Bir Mübarek Sefer Olsa da Gitsem

Hakk’ı arar isen kalbinde ara Kudüs’te Mekke’de Hac’da değildir . Yunus Emre
26/10/2009


       İnsanı tarif eden herkesin kullandığı tespitlerden biri de şudur: İnsan ruh ve bedenden meydana gelen bir varlıktır. İnsanın bir zâhir görünen, bir de bâtınî görünmeyen  yönü vardır. Konu ile ilgili şu ifadeler de sık sık kullanılır: Madde-manâ dengesi zâhir bâtın dengesi ruh beden dengesi dünya âhiret dengesi…



    İnsan beden ve ruhtan meydana geldiği gibi ibadetlerimizin de bir bedeni, bir de ruhu vardır. İbadetlerimizin bir dış görünüşü bir de iç derinliği vardır.      



    Bilindiği gibi namazda rükûya varmak, secdeye kapanmak… gibi hareketleri yapmak farzdır,  bu hareketleri yaparken duâ okumak farz değildir. Oruç tutarken yemek yememek, cinsel ilişkiden uzak durmak, yani bedenimizin bazı maddî arzularını yerine getirmemek farzdır. Burada sorulması gereken temel soru şudur: ibadetleri yaparken  ulaşmamız  gereken  ruh  hali  nedir?  Namazın farz olan bu diş şekli bize ne kazandırmalı, orucun bu maddî perhizi bizi nereye ulaştırmalıdır?



    Kur’ân-i Kerîm’e göre namaz, insani bütün kötü ve çirkin şeylerden uzaklaştirir (Ankebût, 45), oruç ise insani takvâ noktasına yükseltir(Bakara, 183). Aksi halde eğilip kalkmaktan, aç-susuz kalmaktan başka bir kazancımız olamaz ve Allah’ın bunlara ihtiyacı yoktur. Hac da böyledir. Hac baştan sona sembollerle dolu bir ibadettir. Beytullah’ın etrafinda dönmek, Safa-Merve arasında koşmak, Minâ’da şeytan taşlamak, Arafat’ta konaklamak  gibi  bu  ibadetin  temel  esasları,  sembollerin  bir  kismidir. Söz konusu hareketlerin diş görünüşüne takılır, ruhumuzla tavaf ve sa’y edemez, gönlümüzle vakfeye duramaz ve şeytani taşlayamazsak kazancımız “yorucu  turistik  bir  seyahat”tan  öteye  gidemeyecek  demektir. Hac  ibadetinin  bereketinden  nasiplenebilmek  için  başka  “dikkat”lere başka “titizlik”lere ihtiyaç vardır. Bu ibadetle birlikte ilâhî aşkin işiğini yakalayabilmek için başka hazırlıklara, başka çabalara muhtaciz. Bunlardan şimdilik dört tanesine işaret edilebilir:   



1.     Hazırlık psikolojisi:Bütün ibadetlerde olduğu gibi hacda da hazırlanma  psikolojisi  “isinma  hareketleri”  çok  önemlidir.  Bedenimiz birden ısınmadığı/soğumadığı gibi ruhumuz da aniden bir atmosfere girip çıkamaz. Bunun için ibadetlerimizin öncesinde tefekkür ve tezekkürle baş başa kalmamız  gerekir. Namazdan önce ezani hu şû içinde dinlemek,  ezandan  önce  huzûr  ve  duâ  ile  abdest  almak  “gerçek  namaz” için olmazsa olmaz bir şart olduğu gibi hac için de böyle bir okuma, düşünme, dinleme dönemi olmalıdır. Bilindiği  üzere  haci  adaylarına  cârullah=  Allah’in  kom şusu  dendiği gibi bu mukaddes topraklarda ömrünü geçirenlere de “mücâvir hayati yaşayanlar” denir. Dolayısıyla hazırlık döneminde ruhumuzu bu komşuluğa hazırlamamız, bu kom şuluğa gölge düşürebilecek kir ve paslardan temizlenmemiz gerekir. O’nun evine doğru gittiğimiz, kibleye yöneldiğimiz akıldan çıkartılmamalı, O’nun yolunun rehberi Hz. Peygamber’in adımladığı  topraklara  yöneldiğimiz,  onun  gördüğü  dağlari,  onun  selâmladiği taşlari müşahade edeceğimiz unutulmamalıdır. Bu anlamda hac bir “muhabbette yok oluş”tur. Yani fenâ fi’resûl ve fenâ fillâhtir. Bir  başka  ifade  ile  Hz.  Peygamber’in  izini  sürerek  Allah’a  ulaşmaktır. Çünkü Allah’i sevebilmenin ve O’nun tarafından sevilebilmenin yolu Resûl’üne tâbi olmaktan geçmektedir  (Âl-i Imrân, 31). Yûnus bu ayeti şöyle şerhediyor:



Araya araya bulsam izini



İzinin yoluna sürsem yüzümü



Hak nasip eylese görsem yüzünü



Yâ Muhammed canim arzular seni            



     2. Gurbet psikolojisi: Sosyal hayatta insanlarla kurduğumuz bağlar ve iş ilişkileri bazen öyle bir noktaya ulaşir ki, bunlar bizi denizin dibine doğru çeken demir halkalara  dönüşürler.  Bu  ezici  ve  yok  edici prangalardan kurtulabilmek için gariplik psikolojisine sığınmak gerekir. Bizi ablukaya alan bu demir çemberden kurtulmanın ve hürriyetin tadını tadabilmenin yolu “garib” kalmaktir. Yani sizi tanımayan bir muhitte kendi kendinizle ve aşkınızla ba ş başa kalmaktır. Sizi tanımayan, sizi alkışlamayan, size temennâ ile selâm vermeyen insanların  arasında gurbet psikolojisini yaşamak insana çok bereketli “an”lar sunabilir. Hac çok güzel örneği olmaya aday bir ibadettir. Beş yıldızlı otellerde yakın çevre ile, iş çevresiyle, eski tanıdıklarla çıkılan bir hac seyahatinin bu “zenginliği” sunması imkânsızdır. Bu çember, insanı mâlâya’niye, çarşıp azar gezmelerine, yemek menüsüyle ilgili tartışmalara, kafile başkanının ve din görevlilerin hata-sevap cetvelinin tutulmasına kadar götürür. Halbuki yapılması gereken şey kâinatın Efendisi’nin şu sözüne kulak vermektir: “Bu dünyada garip gibi ol! Yolcu gibi ol!” (Buhârî, Rikâk, 3). Malatyalı derviş Niyazî-i Mısrî bu hadisi şöyle şerhediyor: Gurbetliğe düşmedin



Mihnete sataşmadın



Kebap olup pişmedin



Biryanı arzularsın.



Bu hal içinde “Garipler Kitabı”nı okuyan “gâh olur gurbet vatan,  gahî  vatan  gurbetlenir”  hikmetini  kavrayanlara  son Peygamber’in  nidası şöyledir:  “Gariplere  müjdeler  olsun!” (Müslim, Iman 232).



 3. Tefekkür psikolojisi:  Kendini hac ibadetine şuurlu ve plânlı olarak hazırlayan, gurbet psikolojisinin imkânlarıyla Leylâ’sı için çöllere düşen mü’minlere bu ibadetin bereketini sunan  en  önemli unsurlardan  biri de “ibadet yoğun”  bir mevsim yaşamalarıdır. Yakla şık bir ay dünyevî  işlerden uzak, ev ile Kâbe arasında, otel ile Mescid-i Nebî arasında geçen bu zaman dilimi birçok “hasta”lığımızı tedavi etmekte, kabasaba taraşarımızı eritmekte ve bizi farklı dünyalara taşımaktadır. Bu derûnî yoğunluk bizi dînî hayat ve hissiyâtın zirvesi olan gözyaşıyla tanıştırmakta ve bize ilâhî armağanlar sunmaktadır. Bu doyumsuz anlardır ki bizi tekrar o anı ya şamak için fırsat kollamaya sevketmekte ve şu mısralar vird-i zebanımız olmaktadır: Bir mübârek sefer olsa da gitsem Kâbe yollarında kumlara batsam. Niçin?  Çünkü normal hayatımızda bir  aylık  “ibadet  yoğun” bir mevsim yaşama imkânı hemen hemen yoktur. Çağdaş  yaşama  tarzı  bize  böyle  bir  fırsat  sunamamaktadır.  Bu psikolojik vasat olmayınca da dînî vecd ve coşkunluğu yakalamak mümkün olamamakta, ibadetlerin bize kazandırması gereken derinlik ve coşku yakalanamamaktadır. Günümüzde farklı  kültürlerin  insanımıza  sunduğu  “meditasyon”  i şte  bu “ibadet   yoğun”   tefekkürün   batı   dillerindeki   karşılığından başka bir şey değildir.   



4. Vecd psikolojisi: Bu üç basamağı geçen mukaddes yolculuğun adayları “doya doya ve duya duya” bir hac mevsimi  yaşayabilir,  bütün  bu  sembollerin  ardında  saklı  olan “huzur denizi”ne ulaşarak oradaki “inci”lere uzanabilirler. Bu atmosferi yakalayanlar mikattaki hazırlığa farklı bir gözle bakar, “kara  donlu  Beytullah”ın  etrafında  deli  divaneler  gibi döner, dönerken hacerü’l-esvede el eder, Safâ ile Merve arasını  â şık  ve mâşuk  kanatlarıyla  kateder,  Arafat’taki  vakfeyi marifet ve mahabbet yaygılarıyla gerçekle ştirir, Mina’da taşlamayı tevbe ve istiğfar imkânlarıyla ikmal ederler.



    Gittiği mekânların kudsiyetinin farkına varanlar, karıncayı incitmeyen, yeşil bir yaprağı koparmayan, saçının sakalının derdine  düşmeyen,  sadece  O’nun  aşkıyla  yanıp  tutu şan  bir  gönül adamı  noktasına  yükselir.  Bu  hali  derinle ştirenler  ödül  olarak “gözyaşı”  mevhibesiyle  karşılaşır.  Gözyaşıyla seyredilen dünya ise bambaşka bir dünyadır. Bu noktada kalb ayağıyla “eşyanın hakikati”ne giden yol açılır. Ilimden irfana ula şılır. O zamanşu gerçek  ortaya  çıkar:  “Ağlayanlar  anlayanlardır.”  Ilâhî  tespit  ve tavsiye ise şöyledir: “Az gülsünler, çok ağlasınlar” (Tevbe, 82).



     Bu psikolojiyi yakalayanlar Mekke ve Medine’de dost kokusu alabilir, dost yüzü görebilir ve dost sesi işitebilirler. Hazırlık sınıfını geçip gurbet sınıfının esrarlı dünyasına girenler duâ ve niyazlarla canân yurduna gidebilirler:



 Alma tenden cânımı



Aman Allah’ım aman



Görmeden cânânımı



Aman Allah’ım aman



 



Bir kez yüzün göreyim



Pâyine yüz süreyim



Anda cânım vereyim



Aman Allah’ım aman.



 



Âşıkım Muhammed’e



 Ol Resûl-i emcede



Koyma beni firkate



Aman Allah’ım aman.



 



Hac yolculuğunu aşk yolculuğuna dönüştüren nice âşıklar Allah’ın evine ve Resûl’ünün gül bahçesine gittikten sonra teslimi ruh etmiş ruhunu Allah’a,  bedenini mukaddes  toprakların  ılık kumlarına tevdi etmiştir. Bu âşıklardan bir tanesi de Türk mûsıkisinin zirvesi Dede Efendi’dir. 1846 yılında hac ibadetini tamamladıktan ve son bestesini yaptıktan sonra orada, Minâ’da mâ şukuna kavuşmuştur. Beytullah’ın etrafındaki “ba ş açık yalın ayak” gönüldaşları tasvir eden Yunus’un şu mısralarının bestesi onun son eseridir:



 



Yörük değirmenler gibi dönerler



El ele vermişler Hakk’a giderler



Gönül Kâbe’sini tavaf ederler



Muhammed’in kösü çalınır bunda.



 



Semâda melekler kanat açarlar



 Önde bir kılavuz Hakk’a uçarlar



Mü’minler üstüne rahmet saçarlar



Muhammed’in kösü çalınır bunda.



 



Derviş Yunus der ki gör n’oldu bana



Aşkın mahabbeti dokunur cana



Aklını ba şına devşir divane



Muhammed’in kösü çalınır bunda