Zekât ve infakın İslam’daki yeri ve önemi

İslamiyet, sosyal yardımlaşma ve paylaşmayı asırlar öncesinden insanlığa kazandırmış ve netice olarak da zekât ve diğer sosyal yardımlaşma yollarıyla toplum katmanları arasındaki gelir mesafesini en aza indirerek bireyler arasında sevgi ve kardeşliğin gelişip kökleşmesine vesile olmuştur.

13/07/2011


Zekât ve infakın İslam’daki yerini anlayabilmek için, bu kurumların tekevvün ve tekâmülünü Kur’an’dan takip etmek gerekir. Kur’an’ın hicretten önce ve hicretten sonra nazil olan ve mali yükümlülükleri konu alan ayet ve surelerini iniş sırasına göre ele aldığımızda zekât ve infak kurumlarının önce Mekke devrinde temellerinin nasıl atıldığını, daha sonra da Medine döneminde nasıl bir gelişme gösterdiğini görmek gerekir.



Kur’an’ın Mekki sureleri incelendiğinde iç içe üç konunun işlenmiş olduğu görülür: 1- Allah birdir, 2- Mekke toplumunda korkunç sosyo-ekonomik farklılıklar vardır ve bu giderilmelidir, 3- İnsan kendisinden olduğu kadar çevresinden de sorumludur.



İslam’ın ilk yıllarında nazil olan ve kronolojik yönden 4. sırada yer alan Müddessir suresinin 42-44. ayetlerinde cehennem ehlinin bu kötü sonuca, namaz kılmadıkları ve yetimi doyurmadıkları için düştükleri belirtilerek şöyle buyrulmuştur: "Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?" (diye sorarlar, onlar şöyle cevap verirler): “Biz namaz kılanlardan değildik. Yoksulu doyurmuyorduk, (batıla) dalanlarla birlikte dalıyorduk. Ceza gününü de yalan sayıyorduk." Daha sonra "dokuzuncu" iniş sırasında bulunan Leyl suresinin 5-7. ayetlerinde: ‘Artık kim verir ve sakınırsa ve engüzeli de tasdik ederse, biz de onu en kolaya hazırlarız (onda başarılı kılarız)’ ifadesiyle "malını muhtaçlara verenler"in işlerinin kolaylaştırılacağı, 8-10. ayetlerinde de: Bunun aksine “malını kıskanıp ondan fakirlere vermekten kaçınan kimselerin güçlüğe götüren yolda bırakılacakları" belirtilmektedir. Aynı surede 18. ayette ise: Zekâen (ve zekâten) mastarından yetezekkâ fiili, mal vermek (ita mal) ibaresi ile birlikte kullanılmakta ve temizlenip nemalanmak üzere malını hayra sarf edip tezekki eden kulların ateşten uzak tutulacakları bildirilmektedir.



"On birinci" iniş sırasındaki Duhâ suresi 9-10. ayetlerde: "Yetime hor bakma, isteyeni (sâil)   azarlama" şeklindeki uyarıdan sonra, "on yedinci" sıradaki Mâûn suresinin 1-3. ayetlerinde de: "Dini yalan sayanların" aynı zamanda "yetimi şiddetle iten" ve "miskini doyurmayı teşvik etmeyen" kimseler oldukları belirtilmektedir.



Miskini doyurmayı teşvik etmeyenler "yetmiş sekizinci" nüzul sırasında olan el-Hâkka suresinin 34. ayetinde de yerilmektedir."Kırk dördüncü" sırada bulunan Meryem suresi 31. ayette: "Nerede olursam olayım, O beni mübarek kıldı; yaşadığım sürece bana namazı ve zekâtı emretti." ifadesinden anlaşıldığı üzere Hz. İsa’ya, aynı surenin 55. ayetinde de: "Halkına namazı ve zekâtı emrederdi; Rabbi nezdinde de hoşnutluk kazanmış bir kimse idi." ifadelerinden de anlaşıldığı üzere Hz. İsmail’in ehline, namaz kılmakla beraber zekât vermenin de emredildiği bildirilmekte, böylece zekât şeklinde bir ödemenin önceki peygamberler vasıtasıyla insanlara tebliğ edildiği anlatılmaktadır. Bundan sonra artık Kur’an’a inanan müminlere mali teklifler –diğerleriyle beraber- "zekât terimi" ile de yapılmaya başlanmaktadır.



"Ellinci" iniş sırasında yer alan İsrâ suresi 26. ayette: ‘Bir de akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma.’ Emri ve "seksen dördüncü" sıradaki Rum suresi 38. ayetteki: ‘O halde sen, akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver. Allah’ın rızasını isteyenler için bu en iyisidir. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.’ emri ilahisi ile mali tekliflere temas edilerek bu mali ödemelerin kimlere verileceği gösterilmektedir. İleride ele alacağımız gibi "hak" tabiri ile ifade edilen mali mükellefiyet Zâriyât suresi 19. ayetiyle de "sâil" ve "mahrum"a ödenmesi gerekli bir hak olarak ele alınmaktadır.



"Elli üçüncü" iniş sırasındaki Yusuf suresi 88. ayette, "s.d.k." kökünden "tasaddaka" tabiri kullanılmaktadır ki, bu tabir Medine devrinde Kur’an ve hadislerde çokça geçmektedir.



"Elli beşinci" sıradaki En’âm suresi 141. ayette ise toprak mahsullerinden verilmesi gerekli bir "hak" söz konusu edilmekte ve bu "hak"kın hasat günü ödenmesi emredilmektedir: ‘Çardaklı ve çardaksız (üzüm) bahçeleri, ürünleri çeşit çeşit hurmaları, ekinleri, birbirine benzer ve benzemez biçimde zeytin ve narları yaratan O’dur. Her biri meyve verdiği zaman meyvesinden yiyin. Devşirilip toplandığı gün de hakkını (zekât ve sadakasını) verin, fakat israf etmeyin; çünkü Allah israf edenleri sevmez.



Ayetleri iniş sıralarına göre tetkike devam ettiğimizde, zekât ödemenin artık mümin olmanın bir vasfı olarak mütalaa edildiğini ve namaz kılmakla zekât vermenin aynı ayetlerde ve bir arada zikredilmekte olduğunu müşahede etmekteyiz.Nitekim “elli yedinci”iniş sırasındaki Lokman suresi 4.ayetinde: ‘O kimseler namazı kılarlar,zekâtı verirler; onlar ahiretede kesin olarak iman ederler.’buyrulmaktadır.



Kronolojik sırada "altmış yedinci" sure olan Zariyât suresi 19. ayette: "Mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır. "denilirken, Meâric suresi 24-25. Ayetlerde bu "hak" tabirine "malûm" sıfatı ilave edilerek: Mallarında belli bir hak vardır” ifadeleriyle zekât verilmesi istenmektedir.



Nahl suresi 56. ayette İslam’dan evvelki mali uygulamalara temas edilmekte ve bu devirlerde müşriklerin her nev’i mahsulden esnam (putlar) için bir hisse (nasip) ayırdıkları bildirilmektedir.



"Yetmiş üçüncü" nüzul sırasındaki Enbiyâ suresi 73. ayette Hz. İbrahim, Hz. İsmail ve Hz. Yakub’a vahyolunan emirler arasında namaz kılmanın yanında zekât vermenin de bulunduğu zikredilmektedir: ‘Onları, emrimiz uyarınca doğru yolu gösteren önderler yaptık ve kendilerine hayırlı işler yapmayı, namaz kılmayı, zekât vermeyi vahyettik. Onlar, daima bize ibadet eden kimselerdi.’ ifadeleriyle namaz kılmanın ve zekât vermenin müminlerin sıfatı olduğu hatırlatılmaktadır.



İniş sırasına göre "seksen dördüncü" vaziyette olan Rum suresi 38-39. ayetlerde, malı artırır gibi göründüğü halde gerçekte onu noksanlaştıran "riba" ile zahiren onu bereketlendiren, nemalandıran "zekât" mukayese edilmektedir.



Yukarıda tespitini yaptığımız mali konulara temas eden Mekki ayetleri, üç ana grupta toplayabiliriz: Birinci grupta ele alabileceğimiz ayetlerde öncelikle yetim ve miskini gözetmeyenlerin kötü akıbetleri tasvir edilmekte, sonra malını hayra sarf edenlerin mükâfatlandırılacağı, ateşten uzak tutulacağı, mali yardımlardan kaçınanların cezalandırılacağı bildirilmekte, daha sonra yoksulu doyurmaya başkalarını da teşvik etmek gerektiğine işaret edilmektedir.



Şunu bilhassa belirtmeliyiz ki, zekât Medine’de farz kılınmıştır. Mekke devrinde zikredilen zekât nisabı, nikbeti ve sarf yerleri belirlenmemiş mutlak zekâttır. Medeni ayetlerde ise zekât kelimesinin içeriği “ihsan, birr” gibi terimlerle ifade edilerek doğrudan müminlere “zekât veriniz” veya Hz.Peygamber’e yönelik “Onların mallarından sadaka al.” (Tevbe, 103.) emirleriyle zekâtın zorunlu dinî bir yükümlülük olduğu açıkça ortaya konmuştur. 



Hicretten sonra ilk nazil olan "Bakara" suresinin zekâtla ilgili ayetlerinde mali mükellefiyetlere "infak" mastarından tasrif halinde fiil ve emir sîgaları ile temas edilmiş, gayba iman eden, namaz kılan ve Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiklerinden infak edenlerin... müttaki kullardan olacağı belirtilmiştir. ‘Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar.’ Sonra Allah yolunda infaktan kaçınanların tehlikeli akıbetine dikkat çekilerek,



‘Allah yolunda harcayın. Kendi ellerinizle kendinizi tehlikeye atmayın.’ denilerek müminler uyarılmıştır, ardından da mallarını nerelere sarf edeceklerini soranlara evvelâ bunun ana-baba, yakın akraba (ze’l-kurba), yetim, miskin ve yolda kalmışlara (ibn sebil) yapılacağı şeklinde cevap verilerek, ‘Sana (Allah yolunda) ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: Maldan harcadığınız şey, ebeveyn, yakınlar, yetimler, fakirler ve yolcular için olmalıdır.’ buyurulmuştur.  



Gece-gündüz, gizli-açık, gerektiğinde muhtacın ihtiyacından haberdar olunduğunda yapılacak bütün harcamaların, Allah rızası için yapıldığı müddetçe mükâfatlandırılacağı da belirtilerek: ‘Mallarını gece ve gündüz, gizli ve açık hayra sarf edenler var ya, onların mükâfatları Allah katındadır. Onlara korku yoktur, üzüntü de çekmezler.’ buyurulmuştur. (Bakara, 274.) 



Bakara suresi 263, 264, 271, 276. ayetlerde mali mükellefiyetlere “sadakatin” ve onun cem’i müennesi olan “sadakat” ıstılahı ile temas edilmektedir. Mekke devrinde tesadüf edilmeyen bu terim, zekâtın müteradifi olarak sık sık kullanılmaktadır. Mekki olan Yusuf suresi 88. ayette s.d.k. kökünden tasaddak kavramı kullanılmakta, Bakara suresi 276. ayette sadaka, mal ile mukayese edilmekte; Allah’ın, riba ile malın bereketini giderdiği, sadakayla ise kazancın bereketini artırdığı hatırlatılmaktadır. 



Kur’an’da başta zekât olmak üzere, diğer mali mükellefiyetlerle ilgili ayetleri bir bütün olarak ele aldığımızda bunlarla Müslümanların dikkati bu yöne çekilmiş, bir şuurlaşma meydana getirilmiştir. Zekâtla ve infakla yoksul ve yetimlerin doyurulması, giydirilmesi yer yer teşvik ve korkutma unsurları ile takviye edilerek tavsiye edilmiş, zenginlerin mallarında fakir ve kimsesizlerin hakkı olduğu bilinci geliştirilmiştir. 



Günümüz sosyal yaşamının gelecekte nasıl şekilleneceğine dair öngörülerde bulunan ve kendilerini "fütüristler" olarak adlandıran bir kısım kuruluşlar, sosyal ve pozitif bilimler açısından tüm disiplinlerin ve teknolojinin insanlığı ne kadar ve nasıl etkileyeceği, nelerin değişeceği ve dönüşeceğiyle ilgili zaman zaman görüşler ortaya koymaktadırlar. Biz burada kısaca bu kuruluşların değişim görüşlerinden bahsederken Kur’an’da zikredilen iki ayetin mealini vermeyi bu bağlamda uygun gördük. Cenab-ı Allah yukarıdaki Zariyat suresi 19. ayette; "Mallarında muhtaç ve yoksullar için bir hak vardır." diye buyururken, yine Mearic Suresi 24-25. ayetlerinde de bu hak tabirine "malum" sıfatını ilave ederek: "Mallarında, belli bir hak vardır" buyruğuyla da zenginin malında fakirin hakkının bulunduğunu özellikle vurgulamaktadır. Bir insan "Benim alın terimle helalinden kazandığım bir malda-fakir ve yoksul dahi olsa- başkalarının nasıl hakkı olabilir?" diye düşünebilir. Mali yükümlülüklerle ilgili ayet ve hadislerle, günümüz düşünce derneklerinin birtakım çalışmalarla ulaştıkları sonuçları birlikte düşündüğümüzde işsiz, aile geçimini sağlayamayan, kimsesiz, fakir ve yoksulların, yedirmek, giydirmek gibi sadece temel ihtiyaçlarının karşılanması değil, onların eğitim ve yaşam kalitelerinin yükseltilebilmesinin sağlanması amaçlanmaktadır. 



Fütüristler dünyanın üç temel değişim dalgası olan tarım, sanayi ve digital dalgalar/dönemleri geçirdiğini, şimdi ise frekansın gittikçe düştüğü dalga olan "Sibernasyonel" dalgayla yüz yüze olduğunu belirtmekteler. Onlara göre her yeni dalga toplumsal ahlak ve anlayışlarda değişmelere neden olmuştur. Bu son dalgayla toplumlar artık insansız üretim, evde üretim, e-ticaret, sınırsız bilgi, biyo-teknoloji, hologramik cihazların üretimi… evresine gelmiş bulunmaktadır.



Fütürist yaklaşıma göre yaşananlardan sonra insanlık yeni bir sosyal yardımlaşma anlayışını hızlı bir şekilde devreye sokmalıdır. Öyle ki, çalışan ve zengin kesim, paralarının belirli miktarını fakirlere aktarıp onları belirli bir yaşam kalitesinde tutmak, için çalışmalı ve bunu gönülden yapmalıdır.



Hâlbuki İslamiyet sosyal yardımlaşma ve paylaşmayı asırlar öncesinden insanlığa kazandırmış ve netice olarak da zekât ve diğer sosyal yardımlaşma yollarıyla toplum katmanları arasındaki gelir mesafesini en aza indirerek bireyler arasında sevgi ve kardeşliğin gelişip kökleşmesine vesile olmuştur.