Sünnet'te Nikah Mehir  Çeyiz ve Düğün

Hz. Peygamber'in hadislerinde İslâm’a göre nikah , mehir, çeyiz ve düğünün nasıl olması gerektiğini örnekleriyle göstermeye çalışacağız.
21/01/2010


Sağlıklı bir nesil için nikah şarttır. Bunun için nikah, İslâm hukukunda medeni bir muamele olarak kabul edildiği gibi bir cihette de ibadet saymıştır. Çünkü İslâm dini, aile yuvası kurmayı ve bu kurumun devamına, saadetine hizmet etmeyi, kişinin bütün hayatını ibadete vermesinden efdal ve çok hayırlı olarak kabul eder.(1) Hz. Adem'den beri devam eden ve cennette de devam edecek olan iki ibadetten biri nikâh, diğeri de iman olduğu beyan edilir.(2)



Şafiiler evliliğin alış-veriş gibi dünyevî amellerden olduğunu ve ibadete girmeyeceğini söylerken, başta İmam Ebu Hanife olmak üzere birçok âlim evliliği ibadetin bizzat kendisi saymışlardır. Hatta nafile ibadetlerden daha faziletli olduğu bile zikredilmiştir.(3) Şafiiler, evlilik ibadet olsaydı kafirin yaptığı evlilik sahih olmazdı şeklinde görüşlerini savunurken, Hanefiler ise, kafirin yaptığı evlilik dünyada hayatın devamına yaradığı için sahihtir. Zira mescid ve camilerin inşası bir Müslüman tarafından yapıldığında onun için bir ibadet sayılırken, kafirin yaptığı ise ibadet sayılmaz demektedirler. Bunun için iyi bir nesil yetiştirmek ve nefsi korumak gibi bir çok maslahatı kapsaması açısından evlilik, ibadet hükmündedir denmiştir.(4) Hz. Peygamber, hanımının ağzına helal bir lokmayı koymayı dahi sadaka olarak nitelendirirken,(5) evliliğin ibadet hükmünde olduğuna işaret etmektedir.



Hz. Peygamber'in eş seçiminde özellikle gençlere şu tavsiyelerde bulunduğunu görürüz: "Kadın dört şey için nikah edilir; malı, soyu, güzelliği ve dini; sen dindar olanını seç ki elin bereket bulsun.”(6)Bir başka hadiste de "Hadrâ-i dimen'den sakının!" buyurduklarında sahabiler: "Hadrâ-i dimen nedir ya Rasûlallah" diye sordular. Bunun üzerine Hz. Peygamber: "Bataklıkta (kötü çevrede) yetişen güzel kadın” cevabını verdi."(7)



İnsanın yetişmesinde çevrenin etkisi büyüktür. Bu yüzden evlenecek gençler dünyasını ve ahiretini imar etmek istiyorlarsa, hayatlarını birleştireceği kadının ailesine ve çevresine iyi bakmalıdırlar. Yalnız malına ve güzelliğine bakarak eşini seçmemeli, bu konuda da Hz. Peygamber'in tavsiyesine uyarak evliliklerini ibadet hükmüne geçirmelidirler.



Nikah: Lügatta “eklemek, toplamak” veya “akid yapmak” manasına geldiği gibi, İslâm hukukunda da “evlilik akdi” manasında kullanılmaktadır.



Hz. Peygamber: "Ey gençler topluluğu! Kim içinizden evlenmeye muktedirse evlensin. Çünkü gözü haramdan en çok saklayan, ırzı en iyi muhafaza eden nikahtır "(8) buyurarak, evliliğe teşvik etmektedir. Âlimler evlenmeye muktedir olmadan maksat, evliliğin külfetleri ve yükümlülükleridir demişlerdir. Bu yükümlülüğün başında da mehir ve nafaka gelmektedir.



Mehir: Sadak veya nihle de denilen bu mal, kadının bedeli veya ondan istifade imkanının karşılığı değil, bir ömür boyu beraber yaşama arzusunun sembolik alameti veya hediye kabîlinden bir atiyyedir.



Çeyiz (cihâz): Evin eşyaları, sergisi ve diğer malzemeleridir (mefruşat ve kapkacak gibi). Mâliki mezhebinde, mehirden aldığı kadarıyla çeyiz kadının üzerine vaciptir. Eğer bir şey almazsa yükümlü de değildir. Ancak koca çeyizi üstlenmesini şart koşar veya örf kadını cihâz ile yükümlü kılarsa, çeyizi hazırlamak kadının üzerine borç olur. Hanefi mezhebinde ise çeyizde yükümlü olan erkektir. Âlimler kadının giyimi ve nafakasının vacip olması gibi, çeyizin de erkeğin üzerine vacip olduğunu belirtmişlerdir. Verilen mehir ise çeyizin karşılığı değildir. O bir armağan ve hediyedir. O kadının kocası üzerine düşen bir haktır.(9)



Mehir nikah için şarttır.  Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır: “Kadınlara mehirlerini cömertce verin. Eğer ondan gönül hoşluğu ile size bir şey bağışlarsa onu afiyetle yiyin.”(10) Mehrin azami miktarı hususunda bir hudud yoktur. Rasûlullah devrinde, mehir olarak hurma bahçesinin bile verildiği olmuştur. Asgari miktarı hususunda ulema ihtilaf etmiştir. Hanefilere göre en az mihir miktarı on dirhem gümüş olmalıdır. Görüldüğü gibi mehir müessesesi son derece ciddi bir müessesedir. Kadınların haklarının korunmasına ve istikballerinin garanti edilmesine yöneliktir.



Hz. Ömer kadınlara verilen bu mehrin azami miktarını tesbit etmek niyetiyle bir cuma hutbesinde: “'Kadınlara mehir verirken aşırı gitmeyin...” deyince, cemaatten bir kadın atılarak: ''Ey Ömer, senin buna hakkın yok. Zira ayet-i kerimede Cenab-ı Hak: “Birisine bir yük altın vermiş olsanız bile, ondan bir şey almayın”(11) buyurmuştur, der . Hz. Ömer kadına hak verir ve bu kararından vazgeçer.



Hz. Peygamber, yerine getirilmeye en ziyade layık olan şart, ferçleri helal kılmak üzere kabul ettiğiniz şartlardır buyurmuştur.(12) Âlimler burada uyulması gereken şartı nikahın gerektirdiği şartlar olarak anlamışlardır. Mesela kadına iyi muamele, nafakasını, giyeceğini, süknasını (kalacak yer ) temin etmek, kadının haklarından hiçbir şey noksan kılmamaktır. Keza erkeğin kadına: İzinsiz evinden dışarı çıkmama, nefsini men etmeme, malından rızası çerçevesinde tasarruf etmeyi şart koşması gibi. Bunlar nikah akdinde hiç zikredilmese bile var kabul edilir.



Kadınların hayırlısı, kocası yüzüne baktığı zaman onu sevindiren, emrettiği vakit itaat eden, ayrıldığı vakit malını ve iffetini koruyandır. Yine Hz. Peygamber: “Kadınların hayırlısı, yüzü güzel ve nikah parası az olandır”(13) buyurmuşlardır.



Sehl b. Sa'd anlatır: Hz. Peygamber'e bir kadın gelerek: “Ey Allah'ın Rasulü sana nefsimi bağışlamaya geldim” dedi. Hz. Peygamber kadına nazar edip gözden geçirdikten sonra hiçbir şey söylemeden başını yere eğdi. (Bu kadının Havle b. Hakim, Fatıma b. Şüreyh veya Zeyneb b. Huzeyme olduğu rivayet edilir). Kadın, Hz. Peygamber'den müsbet cevap alamayınca üzülür ve meclisten ayrılır. Tam gideceği esnada bir adam doğrulup: “Ey Allahın Rasulü, sizin ona ihtiyacınız yoksa onu bana nikahlayın” der. Hz. Peygamber; “yanında buna mehir olarak vereceğin bir şeyler var mı?” diye sorunca, adam; “Vallahi yok Ey Allah’ın Rasulü” der. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Ailene git, bir şeyler bulabilecek misin bir bak” der. Adam gider, az sonra geri gelir. “Hayır Ey Allahın Rasulü vallahi bir şey bulamadım” der. Hz. Peygamber, tekrar; “iyi bak demirden bir yüzük de mi yok?” buyurunca adam, tekrar geri gidip gelir ve; “hayır ya Rasulellah demirden bir yüzük bile yok. Ancak işte şu izarım( elbise) var yarısı onun olsun” der. Hz. Peygamber: “İzarın ne işe yarar? Onu sen giyecek olsan onun üzerinde bir şey olmayacak, şayet o giyecek olsa senin üzerinde bir şey kalmayacak.” Bunun üzerine adam oturdu, bir müddet sonra kalktı gitti. Rasûlullah onun gittiğini görünce geri çağırdı. “Kur'an'dan ne biliyorsun?” diye sordu. Adam, “şu şu sureleri biliyorum” diye bildiklerini saydı. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Haydi git, Kur'an'dan bildiklerini öğretmen mukabilinde onu sana nikahladım” buyurdular.(14)



Beni Fezare kabilesinden bir kadın, mehir mukabilinde evlendi. Rasûlullah: “Nefsin ve malın için bir çift ayakkabıya razı mısın” diye sorunca kadın; “evet” dedi. Hz. Peygamber de bu evliliğe müsaade etti.(l5)



Ebu Talha, Ümmü Süleym ile evlendi. Aralarındaki mehir müslüman olmaktı. Ümmü Süleym, Ebu Talha'dan önce müslüman olmuştu. Ebu Talha, Ümmü Süleym'i isteyince Ümmü Süleym, “Ben Müslüman oldum, sen de müslüman olursan evlenirim'” dedi. Bunun üzerine o da müslüman oldu. Ümmü Süleym'in mehir olarak istediği şey müslüman olmasıydı.(l6)



Bir gün Hz. Ömer Cuma hutbesi verdi ve hutbede şöyle söyledi: “Sakın kadınların mehirlerini arttırmayın. Zira bu eğer dünya için bir şeref, ahiret için de bir takva olsaydı buna en çok Rasûlüllah layık idi. Halbuki O, kadınlarından veya kızlarından hiçbirine on iki okiyyeden fazla mehir takdir etmemiştir.(17)



Ümmü Habibe (r.a) anlatır: Kocası Ubeydullah İbni Cahş ile beraber Habeşistan'a hicret ettiklerinde, Ubeydullah Habeşistan'da vefat edince Necaşi, onu Rasûlüllah'a nikahladı ve Rasûlüllah'ın yerine Ümmü Habibe'ye dört bin dirhem mehir verdi. Sonra onu Şurahbil b. Hasene ile Hz. Peygamber'e gönderdi, Hz. Peygamber de aynen kabul etti.(18)



İbn Abbas (r.a.) anlatır: Hz. Ali, Fatıma'yı (r.a.) nikahlayınca hemen gerdek yapmak istedi. Hz. Peygamber ise, mehir olarak bir şey verinceye kadar beraber olmalarına müsaade etmedi. Hz. Ali benim verecek bir şeyim yok deyince, Hz. Peygamber ona “zırhını ver”, buyurdu. Hz. Ali'de zırhını verdi ve sonra gerdeğe girdiler.(19) Görülüyor ki İslam'da başlık parası olmadığı gibi, mehir olarak verilen meblağ da yalnız kadının hakkıdır.



Hz. Peygamber kızı Fatıma evlenirken çeyiz olarak verdiği şey; bir kadifenin içinde bir yatak, bir yastık, bir de su tulumu dur.(20) O günün sosyal şartlarının sonucu olduğu kadar çeyizde aşırılığa kaçmamanın da bir örneği olması bakımından bu örnek önemlidir.



Hz. Peygamber nikah parasını çok fazla istemekten men etmiştir. Bizzat kendisi hanımlarından bazılarını on dirhem mehir ve lüzumlu ev eşyalarıyla almıştır. Bunlar el değirmeni, ibrik, içi lif dolu deri döşek gibi şeylerdir. Hz. Ali ailelerinden birine nikah parası olarak iki müd  (=1/2 sa’; 1sa’~3kg) arpa, diğerine iki müd hurma, öbürüne  de iki müd kavut vermiştir. Ashabından bazıları bir çekirdek karşılığında ve beş dirhem değerinde altın ile evlenmişlerdir. Said b. Müseyyeb, kızını Ebu Hureyre'ye iki dirhem nikah parasıyla vermişti ve bizzat kendisi gece vakti kızını Ebû Hureyre'nin evine götürmüş ve kapıdan içeriye bırakarak geri dönmüştür. Yedi gün sonra da yanlarına giderek onları selamlamıştır.(21)



Hz. Peygamber: “En hayırlı nikah en kolay olanıdır”(22) buyurarak, nikahın kolaylaştırılmasını isterken, aynı zamanda, “Bereket bakımından nikahın en güzeli, masraf olarak da en kolay olanıdır”(23) diyerek, israf ve gösterişten kaçınmamızı tavsiye etmektedir.



Yine Hz. Peygamber, zamanımızdaki maddi sıkıntıların kaynağını ve görenek hastalığına işareten şöyle buyurur: “Bir zaman gelecek, kişinin helaki, karısının, anne babasının ve çocuklarının elinde olacaktır. Bunlar onu, fakirlikle ayıplarlar ve gücünün yetmediği şeyleri kendisinden isterler. Adam bu sebeble tehlikeli işlere girerek dini gider ve kendisi de helak olur.”(24)



Bugün müslüman toplumlarda köklü bir gelenek hali almış bulunan çeyiz uygulamasında aşırılıklara ve israfa kaçmamak, dinin emrettiği hususların başında gelir. Gerektiğinde demir bir yüzüğün mehir olabileceğini kabul eden dinimiz,(25) mehir masrafının evliliği sıkıntıya sokmayacak ölçüde istediği göz önüne alınırsa, çeyizde aşırılığa kaçmanın İslâm’a aykırı olduğu açıkça görülür.



Düğün: Evliliğin örfî tescili için yapılan toplantı ve ziyafet manasındadır. Arapçada velime denilen düğünlerdeki ziyafetler, âlimlerin çoğuna göre sünnet-i müekkededir. Enes b. Malik şöyle der: Hz. Peygamber, Zeyneb b. Cahş için velime ziyafeti yaptığı gibi kadınlarından hiçbirisinin şerefine ziyafet vermedi. Zeyneb validemizin velimesinde bir koyun keserek bir ziyafet vermiştir.(26) Abdurrahman b. Avf (r.a.) da Medine'de evlenince, Hz. Peygamber ona: ''Bir koyun dahi olsa velime yap''(27) buyurması, düğün ziyafetinin imkan ölçüsünde verilmesi gerektiğini gösterir. Yine Hz. Peygamber'in; “Velime ilk gün hak, ikinci gün maruf, üçüncü gün ise riya ve gösteriştir”(28) ikazı ise, israf ve gösterişten uzak durmamız gerektiğine delildir.



Düğünlerdeki meşru eğlenceye gelince onu da şöyle görmekteyiz: Hz. Peygamber bayramlarda def çalıp İslam ahlâkına aykırı olmayan bir kıyafetle cariyelerin şarkı söylemesine izin vermiştir. Bir bayram günü Hz. Aişe'nin (58/677) huzurunda def çalıp şarkı söylemek suretiyle eğlenen cariyeleri, ''Resûlüllah'ın evinde şeytan nağmeleri ha!'' diyerek azarlayan Hz. Ebu Bekir'e: ''Her toplumun bir bayramı vardır, bu da bizim bayramımızdır''(29) demesi, meşru eğlenceye müdahale edilmemesi gerektiğini göstermektedir.



Aşırılığa kaçmamak ve İslâmiyetin sosyal hayatla ilgili olarak ruhsat verdiği düğünlerde eğlenmek meşrudur. Hz. Peygamber, genç kızların (cariyelerin) def çalıp gaza şiirlerini okuduğu bir düğüne katılmış, şarkı söyleyen kızlardan birinin: ''Aramızda yarın ne olacağını bilen Peygamber var'' diyerek sözlerini değiştirmesi üzerine, Peygamberimiz bu cariyenin böyle söylememesini ve daha önce söylediklerini tekrar etmesini istemiştir.(30)



Tabiinden Amir b. Sa'd (r.a) sahabe-i kiramdan Kuraza b. Ka'b ve Ebu Mes'ud el-Ensarî künyeli Ukbe b. Amr b. Sa'lebe'nin ( 40/660) bir düğünde şarkı söyleyen cariyeleri dinlediklerini görünce, onları yadırgayıp, “siz ehl-i Bedir'den değil misiniz, bu nasıl bir iş? demeleri üzerine onlar da, ister otur dinle, istersen git. Çünkü düğünlerde eğlenceye ruhsat vardır”(31) şeklinde cevap vermeleri de meşru eğlencenin cevazını göstermektedir. Dinimiz düğün vesilesiyle belli sınırlar içinde eğlenceye izin vermektedir. Ancak daha sonraki dönemlerde meşrû eğlencenin sınırları fıkıh âlimleri arasında tartışma konusu olmuştur. Gerek düğünlerde, gerekse diğer vesilelerle eğlenceler tertip edilmesi ve şarkı söylenmesi hususunda ortaya çıkan ve daha çok yasaklayıcı bir nitelik taşıyan ictihatlarda, âlimlerin yaşadıkları dönemlerdeki aşırılıkların etkisi elbette büyüktür.(32) Günümüzde sanki düğünlerde çılgınca eğlenme mubahmış, yiyecek ve içeceklerde israf olmazmış gibi düşünerek bu mutluluklarını kutlayanlara (?) ne demeli acaba, takdiri sizlere bırakıyorum.



Yine şâşâlı olarak tertip ettiğimiz sünnet düğünleri de Hz. Peygamber döneminde yoktu. Nitekim fakih sahabilerden Osman b. Ebu'l As (51/671) böyle bir uygulamanın Hz. Peygamber zamanında bulunmadığı gerekçesiyle davet edilen bir sünnet düğününe katılmamıştır.(33) Âlimler, düğüne davet edilen bir kişinin, bu davete icabet etmesinin vacip olduğunu söylerlerken, bununla birlikte bu davetlerde İslâmî  âdâba ve genel ahlâk kurallarına ters olmayan, aynı zamanda içki, kumar, fuhuş gibi dinin haram kıldığı şeyler olmamak şartıyla oyun, musiki ve yarış türünden eğlencelere de izin vermişlerdir. Bu sebeple İslamî ölçülere göre müstehcen sayılabilecek, doğrudan ya da dolaylı olarak İslâm dinini, bu dinin itikat, ibadet, ahlâk esaslarını tahrif ve tezyife yönelik her türlü eğlenceyi gayri meşru saymışlardır.



Tüm Peygamberlerden intikal eden “nikah”34) ve “sünnet”(35) gibi dinî bir merasimi icra ederken fıtrî olan mubah eğlence ve yiyeceklerden değil, gayri meşru sayılan eğlencelerden ve israftan sakınmalıyız. Nikah ve sünnet konusundaki ikazları, İslâm dininin çizmiş olduğu meşru kutlama ölçülerine riayet etme şeklinde anlamalıyız. Bir sünneti yerine getirirken, farzları ihlal etmemiz elbette ki doğru olmaz. Bunun için Hz. Peygamber'in yaşayışını ve sünnetini iyi bilelim, israf ve gösterişten uzak duralım. Böylece tüm adetlerimizi ibadet hükmüne geçirelim.



1- Kamil Miras, Tecrid-i Sarih Tercemesi, XI, 251.

2- İbn Abidin, Reddü'l-muhtar, III, 3.

3- İbnü'I-Hümâm, Fethü'l-kadir, III, 98.

4- Vehbe Zuhayli,  İslâm Fıkhı Ansiklopedisi, IX, 32.

5- Bkz. Buhâri, Nafakât, 1.

6- Buhâri, Nikah, 15.

7- Aclûni, Keşfu'l-hafâ, 1, 319-320.

8- Buhâri, Nikâh, 3.

9- Vehbe Zuhayli, İslâm Fıkhı Ansiklopedisi, IX, 246.

10- Nisa, 4.

11- Nisa, 20.

12- Buhâri, Nikâh, 52.

13- Nesâi, Nikâh, 14.

14- Buhâri, Nikâh, 6, 32.

15- Tirmizi, Nikâh, 21.

16- Nesâî, Nikâh, 63.

17- Ebû Davûd, Nikâh, 29.

18- Ebû Davûd, Nikâh, 29.

19- Ebû Davûd, Nikâh, 36.

20- Bkz. İbn Mâce, Zühd, 11.

21- Bkz. Gazzali, İhyâu Ulûmi'd-din, II, 40. Burada isimleri karıştırma vardır şöyle ki: Ebû Hureyre H. 58 yılında, Said b. Müseyyeb H. 94 yılında vefat etmişlerdir. Said b. Müseyyeb aynı zamanda Ebû Hureyre'nin talebesidir. Bu durumda Ebû Hureyre, kızını Said b. Müseyyeb'e vermesi daha uygun gözüküyor. Nitekim İbn Sa'd' da Said b. Müseyyeb'in, Ebû Hureyre'nin damadı olduğunu nakleder. Bkz. İbn Sa'd, et-Tabakatü'l- kübrâ, II, 380. Beyrut, trs.

22- Ebû Davûd, Nikâh, 32.23- Ahmed b. Hanbel, VI, 82.

24- Beyhâkî’nin Zühd'ünden nakille Gazzâli, İhya, II, 24. Beyrut, trs.

25- Bkz. Buhâri, Nikâh, 14.

26- Bkz. Buharî, Nikâh, 68.

27- Bkz. Buhârî, Nikâh, 68.

28- İbn Mace, Nikâh, 25.

29- Buhârî, İydeyn, 3.

30- Buhârî, Nikâh, 48.

31- Nesâî, Nikâh, 80.

32- Bkz. Fetava'l-Hindiyye, V, 343.

33- Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 217.

34- Bkz. İbn Mace, Nikâh, 1.

35- Bkz. Müslim, Taharet, 49.