Kibir Psikolijik Bir Hastalık

“Kibirli davranarak yüzünü insanlardan çevirme, yeryüzünde çalım satarak yürüme! Çünkü Allah kibirle kasılan, kendini beğenmiş, övünüp duran kimseleri asla sevmez” (Lokmân, 18.)

14/03/2011


Kibir, kişinin, kendisini olduğundan büyük görmesi, layık olmadığı bir büyüklük duygusuna kapılmasıdır. Bu tür bir fiil, dinî açıdan günah olduğu gibi, psikolojik açıdan da anormal bir davranış ve hastalıklı bir durumdur. Türkçemizde bu tür kişiliğe sahip olan kimse, “Burnu bir karış havada” “Kendini dev aynasında görüyor”, “İnsanlara üstten bakıyor”, “Çalım satıyor” gibi deyimlerle ifade edilir. Kibirli kişiler, çevrelerinde bir etki bıraktıkları izlenimi verseler de bu geçicidir ve genelde toplum tarafından sevilmeyen ve hoş karşılanmayan insanlardır.



 



Kibir, insanlar arası ilişkileri tahrip eden bir günahtır. Büyüklük duygusuna kapılanlar, bulundukları toplum için bir problem kaynağıdırlar. Çünkü insana insan olarak değil, daima kategorize ederek, yani ast üst ilişkisi içerisinde bakarlar. Kolay kolay kimseyi beğenmezler; sürekli olarak başkalarını kusurlu görür; onları eleştirir ve horlarlar. Emir vermeyi sever, insanları ezmek ve incitmekten çekinmezler. Eleştiriye tahammülleri yoktur. Herkesten iyi ve başarılı olduklarını düşünürler.



 



Kibirli kişiler, çevrelerindeki insanlarla daima bir rekabet duygusunu yaşarlar; hayatı adeta bir yarış pisti gibi görürler. Hep ön planda olmak ister ve diğer insanlara, fark atma peşinde olurlar. Bundan dolayı da sık sık huzursuzluk yaşar ve mutsuz olurlar. Kendilerini ayrıcalıklı insanlar olarak görürler. Kapıldıkları bu büyüklük saplantısı, aslında yetersizlik duygusundan başka bir şey değildir. Gerçekte onlar bir aşağılık duygusunu yaşamaktadırlar. İşte bu duygularını bastırabilmek için, kendilerini büyük gösterme çabası içerisine girmektedirler.



 



Kur’an, kibrin sembol ismi olarak İblis/Şeytan’ı görür. Çünkü o, ateşten yaratılmış olmasını; topraktan yaratılan insana karşı bir üstünlük nedeni olarak görmüş ve ona saygı secdesinde bulunmamıştır. (Bakara, 34; Â’râf, 12-13; İsrâ, 62.) Bu bakımdan, kişinin kibre kapılması, yani taşımadığı sanal birtakım meziyet ve güçleri kendinde vehmederek havalara girmesi, şeytanlaşmaya açılan bir kapıdır.



 



Kişinin kendisini böyle bir duyguya kaptırması, aslında küfrün bir yansıması, yani inkârcı insanın bir özelliği olarak Kur’an’da ortaya konulur. Kelime bu bağlamda “kibr” olarak değil de “istikbar” kalıbında geçer. (Bakara, 87; Sebe’, 31-33.) Büyüklük duygusuna kapılmak veya kendinden büyük, itaat edilecek başka bir merci kabul etmemek, inkârcılığın altında yatan en önemli psikolojik etkenlerdendir. Çünkü kulluk/ibadet, kendinden yüce kabul edilen bir makama itaat etmeyi, boyun eğmeyi, teslimiyeti, mütevazı olmayı gerektirir. İşte inkârcı insan, böyle bir konumu kabullenememekte ve bu durumu içine sindirememektedir. Kur’an’da kibirli insanın tipik örneklerinden biri Karun’dur. O, servetin azgınlaştırdığı, sahip olduğu bütün mal-mülk ve saltanatı kendi marifet ve meziyeti olarak gören ve büyüklükduygusuna kapılan bir kişilik ortaya koyar. İçerisinde bulunduğu nimet ve refahı, kendi aklı, kabiliyeti ve iş bilir tutumunun bir neticesi olarak görür. (Kasas, 78.) Aslında bu, her insanın düşebileceği bir yanılgıdır. Eğer insan, sahip olduğu zekâ, kabiliyet, güzellik, mal-mülk, her ne ise, ilahî bir lütuf olduğunu bilmezse, bunları kendisinin bir marifeti ve eseriymiş gibi kabul etme hatasını işleyecektir. Bu da onun kibre düşmesine, aldatıcı bir büyüklük duygusuna kapılmasına sebep olacaktır.



 



Karun tarihsel bir kişiliktir; ölüp gitmiştir. Ancak onun şahsında Kur’an, her dönemdeki insanın maruz kalabileceği bu sapmaya bizim dikkatimizi çekmektedir. Şu halde, böyle bir duyguyu kendi içimizde yaşatıyor muyuz? Veya ilahî bir bahşiş olarak sahip olduğumuz nimetlerden bir büyüklenme ve gurur payı mı kendimize çıkarıyoruz? İşte bunların muhasebesini yapmalıyız.



 



Kur’an, bu tür ahlaki sapmaları inkârcıların şahsında dile getirse de, bunlar, mümin insanların da her zaman düşebileceği hatalardır. Nitekim girişte verilen ayet mealinde, kibirli insanın içerisinde bulunduğu bu günah hâli, Kur’an tarafından gayet edebî bir şekilde dile getirilir ve yasaklanır. Bu ifadeleriyle Kur’an, muhataplarını söz konusu ahlaki sapmadan uzaklaşmaya çağırır. Çünkü Kur’an’ın amacı, psikolojide olduğu gibi, sadece bu durumu izah etmek ve sebeplerini ortaya koymak değildir; aksine insanların bu çirkefliklerden arınmalarını sağlamaktır.



 



Lokmân sûresi 18. ayetinde, kendini beğenen kibirli insanın yaşadığı bu ruh hâlinin, onun beden diline nasıl yansıdığını bizlere anlatır. Burada “sa’r” kökünden gelen bir kelime kullanılır. Bu, develerin yakalandığı bir hastalıktır; boyunlarının bükülmesine sebep olur. Şu halde “tas’ir” boynu dertli deve gibi, başını yana bükmek demek olur ki, kibirli kimselerin âdetidir. Dilimizde buna kasılmak denir. İşte kibirli kimsenin, insanı küçük görerek ondan yüz çevirmesi, bu benzetmeyle anlatılmaktadır.



 



Belirtmek gerekir ki, küçük görme, kibirli kimsenin sadece “yüzünü diğer insanlardan çevirmesi” ile gerçekleşmez; bu, zaman zaman söz ve hakaretvari ifadelerle de olur; öyle ise ayetten, kibrin bir sonucu olarak bütün hafife alma ve küçümseme fiillerinin yasaklandığı neticesini çıkarabiliriz. Ayetin sonunda “muhtâl” ve “fehûr” kimselerden bahsedilmekte ve Allah’ın bunları asla sevmeyeceği ifade edilmektedir. Muhtâl, kibir ve gururda, “fehûr” da öğünme ve böbürlenmede aşırı gidenleri ifade etmektedir.



 



Konuyla ilgili benzer ifadeler, İsrâ 37’de geçmektedir. Burada, büyüklük duygusu içerisinde toplumda dolaşmak yasaklandıktan sonra, bu ahlaki zaafa sahip insanlara hitaben, “Sen ne yeri yarabilir ne de boyca dağlara ulaşabilirsin” serzenişinde bulunulmaktadır. Bu beyanlar, büyüklük duygusuna kapılan insanın içerisinde bulunduğu ruh hâlini anlatması bakımından oldukça dikkat çekicidir. Kibir duygusuyla



kasıldıkça kasılan insanın, içsel dünyasının tam bir tasviri burada söz konusudur.



 



Sanki bu kimse, yürürken sert adımlarla yürümekte ve adeta bastığı toprağı yarmak istemektedir. Yine bu kimse, sanki yürürken boyca dağların zirvesine varmayı arzulamaktadır. Adeta o, delecek gibi adımlarını yere sert basmakta ve yine sanki dağlara ulaşacak gibi bir büyüklük duygusuna kapılmaktadır. Kibirli insana yöneltilen bu müstehzi ifadelerle, büyüklenme ve kasılmanın ne kadar çirkin bir fiil olduğu ortaya konulmaktadır. Ayet, yasaklanan fiilin haram olduğuna delalet etmektedir. Çünkü burada, kişinin ahlakında fesat, niyetinde kötülük vardır. Yine burada insanlara üstünlük taslamak, güç ve kuvvetiyle tedirgin etmek suretiyle onları küçümsemek ve hakir görmek söz konudur. Nitekim nakledildiğine göre bir defasında Hz. Ömer yürüyüşünde gurur ve kibirli olan bir delikanlı görür ve ona şöyle seslenir: “Kibir ve azametle yürümek sadece Allah yolunda, cihatta caizdir, çünkü burada düşmanın korkutulması söz konusudur.” (İbn ‘Âşûr, Tefsîru’t-tahrîr ve’t-tenvîr, 15, 103- 104.) Ayette insanın zayıf ve aciz bir varlık olduğu, dolayısıyla kibrin kendisine yakışmayacağı uyarısı da vardır. Öyle ise zaaflarla kuşatılmış bir varlığın büyüklük duygusuna kapılması doğru değildir. (Râzî, Mefâtihu’l-gayb, 20, 213.)