, kişinin sahip olduğu dinî anlayış üzerinde ne denli rol oynadığını bundan önceki yazımızda belirlemeye çalışmıştık. Şimdi ise, yine, kişinin tutacağı yolda söz sahibi olan diğer bir kesimden, yöneticilerden bahsedeceğiz. Bursevî bu konuda Keşfu’l-Esrâr adlı eserden naklettiği ifadelerde aynen şöyle demektedir:

   “Hükümdar iyi olursa halk da iyi olur. Eğer o, kötü olursa halk da kötü olur. Eğer o, zalim olursa halk da zalim olur. Eğer o zahid olursa, halk da zahid olur. Eğer o hakîm [bilge] olursa, halk da hakîm olur. Eğer o, hanefi olursa halk da hanefi olur. Eğer o, şafii olursa halk da şafii olur. Bunun sebebi şudur ki, insanlar idarecilerine [hükümdarlarına] yakın olmak ve onların sevgisini kazanmak isterler. Nitekim Hz.Peygamber de “en-Nâsu alâ dîn-i mülûkihim” diye buyurmaktadır.”

   Gerçekten, insanın kişiliğinin şekil kazanmasında, kişilik bütünlüğü içinde mevcut olan karakter ve mizacın oluşumunda, “çevre” faktörü önemli bir rol oynamaktadır. Fertler, önce anne babalarından, sonra arkadaş çevresinden ve daha sonra da -özellikle yetişkinlik dönemlerinde-, kendisini yöneten insanların tavır ve davranışlarından önemli derecede etkilenmekte ve kişiliğinde onların izlerini taşımaktadır. Bursevî bu etkiyi, “idarecinin zahid, hakîm, hanefi, şafii... olmasıyla halkın da bu özellikleri benimseyeceğini” ifade ederek ortaya koymaktadır. Ayrıca o, Hz. Peygamber’e atfen bir hadis de naklederek “İnsanların hükümdarlarının dini üzere olduğunu” söylemektedir[1]. Özellikle, günümüzde kitle ileti-şim araçları (medya) sebebiyle yöneticilerin (liderlerin) yaşantı tarzları halk üzerinde, iyi-den iyiye söz sahibi olmaya başlamıştır. Yönetim kademesindeki insanların sahip olduğu karizmatik güç, insanların duygu ve düşüncelerinde, tavır ve davranışlarında önemli derecede rol oynamaktadır. Halk, idarecisinin iyi ya da kötü yönde örnek olmasından doğrudan etkilenmektedir. Bunun günlük hayatımızda pek çok örneği mevcuttur. Bu se-beple, Bursevî’nin konuyu ele alış tarzı isabetlidir ve önemsenerek üzerinde durulmalıdır.

   Son olarak ele alacağımız husus, Bursevî’nin, kişinin yakın arkadaşından etkilenmesini konu alan sözleridir. Hatırlanacağı üzere, Bursevî arkadaş faktörüne şöyle yaklaşmaktaydı:

   “Üçüncüsü ise: Sevdiği kimselerin yoludur. Çünkü, kişi kiminle dostluğu ve birlikteliği tercih ederse, onun gidişatına uyar. Arkadaşlığın iki şartı vardır. Bunlar: Dış görünüşü itibariyle onu taklit etmek ve iç yaşantı itibariyle de sevdiğiyle uyumlu olmaktır, içte ve dışta arkadaşına benzemektir. Hz. Peygamber de “El-Mer’u alâ dîn-i halîlihi” demektedir. “Kişiye bir şey sorma, onun arkadaşına bak / Çünkü her arkadaş, arkadaşlık ettiğine uyar.” Ne güzel söylemişler: İnsan, yakın arkadaşından huy kapar. Aman kötü arkadaştan sakın. Çünkü esinti (rüzgar) hep kötü iklimlerde dolaşacak olursa, havası kötü olan yerlerden kötü kokular kapar.”

   Gerek bir hadis, gerekse anlamlı bir söz ve şiirle delillendirilen bu görüşler de yine konumuz açısından önem taşımaktadır. Buna göre, Bursevî, kişinin tavır ve davranışlarında yakın arkadaşın da önemli derecede rol oynadığını düşünmektedir. Çünkü arkadaşlığın gereklerinden birisi de iç ve dış görünümü itibariyle arkadaşıyla benzeşmesi, aynîleşmesi ve özdeşleşmesidir. Bursevî buna “içte ve dışta uyum” demektedir. Onun, Hz. Peygam-ber’den rivayet ettiği hadis[2] de arkadaşın önemini ortaya koyması bakımından dikkat çekicidir. Yine, Bursevî’nin aktardığı, “Kişiye bir şey sorma, onun arkadaşına bak / Çünkü her arkadaş, arkadaşlık ettiğine uyar” anlamındaki arapça özdeyişe, “İnsan, yakın arkada-şından huy kapar. Aman kötü arkadaştan sakın. Çünkü esinti (rüzgar) hep kötü iklimlerde dolaşacak olursa, havası kötü olan yerlerden kötü kokular kapar” anlamındaki farsça beyti de ekleyerek şunu ifade edebiliriz ki, “arkadaş” faktörü, kişinin sahip olacağı duygu ve düşüncelerde belirleyici bir role sahip olduğu gibi, hayat tarzı ve hayata bakış açısında da önemli derecede söz sahibidir. Bu hususta Hz. Peygamber’in bir başka hadisiyle konumuzu tamamlamak istiyoruz.     

“İyi arkadaş ile kötü arkadaşın misali, misk taşıyan kimse ile körük üfleyen kimse gibidir. Misk taşıyan ya sana ondan verir, (ikram eder) yahut satın alırsın. (Neticede) o miskten dolayı kendinde güzel bir koku duyarsın. Körük üfleyen kişiye gelince, ya bir kıvılcımla elbiseni yakar, ya da o körükten dolayı üzerinde kötü bir koku hissedersin” [3]

Sonuç
 Birçok araştırıcının da aynı kanaati paylaştığı üzere, İsmail Hakkı Bursevî, klasik bir Osmanlı âlimi olmasının yanında, verdiği yüzü aşkın eser ve görüşlerindeki çeşitlilik ve orijinallik özelliğiyle, adından sıkça bahsedilen bir entelektüeldir. Özellikle Rûhu’l-Beyân adlı tefsiri, önceki müfessir ve sûfilerde rastlanmayan ilginç yorumların yer aldığı önemli bir tasavvufî tefsirdir. İlgili eserde, Bursevî’nin “fıtrat” kavramına nasıl bir içinde olduğu, elinizdeki incelemenin konusu olmuştur.

    Fıtrat kavramını ihtiva eden Rûm sûresi’nin 30. ayetine yaklaşık iki sayfalık bir yorum getiren Bursevî, konuya bazen geleneksel anlayışla, bazen de orijinal bakış açısıyla yaklaşabilmiş ve ilgi çekici hususları dile getirmiştir.

   Bursevî, ayette geçen “fıtrat” kavramını “herhangi bir zorlama olmaksızın tevhid’e ve İslam dinine karşı bir kaabiliyet” olarak anlamaktadır. Ancak, fıtrat’ın etimo-filolojik yapısı üzerine yapmış olduğumuz incelemelerde, bu kavramın, Allah’ın varlığı ve birliğine (tevhid) inanmak yönünde bir kaabiliyet olduğu gibi, sadece İslam’a değil, bütün dinlere ve inançlara da yatkınlık anlamına geldiği anlaşılmaktadır. Denilebilir ki fıtrat, insanın doğuştan, tabii olarak Allah’a inanmaya yetenekli ve dinî inancı kabul etmeye elverişli bir yaratılışta olduğu anlamına gelmektedir. Zira çocuk iyiliğe ve kötülüğe meyyal olduğu gibi, doğruya ve yanlışa inanmaya da yetenekli bir tabiate sahiptir. Onun bu yeteneği, çevresi ve özellikle ailesinin etkisiyle iyiye ya da kötüye doğru yöneleceği gibi, doğruya veya yanlışa da yönelebilir. Dolayısıyla, Bursevî’nin, fıtrat kavramını, sadece İslam dinini kabullenmeye yönelik bir kaabiliyet olarak görmesi isabetli bir görüş değildir. Öte yandan, Bursevî’nin, “fıtrat, hakkı kabul etmek ve İslam dininin gereklerini yerine getirmek ve ona sarılmak düşüncesidir ki, Allah bütün insanları bu hal üzere yaratmıştır” görüşü üzerinde de söylenmesi gereken şeyler vardır. Gerek İmam Kurtubî gibi geçmişte yaşamış, gerekse Cevdet Said ve Malik B.Bedri gibi çağdaş düşünürlerin görüşleri çerçevesinde, biz fıtrat’ı bir “cevher” olarak kabul etmemizin; ancak bu cevherin her türlü şekli almaya müsait bir yapıda olduğunu da göz önünde tutmamızın doğru olacağını düşünüyoruz.

    Bursevî’nin, diğer İslam bilginlerinde var olan geleneği devam ettirerek, fıtrat hadislerini bir bütün olarak ele almayıp, hadisin sadece bir kısmı üzerinde yorum yapması da bir eksiklik olarak göze çarpmaktadır. Zira söz konusu hadisler, diğer varyantları ile birlikte ele alınacak olursa, fıtrat kavramını anlamak ve anlatmak daha kolay olacaktır. Öte yandan, hadislerin bir bütün olarak ele alınması, “çevre” faktörünü çok bariz bir şekilde ortaya çıkaracaktır.

    Bursevî’nin, ilgili ayet ve hadisler üzerine söylediği sözler ve getirdiği deliller, orijinalitesi olan görüşlerdir. Özellikle aktardığı bazı şiirler, pedagojik açıdan gerçekten dikkate şayan niteliktedir. Yine onun, aktardığı hadisler ve şiirler çerçevesinde, insandaki “taklit duygusu” ve “çevre” faktörlerine vurgu yapması, bu arada “arkadaş” ve “yöneticiler” konusuna da değinmesi, fıtrat kavramını anlama çabası içinde olan bizlere yeni ufuklar açmaktadır. Özellikle bugün, çocuk üzerindeki etkisi asırlardır vazgeçilmez bir öneme sahipken, artık sosyal çevrenin birden bire genişlemesi sebebiyle arkadaş gruplarının, anne babalardan daha etkili bir hal aldığını görmekteyiz. Anne babanın etkisi, çocukları üzerinde sınırlı bir etkiye sahip iken, arkadaş çevresinin ise etki alanı gittikçe artmaktadır. Dolayısıyla, Bursevî’nin, görüşlerine delil olarak getirdiği “Kişi arkadaşının dini (tavır ve davranışları) üzeredir” hadisini bir kez de bu gözle değerlendirmek gerekecektir. Ancak çevre faktörü içinde “ebeveyn” unsuruna ve “aile ortamı”nın önemine; yine, hadislerde vurgu yapılan “konuşma çağı”nın ehemmiyetine, Bursevî’nin yeterince yer ayırmadığını da burada eklemeliyiz.

    Son olarak şunu ifade etmeliyiz ki, -bazen diğer eserlerindeki görüşleriyle çelişen hususlar olmasına rağmen- fıtrat üzerine söylediği sözlerde orijinallik bulunan Bursevî, renkli anlatım tarzıyla, okuyucuya, konuyu anlayabileceği bir ortam hazırlamış ve yaşadığı zaman dilimi içinde söylenebilecek olan şeyleri veciz bir şekilde ifade edebilmiştir. Üzülerek belirtmemiz gereken realite ise, Rûhu’l-Beyân adlı tefsirin dilimize kazandırılan tercümesinde, konuyla ilgili hemen hiç bir aktarıma yer verilmemiş olmasıdır. Bunun sebepleri ve sonuçları mevzuu ise bu incelemenin konusu değildir.

    İsmail Hakkı Bursevî’yi rahmetle anıyor, sizlere de İslâm Fıtratı üzere yaşayarak fani alemden ebedi aleme göçebilme bahtiyarlığına erişmenizi Yüce Mevla’mızdan niyaz ediyorum.

[1] Bursevî’nin hadis olarak zikrettiği bu rivayet üzerine söylenebilecek bazı şeyler vardır. Sözgelimi, İmam Sehavî, “Senedine hadis olarak rastlamadım” derken, el-Aclûnî ise hadisi uzunca bir tahkike tabi tuttuktan sonra Taberânî’nin Evsat’ında, Ebû Emâme’den rivayet edilen “İdarecilerinize sövmeyiniz. Onlar için hayır duada bulununuz. Çünkü onları iyi olması, sizin iyi olmanız demektir” anlamındaki bir başka hadisi delil getirerek mana bakımından söz konusu hadisin doğru olduğunu söylemektedir. Hadis için bkz. Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, II,311

[2] Hadisi, Bursevî’nin naklettiği şekilde değil de “er-Reculü alâ dîn-i halîlihi fe’l-yenzur eyyüküm men yuhâlil” şeklinde, Ebû Dâvûd, Edeb, 16; Tirmizî, Zühd 45‘te tespit ettiğimizi belirtelim.
[3] Müslim, Birr, 45